๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 09 Kasım 2011, 22:51:16



Konu Başlığı: Kardeş Mektuplar
Gönderen: Zehibe üzerinde 09 Kasım 2011, 22:51:16
Kardeş Mektuplar


Ekim 2005 - 82.sayı

Ahmet BİRLER kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.


Değerli kardeşim, soylu dostum;

Mektubundaki şikayetini çok önemli buluyorum. Bizim dini ve diyaneti,dinin ruhunu zedeleyecek ve dini bir ideoloji, bir sosyo -politiksistem gibi ele almamızı gerektirecek bir yorumlamaya konu etmemizi bende sakıncalı buluyorum.Bana göre de bunun altında dine teslim olmak yerine dini teslim almaya yönelen, mazeret beyan edici, savunmacı, mağluplara özgü ruhsal durumumuz bulunmakta.

Sana ilgini çekebilecek bir araştırmadan bahsetmek istiyorum: Amerikalı bir bilim adamı, bazı Çinliler, Koreliler ve Japonlar üzerinde birtakım araştırmalar yapmı ş. Bu araştırmanın sonuçlarını da bir kitap olarak yayınlamış. Bilim adamının araştırmasına yön veren sorusu şuymuş: Acaba doğulular va batılılar, yani acaba Amerikalı, Avrupalı insanlarla, Çinli, Japon vb. doğulular birbirlerinden farklı düşünme yöntemlerine mi sahipler? Bu bilim adamına göre cevap evet. Bu iki kesim birbirlerinden farklı düşünüyorlar. Söz gelimi doğulu çocuklar nesneleri batılı çocuklardan daha güç ve geç öğreniyorlar, buna karşın batılılar da fiileri doğululardan daha geç öğreniyorlar. Yine batılılar parçaları, doğulular ise bütünü diğerlerinden daha önce kavrıyorlar. Araştırmada ilginç daha birçok sonuç var.

Bütün bunları ilginç bulduğum doğru ama sana sadece ilginç bulduğum için anlatmıyorum. Asıl derdim başka.

Yine bu araştırmacıya göre, bu iki kesimin birbirlerinden farklı düşünmesinin nedenleri bir yandan din ve ahlâk anlayışları iken, öte yandan dil ve eğitim. İbn Haldunumuza sorsak bunlara iklimi, yer şekillerini de eklerdi belki.

Acaba, diye sormadan edemiyorum, acaba bizim düşünme biçimimiz neye benziyor? Yani biz, müslümanca denebilecek, müslümanlara ait olduğu bir çırpıda, hemen görülüverecek bir düşünme yöntemi mi uyguluyoruz, yoksa, müslümanca olanla olmayanın birbirine karıştığı, kendisini müslümanca bulmak için nedenlerin az olduğu bir yönteme mi sahibiz? Acaba, fayda ve kârlılığı esas alan, bu haliyle ilkesiz olan ve bu haliyle bir yöntemden bahsedilemeyecek denli omurgasız bir biçimde mi düşünüyoruz? Acaba mahallemizdeki, apartmanımızdaki, aile içinde, iş ortamında bir olayla karşılaştığımızda, o olayın çözümüne giden yola ulaşmak için, sadece olayda kişisel başarıyı besleyen ya da paçamızı kurtarıcı, kendimizi selamet sahiline atıcı bir çabaya biz farkında olmadan bizi sürükleyen bir biçimde mi düşünüyoruz, yoksa, dü ş ünmeye başladığımız anda, hemen zihnimiz ilkeleri bize hatırlatıyor, ilkeler elimizden tutmaya mı başlıyor?

Aklın yolu birdir diyoruz ya, bu bilim adamına göre ve doğrusu bana göre de aklın yolu bir değil. Aklın çok değişik yolları, birbirinden çok farklı neticeleri var. Çünkü birbirinden farklı akıllar var. Bu birbirinden farklı akıllar, birbirinden farklı yollara giriyorlar, birbirinden farklı sonuçlar üretiyorlar. Bu birbirinden farklı sonuçlar, birbirine benzemeyen toplum modelleri sunuyor, birbirinden farklı insan projeleri teklif ediyor.

Nasıl?

Mesela, batılıların gündelik işlerinden bilimsel yöntemlerine kadar uzanan geniş bir alanda kullanageldikleri mantık, bir şeyin hem A olup, hem de A'dan başka bir şey olmasını mümkün görmüyor. Batılıya göre bu kural o kadar genelgeçerdir ve o kadar her alana uygulanabilirdir ki, bunun dışında bir mantık düzenine göre kurulmuş bir cümle batılı için saçma, kullanışsız, akıl karıştırıcı, çıkışsız bulunacaktır. Oysa bize göre bir şey bazen A, bazen de A dışında bir şey olabilir. Hatta bir şey aynı anda bir bakışa göre A, bir diğer bakışa göre A dışında bir şey olabilir. Birbiriyle çelişir gözüken bazı durumlar ve haller bize göre işin zahiriyle bâtını , iç durumuyla dış görünüşü arasındaki uyumu sağlayan bir yorum ve idrakle açıklanabilir. Ya da şöyle bir söz vardır sufi geleneğimizde: “Aramakla bulunmaz ama bulanlar sadece arayanlardır.” Veya: “Allah hem her yerde hazır ve nazırdır, hem zamandan ve mekândan münezzehtir.” Bize göre bunların açıklamaları vardır, bu açıklamalar da gayet akla uygundur. Ama soru şudur: Hangi akla?

Demek istediğim şu ki, bizim müslümanca düşünmemizin yollarını bulmalı, bu yollara giden kanalları açmalıyız. Batılı akla yatkınlık arama sevdamız, bizi mucizeleri ve kerametleri, yani açıklayamadığımız bazı olayları reddetme raddesine çekmemeli. Çünkü bir başka akla göre, bir başka fiziğe göre bu olaylar gayet aklîdir, akla yatkındır. Yine, İslâm'ın bizim parçacı ve resmin sadece bir kısmına dönük, fanilere özgü bakışımıza göre akla ve mantığa (aslında bununla kastedilen her zaman çağımızın egemen batılı aklı ve mantığıdır) uygun gelmeyecek bazı kurallar, bir başka bütüncül, resmin tamamını gören bakışa göre akla uygundur.

Bu yüzden akıl ve mantık uygunluğu ile, batılı akıl ve mantığa teslimiyeti zihinsel işleyişimizin hücrelerine zerkeden düşünce üretme biçimlerine uygunluğu kastedip kastetmediğimizi sık sık kendimize sormalıyız. Çünkü düşünürken kullandığımiz zihinsel araçlar, bizi kullanacak maddi araçlar ve koşullar oluşturmaya götürmektedir. Meselelerimizi ele alırken elimizde olan araçlar bizi meselelerimize yabancılaşmaya, giderek meselelerimizi bir batılının meselesi imişcesine algılayıp, onun sunmak isteyebileceği çözümlere ulaşmaya çalışmaya sevkedebilir . Bu durumda ortada ne biz kalır, ne bize ait bir mesele, ne de bize özgü bir çözüm...

Bizi bizim gözümüzle görmek, bizi bizim aklımızla anlamakla, bizi bizim muhayyilemizle düşlemekle mümkün olacaktır. Kısaca, aklımızı geri istiyoruz davasıdır bu.

Üç ayları, oruçları, seni selamlarım.

Tutkularının esiri kardeşin.