Konu Başlığı: Kardeş Mektuplar Gönderen: Zehibe üzerinde 27 Ağustos 2011, 13:06:01 Kardeş Mektuplar Haziran 2008 - 114.sayı Ahmet BİRLER kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı. Sevgili Kardeşim, Soylu Dostum, Kalp ilmini, maneviyat yolunu bir tür olağanüstü olayların cereyan ettiği bir saha, doğaüstü ve açıklanamayan gösterilerin yapıldığı bir alan olarak görme eğiliminde olan insanlar var. Böyleleri hep vardı ve görünen o ki hep var da olacaklar. Özellikle Batı’da tasavvuf deyince, bâtın deyince akla hemen Hind fakirlerinin gösterilerine benzer gösteriler, onların tavırlarına ve suretlerine benzer tavırlar ve suretler geliyor. Oysa malum, tasavvuf bütünüyle sadeliğin ve şeffaflığın hüküm sürdüğü bir saha. Sufi sade, sıradan, iddialarından arınmış, ‘sokaktaki adam’dır aslında. Sufinin tacla hırkayla işi olmadığı gibi su üzerinde yürümeyle, ateş üstüne oturmayla da işi yok. O bizim bu dünyamızda, bize benzediği için sevgimizi kazanan, bize benzediği için bizim gayretimizi artırıp ümitlendiren bir figür. Bugün okuduğum bir söz beni bu türden düşüncelere sevk etti. Bir sufi kelamı şöyle diyor: “Elini cebine atıp, cebinden canı ne istiyorsa onu çıkartana hayret etme. Asıl, elini cebine atıp orada bir şey bulamayan ve bundan da etkilenmeyip, kalbinde bir değişiklik olmayana şaşır.” Çok etkileyici bir söz. Biri var, elini cebine atıyor ve canı ne istiyorsa cebinden onu çıkartan bir harikuladelik gösteriyor. Biri daha var ki, o da, bir şey bulmak ümidiyle elini cebine atıyor. Ama cebinde bir şey bulamıyor. Ama öyle bir metanet, öyle bir fenânın sahibi olmuş ki, bu bulamayış, bu mahrumiyet kendisini etkilemiyor, sarsmıyor. Kendisini mahrum olmuş gibi hissetmiyor. Ya da kendisini mahrum olmuş gibi hissediyor ama bu mahrumiyeti veren faille tam bir barış içinde olduğu için, rıza makamında bulunduğu için maneviyatı bozulup, morali alt üst olmuyor. Ebu Muhammed el-Murteış k.s.’e denmiş ki: “Efendim, filan zat su üzerinde yürüyor. Ne buyurursunuz?” Hazret bu soruyu şu muhteşem cevapla karşılamış: “Bana göre, Allah’ın kendisini, hevasına uymaktan koruduğu kimse, havanın üzerinde yürüyen kimseden daha makbuldür.” Çünkü havanın üzerinde yürümek normal olmayan, olağandışı bir eylemdir. Manevi yücelişi, ruhani ilerlemeyi böyle bir olağandışı hareketle ilişkilendirmek tehlikeli olabilir. Bunun sonucunda zihinlerde, manen ilerlemenin yolunun illa ki böyle ilginç, sıra dışı işler yapmaktan geçtiği fikri uyanabilir. Böyle işler yapmak da nadirattan olduğu için, manen ilerleme konusunda insanlar ümitsizliğe düşebilir. Madem havada yürümek benim için bir hayal, o halde ben asla kâmil bir insan olamayacağım, diye düşünmenin yolu açılır. Bundan daha tehlikelisi de, kâmil zatları tanımak zorlaşır. Bu konuda insanların kafaları karışır. Kâmil bir zatın ancak olağanüstü işler göstererek kendilerini tanıtabilecekleri fikri uyanır. Oysa bir insanı değiştirmek, bir insanı bir başka insan haline getirmekten daha büyük keramet olabilir mi? Einstein’ın meşhur sözü vardı hani, “Önyargıları yıkmak atomu parçalamaktan daha zordur” der. Kamil zatlar, insandaki gizli insanı, insandaki derinlere gömülü esrarı açığa çıkartmakla, insanın kendisi ve âlem hakkındaki önyargılarını parçalamakla zaten en büyük kerametlerini gösteriyorlar. Bu yetmiyor mu? Sadelik, yalınlık… Maneviyatta önemli meziyetlerden biri bu olsa gerek. Kişinin iddialarından, alâyişten, nümayişten arınması… Yüklerini atarak, yükselip uruç edecek kadar hafiflemesi…Tasavvuf yolunun aslı-esası olarak bu söylenmiyor mu zaten? Bazı ariflerin, nefsin çeşitli mertebelerdeki zikrinden bahsederlerken kullandıkları bir renk sembolizmi vardır. Meselâ nefs-i emmarenin zikrinin nuru mavidir, nefs-i mülhimenin zikrinin nuru kırmızıdır derler. Nefsin son mertebesi olarak gösterilen nefs-i kâmilenin zikrinin nuru ise renksizdir. Bu renksizlik yolun sonunda vâsılı bekleyen ödüldür. Değerli kardeşim, Maneviyat yolu çok kıymetli bir yoldur. Bu yolun da eşkıyası, yol keseni olacaktır. Hâl böyleyken uyanık olmak hiç terk edemeyeceğimiz bir vazife olmalıdır. Dualarda buluşalım dostum. Arzularının tutsağı kardeşin... |