๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 03 Kasım 2011, 21:02:01



Konu Başlığı: Kardeş Mektuplar
Gönderen: Zehibe üzerinde 03 Kasım 2011, 21:02:01
Kardeş Mektuplar


Haziran 2005 - 78.sayı

Ahmet BİRLER kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Değerli Kardeş,

Soylu dost,

Unutmadan, en başta şunu yazayım: Bir arif, maneviyat yani tasavvuf yolunda bulunmamızın şükrünü eda etmek için en uygun, en güzel yolun, bu yolda bulunmaktan mutluluk duymak olduğunu söylemişti. Kendinize sorun, demişti: Gerçekten mutlu musunuz? Yani bu yola kabul edildiğiniz için, bu yol ile ölmeden önce tanışmış olduğunuz için; zaman zaman yaşadığınız gönül daralması, iç kararması, yılgınlık ve doyumsuzluğunuza baskın çıkan bir mutluluk hali yaşıyor musunuz?

Hani meşhur bir sûfi sözüdür: Sultanlar, sûfilerin sahip olduklarının ne büyük bir şey olduğunu bilselerdi, onu elde etmek için sûfilerle mücadele ederlerdi. Bunu da yazmış olayım.

Doğrusu, bu zatın uyarısı çok anlamlı gelmiştir bana. Bu yolda bulunmanın şükrünü yerine getirmek için daha fazla zikir mi yapmalı, zikri ‘kendi' yolculuğumuzun kandili olarak bilirken. Şükür için daha fazla hizmette mi bulunmalı, hizmet ‘bizim kendi' gelişmemizin motoru iken. Bence değil; bence bu ameller, önünde sonunda bizim kendimiz için yaptığımız amellerdir; oysa kişinin bu yolun yolcusu olduğu için mutlu olması, mutluluğun bir görev gibi yapılmasının ve kişinin mutlu görünerek kendisini aldatmasının imkansızlığı sebebiyle, kişinin manevi kemalinin bir meyvesi olarak bu bâptaki şükrün edasının anahtarıdır.

Aşığın durumudur bir bakıma bu mutluluk. İbn Hazm , “Güvercin Gerdanlığı” adlı, içinde aşıkların hallerini, öykülerini ve alışkanlıklarını anlatmasına rağmen, bizim bunları soğan kabukları gibi soya soya aşkın özgül haline ilişkin bir bilgiye ulaşmamızın da mümkün olduğu klasik eserinde, aşık olan kimsenin sevdiğini anmakla, onun kendi sevgilisi olduğunu mesela sabah uyanınca hatırlamakla, birden ve sanki sebepsizce mutlu olduğunu anlatır. Hayatını anlamlandıran bir ruhsal buluşmanın bilincine varması aşığı mutlu kılmaktadır.

Bazı gazetelerin Pazar eklerine göre, bazı kadınların okudukları, insanı inanılmaz bir yüzeysellikle ele alan kimi dergilerin yazdıklarına göre, mutluluk öğrenilebilir bir şeydir. Söz gelimi, geçenlerde okuduğum bir mutluluk ‘haber-yorumu'nda, yazarın iç dünyasının sınırlarını bize gösteren irkiltici yazısından aklımda kalanları seninle paylaşayım. Mutsuzluğuna ilaç olamayacağını biliyorum ama umarım mutsuzluğunun ağusunu koyultan bir etkisi de olmaz: ‘Kendinizi mutsuz mu hissediyorsunuz. Peki şunları denemeye ne dersiniz: Alışverişe çıkın, kendiniz için önceden tasarlamadığınız bir şeyler alın. Alışverişe giderken, yolda, o güne kadar aldığınız bazı övgüleri, iltifatları hatırlamaya çalışın; kimi başarılarınızı hatırlamaya çalışın. Bu size iyi gelecektir. Alışveriş yaparken, ya da alışverişten sonra, çikolatalı dondurma yeyin . Çocukluk anılarınızı canlandıran dondurma, çikolatayla birlikte mutluluk hormonlarınızı hareket geçirecektir. Yetmedi mi? Evinizde bir iki değişiklik yapın o zaman. Mesela, salonun rengini değiştirin...' falan, filan. Görüyorsun ya, mutlu olmak aslında tüketmeye bağlı bu yazarın ve sadık okurlarının zihninde. Hani şu, olmak ve sahip olmak denklemini hatırlatır cinsten bir şey bu.

Tabii olarak, bize çok uzak bir iklim olması umulan bir yerden geliyor bu öğütler. Senin yaşadığın iç daralması, mutsuzluk hali, yerini böyle sebzelere özgü bir mutluluğa bırakması beklenen türden değildir. Dondurmaymış, badana boyaymı ş... gülüyorsundur şimdi, ben de gülüyorum elbette.

Aslında konumuzun bir yönüyle korku ve ümid ikilisine değgin olduğunu anlamışsındır. Korku ( havf ) haline bürünürsün, duyduğun mutsuzluktur; ya da beslediğin ümitse ( recâ ), bu durumda duyduğun mutluluktur. Şu anda senin ihtiyacın olan mutluluk yani recâ olduğu için, mektubumun başında, niçin mutlu olmalıyız sorusunun cevabı olabilecek bir giriş yaptım. Ama şunu söylemeli: Korku ve ümit hallerinin her ikisine de ihtiyacımız var. Ne birisi bize uğrayınca şımarmalı, ne de diğerinin ayak seslerini duyunca paniğe kapılmalı.

Şimdi bakınca, aktardığım haber-yorumda yine de haklılık payı olan bir şey buluyorum. Belki yazılanların içeriğinde değil, ama yöntemde. Bence de mutluluk ve mutsuzluk için bazı önlemler alınabilir. Mutlulukla ve mutsuzlukla baş etmek öğrenilebilir. Mutlu iken aklımızın, vicdanımızın bir yerlerine çakılmış olan sağduyu, itidal, ölçülülük paslanmaya terkedilmemeli , ki böylece aklımızı ve vicdanımızı, onarılmaz bir biçimde, çakıldığı yerden başlayarak çürütmesin. Buna mukabil, mutsuz iken de, bize düşme izni verenin bizi tutmaya da gücünün yettiğini unutmamalı. Yani mutluluk da mutsuzluk da bize öğretmenlik edebilir. Mutluluğa muhatap olmak sayesinde bir denge melekesi geliştirebilir, coşkunun bizi sürükleyip götürmesinin önüne geçebilmenin yollarına erişebiliriz. Mutsuzluk sayesinde de hem pişeriz, hem kendimizi dinlemekle açığa çıkacak bazı gizil güçlerimizle tanışabiliriz. Kalbi kırık olmak, kalpteki çatlaklardan içeriye lâtif, ince nüktelerin ve hikmetlerin sızması için bir imkan olabilir.

Sana öğüt vermek değildi amacım. Ama sen son günlerde mutsuz olduğunu, kaskatı bir mutsuzluk yaşadığını yazınca, alelacele, bir acil servis hizmetini yerine getirmek ister gibi sana bunları yazmak istedim. Belki de aslında kendime yazdım.

Mutsuzluğumuzla ve mutluluğumuzla yol almak zorundayız dostum.

Tutkularının esiri kardeşin.