๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 27 Ağustos 2011, 12:55:12



Konu Başlığı: Kardeş Mektuplar
Gönderen: Zehibe üzerinde 27 Ağustos 2011, 12:55:12
Kardeş Mektuplar


Mayıs 2008 - 113.sayı

Ahmet BİRLER kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Değerli Kardeşim,

Ehli irfanın, tasavvuf hal işidir; kâl işi, laf işi değildir demeleri önemli bir uyarıdır diye düşünüyorum. Özellikle, tasavvufun bir entelektüel uğraştan ve meraktan ibaret gösterilme girişimine karşı, bir mevzi olarak bu hikmetli sözü önemsemek gerekir kanaatindeyim.

Eskiler, tasavvuf ilmi için simya derlermiş. Biliyorsun, simya ortaçağlarda değersiz madeni altın yapma arayışının adı. Bu benzetmeyi yapmaları boş değil elbette. Ancak beşerdeki insanı, çamurdaki ruhu, et ve kanın içindeki alemi bilen, bunların orada olduğuna inanan insanlar tasavvufa böyle bir büyük dönüşüme atıfta bulunan isim koyarlar.
Bunlar sanırım senin de katılacağın görüşler. Fakat, bunları söyleyince kendimi zaman zaman acaba kitaplara haksızlık yapıyor muyuz, sorusunu sorarken buluyorum. Ama sanırım bu sorumun cevabını da buldum. Şöyle ki: Eğer sadece kitaplardan kendisine rehber edinmek isteyenler varsa, evet bu yol çıkmaz sokaktır. Kitaplar insana nazar etmez, kitaplarla konuşulmaz, kitapların eli öpülmez, kitapların duası alınmaz, kitaplar o çok derin, o çok yakıcı sorulara bizim kabımıza en uygun cevabı vermezler.

Ama eğer kitaplar bizi kendilerine değil de, rehbere, yol göstericiye, mürşide götürüyorsa bu durumda onlar da bu yolda makbuldür, onlar da muteberdir. Bir arif-i billahın bu konudaki sözü şöyle: “Kitaplardan hakikat ilmi talim edilmez, ama kitaplardan bu ilmin kokusu alınabilir.”

Hatta bir başka şey daha söylemek isterim burada: Ehli irfanın yazdığı kitaplar, bir insan-ı kâmilin, bir mürşidin manevi gölgesinde yazılmıştır. Bu kitaplardaki ifadelerde, örtülü ya da açık hep o zata bir gönderme, bir atıf vardır. Eğer bu kitapları salt zihnin ve zekânın, sadece satırların ve mürekkebin ürünü olarak görüyorsak ondan hiçbir nasibimiz olmayacak demektir. Bu kitaplarda gizli olan insan-ı kâmil gölgesini, mürşit gölgesini sezebilen, hatta görebilenler ise künhe dair bir aydınlanma, bir idrak berraklığı yaşayacaklardır.

Bugün tasavvufu bir zihnî hobi, bir entelektüel uğraş sayanlar var dedik. Bu aslında, modern zamanlardaki dine bakışta yaşanan bakış bulanmasıyla ilgili bir şey. Sadece tasavvuf değil, bütünüyle din bugün böyle mesafeli bir bakışla ele alınıyor. Modern zihinlerce din yaşanmak için değil anlaşılmak için mevzu edilir oldu. Dini anlamayalım, anlaşılmaz ve sisler içinde bir kurum haline sokalım demiyorum. Ama din buyurur, emreder, davet eder, arıtır, ruhsal bir gürbüzlük sağlar, manevi bir irtifaa yol verir. Dinin bu işlevlerini yerine getirmesi, muhatabının ona teslim olmasıyla mümkün olur. Ama din karşısında gardını almış, onun emirlerini sorgulamayı kafasına koymuş sözüm ona özgür ve akıllı bireyler dinden bir nasip alamazlar.

Televizyon ekranlarında dinî mevzular çoğunlukla problemli olarak ele alınıyor, malum. Bu biraz ekranlara çıkartılan insanların hususiyetlerinden, biraz da televizyonun tabiatından kaynaklanır. Ama geçen gün gözüme çarpan bir programda, bir ilahiyat hocasının şu ifadesini çok beğendim, seninle de paylaşayım. Diyordu ki hoca; “Bir hadis-i şerif okuduğumuzda bizden beklenen nedir? Onun gereğini yerine getirmek. Aslında müminler, hadis-i şerifleri ders almak, ibret almak, rehberlik edinmek için okumalı. Bugün ise bir hadis-i şerif karşısında geliştirilen temel refleks şu oldu: Acaba bu hadisin kaynağı nedir? Acaba hadis sahih mi? Sadece aydınlar değil, daha kötüsü genel halk tabakalarında da bu tavır yaygınlaşıyor.”

İşte sevgili dostum, bu genel sapma, tasavvufa bakışta da kendisini gösteriyor. Aslında dinin kendisi gibi tasavvuf da ancak hale dönüştürülünce meyve veriyor. Ama bu yeni durumda, din gibi tasavvuf da kitaplardan, sayfalardan, satırlardan elde edilebilirmiş, insanın “kendi” zekâsı ve birikimiyle talim edilebilirmiş gibi geliyor. Büyük çelişki de burada ortaya çıkıyor: Bu kanaat, insanın kendisini daha da önemsemesi neticesini doğuruyor. Hani tasavvuf bunun aksini öğretecekti?

Sevgili kardeşim! Allah’tan cümlemize zahirî, bâtınî, kalbî ve zihnî şifalar dileyelim. Dualarda buluşalım.

Arzularının tutsağı kardeşin...