๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 12 Eylül 2011, 13:59:22



Konu Başlığı: Kardeş Mektuplar
Gönderen: Zehibe üzerinde 12 Eylül 2011, 13:59:22
Kardeş Mektuplar



Ocak 2007 - 97.sayı
 

Ahmet BİRLER kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Sevgili kardeş,
Soylu dost,

Biraz önce iki aylık kızımızı uyutmayı başarabildik. Durmadan ağlıyor, yaptığımız bütün iyi niyet girişimlerini geri çeviriyor, bağıra çağıra söylediği marşlarla evdeki egemenliğini bize kabul ettirmeye çalışıyordu. Belirgin bir sıkıntıdan değil de, adeten öyle ağladığı için çaresizlik içindeydik.

Bir ilaç veremiyor, bir doktor arayamıyorduk: sadece, bazen beşikte, bazen ellerimiz arasına gerilmiş bir battaniyede, bazen de kucakta onu sallıyorduk. Bu sallamalara, benim tarafımdan seslendirilen Ayete’l-Kürsiler, ilahilerle, onun tarafından seslendirilen viyaklar, ıngalar eşlik ediyordu.

Olay böyle sürüp giderken, artık iyice çaresizleştiğimiz bir kerteye geldik dayandık; kızımızın bedeni yorgunluktan bitap düşmüş, gözleri kızarmış, sesi kısılmıştı. Biz de ondan farklı değildik aslında. Bir yandan da iki tarafın da iyice yorulduğu bir müsabakanın sonuna geldiğimize inanmak istiyorduk.

Birden bir şeyi derinden hissettim. Ağlayan bir çocuğu susturmakta acizdik. O ağlamayı günlerce sürdürmek istese, günlerce bu aczimizin sürüp gideceğini sandım bir an. Yorulmasa ve ağlamaya devam etse, biz de yorulmamak ve ona tahammül etmeye devam etmek zorundaydık. Onunla baş edemiyorduk, tıpkı başka bir çok şeyle baş edemediğimiz gibi. Ağlayışının tonunu ve şiddetini düşürmeden ağlayan kızımın gözlerine baktım, beni anlamasını istiyor gibiydim. Beni anlasın, artık aciz olduğumuzu kavradığımı, bu dersi anladığımı anlasın ve sussun istiyordum. Bir yandan da, aciz olduğumu anlamak, damarlarımda gezinen bir ağrı kesici gibi beni yavaş yavaş sakinleştirdi, mütevekkil kıldı. Elimden geleni yaptığıma inanmış, elimden gelenin bu olduğunu görmüş ve o sınıra dayanmıştım: artık benim yapacağım bir şey yoktu. Tevekkül içinde, dinginlik şalına bürünmüş bu ruh haliyle teslim olmuştum.

İşte bu çaresizlik sonunda eriştiğim teslimiyet benim aczimi, dolayısıyla Allah Tealâ’nın kudretini bir kez daha ve derinden sezmemi, itiraf etmemi sağladı. Her şey, herkes, hepimiz O Sübhanehu ve Tealâ’nın verdiği izin dairesi içinde oluyor, akıyor, yaşıyorduk. Bu gerçeği bu kadar derinden sezdiğim diğer anları hatırlamaya çalıştım: Hepsi de aşağı yukarı şu yaşadığıma benzeyen çaresizlik durumlarıydı. Artık kendi becerimden, yeteneklerimden ümidi kestiğim, süngüyü düşürdüğüm, bayrağı indirdiğim, boyun kestiğim anlardı. Benden bu kadarmış, dediğim; kader, dediğim zamanlardı. Adeta kendi heykelim tuz buz oluyor ve içinde gizlenmiş bir bilgelik bu yıkıntının orta yerinde, yıkıntı görüntüsünü gölgede bırakan bir tazelikle beni ışıtıyordu. Yorgun bir kaknus yanıyor ve küllerinden, daha uzak menzilleri gözüne kestirmiş, yeni yaratılmış gibi gepegenç kanatlarıyla bir başka kaknus doğuyordu.

Birden şu ayeti hatırladım: “O, sizi karada ve denizde gezdirip dolaştırandır. Öyle ki gemilerle denize açıldığınız ve gemilerinizin içindekilerle birlikte uygun bir rüzgârla seyrettiği, yolcuların da bununla sevindikleri bir sırada ona şiddetli bir fırtına gelip çatar ve her taraftan dalgalar onlara hücum eder de çepeçevre kuşatıldıklarını (batıp boğulacaklarını) anlayınca dini Allah’a has kılarak: ‘Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, mutlaka şükredenlerden olacağız.’ diye Allah’a yalvarırlar.”

Bu ayette de batma, boğulma endişesi içinde kıvranırken birden içindeki Allah inancına tesadüf eden insanın öyküsü yok muydu? Sahil-i selametteyken, yani tokken, genç ve güzelken, ılık ve kanlıyken, takındığı bu kudret maskeleri kendisini kendisinden gizlerken hatıra gelmeyen bir şey, Allah tarafından bir kuşatmaya muhatap olunca nasıl da beliriyordu? Kâfir, zaten örten anlamında bir sözcük değil miydi?

İnsan, dedim kendi kendime, demek ki içinde bir çekirdek gibi yuvalanmış Allah inancını görünür kılmak için o katı ve iddialı kabuğunu darmadağın etmeli, o çetin kabuğuna olan güvenini ve inancını sarsmalı.

İnsan, dedim kendi kendime, içinde bir yeraltı nehri gibi hiç susmadan uğuldayan Allah inancının açığa çıkması için o depremi yaşamalı. İnsanın manevi mülkü fakirliğin, irfani saltanatı köleliğin, ruhani bilgisi cehaletin içinde gizli.

Mürşidlerden biri, pencereden, elinde kürekle bahçede toprağı belleyen gayretli dervişini izliyormuş. Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm.. hani bir sevecenlik mimiği, bir şefkat nişanesi... Yanında, onunla birlikte o dervişi izleyen, ama dikkati asıl şeyhinin yüz ifadesine merakla kilitli bir başka derviş varmış. Nihayet meraklı derviş dayanamayıp, ya Allah diyerek, şeyhine niçin gülümsediğini sormuş. ‘Şu derviş,’ demiş hazret, ‘bu gayretle nefsine bir yüklense, Allah’la karşılaşacak.’

İnsan, Allah inancıyla kendisi arasından çekilmeli yani.

Ruhu şad olsun, şöyle ünlemiş bir arif kişi:

Dostu kande bulasın sende durmak ile sen / Ol imaret eylemez sen viran olmayınca.

Sevgili kardeşim,
Dualarda buluşalım.
Arzularının tutsağı kardeşin.


Konu Başlığı: Ynt: Kardeş Mektuplar
Gönderen: Ekvan üzerinde 12 Eylül 2011, 14:56:26



          İnsan, ALLAH inancıyla kendisi arasından çekilmeli yani.

       İşte SIR bu..Varlığımızı, O'nun c.c. varlığında eritmeden,bu yol da, yolculuk ta bitmez..