๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 16 Ekim 2011, 14:28:17



Konu Başlığı: Kardeş Mektuplar
Gönderen: Zehibe üzerinde 16 Ekim 2011, 14:28:17
Kardeş Mektuplar


Kasım 2006 - 95.sayı

Ahmet BİRLER kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.


Değerli kardeş,
Soylu dost,

Anlattığın menkıbeler çok etkileyici. Hele o yaşlı kadın velinin hikayesi yok mu, muhayyilemi aşan nüktelerle dolu. Fakat şeye takıldım; bu incelikte insanlar kaldı mı, diye soruyorsun. İncelik... onun devri geçmiş, diyorsun. Yitip gitmiş ölçülerden, öksüz kalmış ilkelerden dem vuruyorsun. İnceliklerin içinde mayalandığı toplumdan iz kalmamış, incelik bir masal kuşu, kaf dağının ardına yuvalanmış sana kalırsa...

Senin o yazdıklarını bir süre zihnimde gezdirdim bense. Otobüslere bindim, yollarda karşıdan karşıya geçtim, işe gittim. Bunları yaparken birkaç gün boyunca da senin söylediklerinin gölgesi bazen yoğun bazen hafif, düştü üzerime. Sana itiraz etmemi temin edecek misalleri aradım bu arada.

Buldum. O misallerden biri otobüse binmişti, diğeri ise türbe ziyaretinden geliyordu. Gerçi bu anlatacaklarım birer menkıbe değil ama yine de benim zaviyemden incelikle bezeli iki insan portresini sunmaya yeterli. Ki özellikle örnekleri sokaktan seçtim. Böylece, zaten Allah dostu olduğu konusunda bir kanaat oluşmuş kişiler değil benim buradaki kahramanlarım, sokaktan, apartmanımızdan, yöremizden olan, sıradan insanlar.

Kulakları az işiten bir amcaydı otobüsteki. Kalb-i selimi yüzüne aksetmiş, ufak tefekliği nedeniyle, sakalına rağmen daha da bir çocuk saflığına bürülü, zarif bir amca. Yan koltuğunda oturan, kravatlı, orta yaşlı ve spor gazetesi okuyan adama sordu yolculuğun başında: “Bostancı’ya gider mi?” “Gider, gider. Kimin var orada?” “Oğlum var, onun yanına gidiyorum.” Bu arada konuşma gelişti, amcanın nereli olduğuna, neler yaptığına filan geldi. Kravatlı orta yaşlı adam, bu amcanın az işitmesinin de verdiği bir cesaretle sanırım, ona, nasıl denir, biraz çocukmuş gibi davranıyordu. Amca ise, kemal-i edeple, elleri önünde bağlı bir halde ve gömleğinin ilikli yakasının üstündeki güleç yüzüyle cevaplıyordu soruları. Bir ara adam gazeteyi dürdü büktü, amcaya uzattı, amca şaşkınlıkla bir adama, bir gazeteye baktı; sonra yine gülümseyerek kulaklarını işaret etti, belki de okuması yoktu da onu anlatmak istemişti. “Al, al!” dedi adam, “Oğluna verirsin..” Amca, ne yaptı dersin? Bu okunmuş, katlanmış gazete parçasını büyük bir şükran ifadesiyle aldı. Tekrar bir kez daha düzeltti gazeteyi. Sonra ceketinin iç cebine, çok kıymetli bir hatıra, bir yadigâr gibi yerleştirdi. Gazeteyi veren adama, onu büyük iyilik yaptım duygusuna boğacak kadar derinden bir teşekkürle karşılık verdi.

Gelelim diğerine...

Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri’nin türbe-i şeriflerinin oralarda bir yerde, ev içlerinin insanları çekiştirip durduğu iftar vakitlerinden birinde rastladım ona ve karısına. Yeşil, çimen yeşili bir takım elbisesi vardı. Pantolonu, yeleği, ceketi, hepsi yeşildi. Ayağında gıcır gıcır lastikli bir mest, başında takke, yüzü sakallı, aşağı yukarı yetmişinde. Belli ki çok özen göstermişti bugün kıyafetine; tıpkı gençlik günlerindeki gibi tiril tirildi işte. Biraz kamburu vardı ama o da olmasın mıydı yani? Yanında, mahcup, mütevekkil, sokakta acemileşen karısı, koluna girmiş hac’efendisinin. “Çocuklar, torunlar yok bugün; Üsküdar’da şöyle baş başa bir gezelim. Aziz Mahmud’a gidelim, sonra pidecide iftar yapalım...” Böyle demişti belki sabahtan refikasına. Birlikte, ağır ağır, yolu incitmek istemezmiş gibi bir yeğnilikle yokuştan iniyorlardı. Ve onu gördüm... Yemyeşil takım elbisenin üst cebindeydi. Her şeyi açıklıyordu, her şeyi kendisine bağlıyordu, her şeye bahane, her şeye mazeret oluyordu: kıpkırmızı bir gül. Nebiyyü Muhtar sallallahu aleyhi ve sellem’in türbesinin yeşilini seven, O yeşil sevdi diye yeşili seven ve O’nun remzi olan güle muhabbet besleyen, o gülü yakasına takarak, koluna girmiş karısına belki de Hüdayi Hazretleri’nin bir menkıbesini anlatarak iftar sofrası arayan bir mümin. Ve yakışıklı kocasıyla bir iftar saatinde bir büyük zatı ziyaret etmiş olmanın, bir pideci arıyor olmanın, elli yıllık evliliği taçlandıran bu ahir ömrün tadını usul usul çıkaran bir mümine. Bu resim bana o kadar inceliklerle örülü, o kadar şükranlık uyandırıcı geldi ki, sanırım bunu anlatamam.

Sevgili kardeşim,

İnceliklerin egemen olduğu bir toplumda yaşamıyor olabiliriz. Hoyratlığın, kabalığın, bedeviliğin kuralları hükmediyor olabilir her yerde, amenna. Ama yine de inceliğiyle uyarıcı, nezaketiyle terbiye edici, görgüsüyle tedip edici inananlar var etrafta. Onları izlemeliyiz. Göreceğiz ki inceliğin devri geçip gitmemiş, bu insanların hayatında capcanlı yaşamakta. En güzeli de, bu tür insanların, büyük bir doğallıkla, adeta farkında bile olmadan, sanki sakallarını tarar gibi, dişlerini misvaklar gibi tekellüfsüzce hayatlarında inceliğe yer vermeleri.

Dualarda buluşalım sevgili kardeşim.
Arzularının tutsağı kardeşin...