๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 01 Ekim 2011, 17:38:30



Konu Başlığı: Kardeş Mektuplar
Gönderen: Zehibe üzerinde 01 Ekim 2011, 17:38:30
Kardeş Mektuplar



Ocak 2006 - 85.sayı


Ahmet BİRLER kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Sevgili kardeşim,
Soylu dostum,

“Derviş olmak, şeyh olmak... mesele bunlar değil. Mesele kul olmakta...”

Hatırlamışsındır bu sözü. Seninle üniversite yıllarında, her cumartesi ikindileyin çay ve sıcak simit ziyafetine yetişmek üzere koşturduğumuz dükkanında söylemişti Haluk ağabey rahmetli. Hatta bu sözü söylediği anları bile hatırlıyorum neredeyse. Elinde çaydanlıkla eğildiği bardağın üzerinde bir iki saniye kararsızca durmuş, sonra gözlüklerinin üzerinden ve güzel sakalının ortasından bakmıştı. Bu sözleri iyice kavrayalım içinmişcesine, hatta sadece biz değil bütün bir eşya ve tabiat iyice kavramalıymışcasına dışarıda kar yağıyordu: Bu söz kar tanelerine tutunarak, açılmış bir paraşütle iniyor gibi süzülüyordu sanki. Hepimiz, bu sözün o anda içerdiği ağırlık, kudret ve sürprizi seyrediyor gibiydik. Birer derviş olmak için bekleşen, aydınlanmak ve yükselmek için toplanan sabırsızlık içinde kıvranan gençlere söylenen bu sözü hiç unutmadım. Unutmadım; dahası yıllar geçtikçe, tecrübelerim arttıkça ve yaşım işte şuralara geldikçe dönüp dönüp bu sözün geldiği noktaya baktım, bu sözle yolumu bulmaya çalıştım.

Daha sonra bu sözün bir mürşid-i kâmile ait olduğunu öğrendiğimde hürmetim arttı, haşyetim derinleşti. Hadi bu sözü benim söylemiş olmamın bile bir ağırlığı var ama, biri, bir mürşid tutar da “şeyhlik, dervişlik... geç bunları kul olmaya davran sen” derse işin rengi haylice değişir. Anlıyorsun değil mi?

Doğru hatırlıyorsam menkıbe şöyleydi: Bir gün İmam Şazelî k.s. İsm-i A’zam’ın ne olduğunu mürşidinin bildiğini, bunu belki de kendisinden öğrenebileceğini düşünmektedir. Birden İmam’a ,“İş İsm-i A’zamı bilmekte değil, İsm-i A’zam olmakta.” diye müthiş, çarpıcı, sarsıcı bir cevap gelir mürşidi İbn Meşiş k.s.’den. İsm-i A’zam’ı bilmekten daha ötesi olduğu hatırlatılır ona.

Bu menkıbedeki nükte de, ayrımına vardıysan, önceki sözün benzeri bir işlevi yerine getirmektedir. O da, İsmail Hakkı Bursevi k.s.’nin ceviz metaforunu hatırlatır cinstendir: Cevizin dış kabuğu muhkem olmalıdır ki içi çürümesin, tadına, faydasına erişilebilsin. Fakat, kabuğun muhkemliği kendinde bir değer taşımaz, ancak içini korumasıyla bir anlama kavuşur. Bu haricî, ahşabımsı kabuğun altında, ceviziçini sarmalamış, içini gösteren bir zarımsı kabuk bulunur. Bunun altında da ceviz içi. İşte amaç odur. Lezzet, gıda, fayda ondadır. Dıştan içe doğru bu katmanları sırasıyla şeriat, tarikat, hakikat yerine anmıştı hazret. Kabukları cilalamanın, kabuklardaki işçiliğin inceliğine meftun olmanın bir sınırı olmalı. Asıl mesele içeridedir.

Biliyorsun, tarihimiz, dinimizin ve dolayısıyla tasavvufun etkisinin sosyal, siyasal, ekonomik vb. her alanda hissedildiği bir tarihtir. Din ve maneviyat bu tarih boyunca toplumun hücrelerine, ne hücresi, genlerine değin nüfuz etmiştir, bu tarihin içinde seyreden milletimiz maneviyatı o denli içselleştirmiştir ki, bu yakınlığın neticesinde, toplum-din münasebetinde, suistimallere ve çarpıtmalara varacak kadar bir çeşitlilik, bir zenginlik oluşmuştur. Bireylerin olduğu kadar toplumların tabiatları için de geçerli bir kuraldır: İlişkilerdeki aşırı yakınlık zaafları uyandırır. (Ya da çok muhabbet tez ayrılık getirir.) Dolayısıyla maneviyatı merkezine yerleştirmiş bir toplumun en azından bir kesimi bu maneviyatın etrafında oluşan kültüre onu etkisizleştirecek katkılarda bulunmuştur.

Söz gelimi tasavvuf kollarına mahsus giyim kuşam, tekkelere özgü bir yaşam kültürü, hatta derviş çeyizi denen bir öte-beri toplamı vardır, malum. Bunun önemli göndermeler içerdiğinin, dervişi gerçek bir hayat biçiminin içine çekmeye yarayan bir etkisinin olduğunu inkâr ediyor değilim. Şehirli, işlenmiş bir kültürdür bu, amenna. Fakat şunu da inkâr edecek değiliz, dervişlikten murad, işte on iki dilimli tac giymek, hırka kuşanmak, asaya yaslanmak değildir. Dervişlikten murad bir cemaat içinde görünmek, bir halkada eksik olmamak, ziyaretlerden geri kalmamak değildir. Dervişlikten murad aidiyet ihtiyacımızı tatmin etmek, gettomuza sinmek, çevre tutmak değildir. Dervişlikten murad, haydi söyleyelim, tespihli takkeli, eli yüzü düzgün, sevilip sayılan insan teki olmak da değildir. Bunları aşan bir şey, bunlara ihtiyaç bırakmayan bir irtifa olmalıdır. Dervişlikten murad marifettir, hakikattir. Anlatabiliyor muyum? Ona götüren yollar şarttır, ona taşıyan vasıtalar mübarektir ama insan yola, menzile ulaşmak için çıkar, yoksa sonsuzcasına, bitimsizcesine yürüyüp durmak için değil. İnsan vasıtaya, kendisini götürüyor diye sahip çıkar, yoksa vasıtadan inmemek, vasıtaya yerleşmek, vasıtayı mesken tutmak akıl kârı değil.

Bugün sabah, namazdan sonra, çok derinden şunu sordum kendime: Acaba muhayyilemde, çekiciliğinden etkilendiğim ve giderek efsanevi bir hususiyet kazanan bir derviş imgesi, sureti var da, ben bu imgenin içine yerleşmeye, dolayısıyla kısmen efsanevi, kısmen edebi diyebileceğim bir imgeye dönüşmeye mi çalışıyorum? Ölçülü davranışlarıyla etkileyici, hikmetli sözleriyle karizmatik, derinlere süzülen bakışlarıyla çarpıcı bir derviş-bilge imgesinin büyüsüne kapılmış olmayalım? Evet, olmayalım.

Dualarda buluşalım dostum. Derviş, kanatları kapanmayan bir mahluktur ayrıca.

Nefsinin tutsağı, duaya muhtaç kardeşin.