๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 21 Temmuz 2011, 10:35:50



Konu Başlığı: Karabaş Velî Hazretleri 1
Gönderen: Zehibe üzerinde 21 Temmuz 2011, 10:35:50
Padişah Ağlatan Evliya Karabaş Velî Hazretleri -1-


Nisan 2010 - 136.sayı

Abdullah GÖKMEN kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Sultan 4. Mehmed, Limni sürgünü sonrası İstanbul’a dönen Karbaş Velî hazretlerinin vaazlarına yine devam eder. Sık sık Atik Valide Camii’ne selamlık yapmaya başlar. Anlatıldığına göre padişah vaaz esnasında hislenerek ağlar ve şöyle dermiş: “Bu Şeyh efendinin vaazı bana öyle tesir ediyor ki, İbrahim Edhem gibi tacı tahtı terk ile dağlara düşeceğim geliyor.”

Anadolu’nun İslâmlaşmasında ve genel itibarıyla sünnî bir hüviyet kazanmasında tasavvuf erbabının tesiri büyüktür. Bu dönüştürücü ve ıslah edici tesir Selçuklu devleti sahasında başlamıştır. Alparslan’ın veziri Nizâmülk’ün tasavvuf erbabına büyük kıymet verip desteklemesi, ayrıca kurduğu Nizamiye medreselerinin alimlerin ve tasavvuf erbabının merkezi haline gelmesi, Selçuklu sahasında Ehl-i sünnet anlayışını pekiştirmiştir.

Zahirî ilimlerle tasavvufu meczeden Hüccetü’l-İslâm İmam Gazâlî rh.a. bu medreselerde yetişmiş ve bir dönem müderrislik de yapmıştır. Onun eserleri, özellikle İhyâu Ulûmu’d-Dîn Ehl-i Sünnet’in en temel kaynaklarından biri haline gelmiştir.

Tasavvuf erbabı, tarih boyunca Hz. Peygamber efendimizin sünnetine dayalı anlayış ve uygulama üzerine kurulu hayatın temsilcisi olmuştur. Nitekim Selçuklu Sultanı Sencer, Yusuf Hemedânî hazretlerine bir mektup yazarak “Ashab-ı Kirâm’ın yollarından ayrılmayan büyük şeyhin hayat tarzını bildirmelerini ve kendilerine bir Fatiha niyaz etmelerini” dilemiş ve elli bin altın göndermiştir. Yusuf Hemedânî hazretleri sultanın bu isteğini, halifesi Abdülhâlik Gücdüvânî hazretlerine Makamât’ı yazdırmak suretiyle yerine getirmiştir.

İslâm alimleri İslâmî ilimleri geliştirirken, mutasavvıflar da tebliğ ve irşad faaliyetleriyle İslâm’a hizmet etmişlerdir.

Tasavvuf erbabı genellikle ömür boyu aynı yerde yaşayıp ikamet eden kimseler değildir. Onlar dolaşıyorlar ve İslâm’ı, Sünnet’i anlatıyorlardı. Düşman karşısında zora düşüldüğünde bağlıları ile en ön safta savaşa katılıyorlardı. Arap Yarımadası, İran, Mâveraünnehr ve Orta Asya’daki bu durum Anadolu için de geçerlidir. Anadolu bu gönül erlerinin gayretleriyle fetholunmuştur. Fetih sonrası yerleşim ve halkın terbiyesi de büyük ölçüde bu zatların çabalarıyla gerçekleşmiştir. 17. yüzyılda yaşamış olan Karabaş Velî hazretleri işte bu kıymetli şahsiyetlerden biridir.

Arapkir’den Kastamonu’ya

Karabaş Velî hazretleri, 1611 yılında Arapkir’de doğmuştur. Asıl adı Alaeddin Ali’dir. Boyunun uzun olması dolayısıyla “Ali Atvel” (Uzun Ali), Halvetî tacı olan kara sarık bağladığı için “Karabaş” ve manen makam sahibi olduğu için de “Velî” denilmiştir. İsminden çok “Ali el-Atvel” yahut “Karabaş Velî” olarak bilinmiştir.

İlk tahsilini Arapkir’de yapmıştır. Daha sonra İstanbul’a gelerek Fatih medreselerinden birinde ilim öğrenmiştir. Daha sonra tasavvufa ilgi duyarak Kastamonu’ya gitmiş ve Şaban-ı Velî hazretleri dergâhında post-nişin olan İsmail Çorumî hazretlerine intisap etmiştir. Bir ara mürşidinin de isteğiyle Çankırı’ya giderek müridler arasındaki bazı tasavvufî meseleleri çözüme kavuşturur. İsmail Çorumî hazretlerinin vefatından sonra onun yerine geçen Muslihiddin Mustafa Efendi hazretlerinde seyr ü sülukunu tamamlar. Şeyhinin 1662 yılında vefat etmesi üzerine yıllarca Arap topraklarında dolaşır ve 1670 yılında tekrar İstanbul’a gelip Üsküdar’da Rumî Mehmet Paşa Camii’nde inzivaya çekilir.

Dört yıl süren bu dönemin ardından Atik Valide Sultan Camii’nin bitişiğindeki dergâha tayin edilir ve kendisine yapılan vaizlik teklifini de kabul buyurur. Burada beş yıl irşad ile meşgul olur ve şöhreti yayılır. Zamanın padişahı Sultan 4. Mehmed dahi vaazlarını dinlemeye gelmektedir. Çekemeyen bazı kimseler onun hakkında ileri geri konuşarak söylemediği bir sözü ona atfederler. Bunun üzerine Karabaş Velî hazretleri aynı yıllarda başka tasavvuf büyüklerinin de sürgün edildiği Limni adasına gönderilir. Orada dört yıllık mecburi ikametten sonra tekrar İstanbul’a döner.

Cami kürsüsünde bir velî

Karabaş Velî hazretleri cuma günleri Atik Valide Sultan Camii’nde vaazlarına devam eder. “Sefîne-i Evliya” yazarı Hüseyin Vassaf’ın aktardığına göre, halk cuma günleri koşarak camiye gelir ve camiyi doldururlarmış. Hatta yer bulabilmek için kuşluk vaktinde gelirlerse yer bulabilirler, namaza bir saat kala hiç yer kalmazmış. Karabaş Velî hazretlerinin vaazları halk üzerine büyük tesir uyandırır ve herkes ağlarmış.

Sultan 4. Mehmed, Limni sürgünü sonrası İstanbul’a dönen Karbaş Velî hazretlerinin vaazlarına yine devam eder. Sık sık Atik Valide Camii’ne selamlık yapmaya başlar. Anlatıldığına göre padişah vaaz esnasında hislenerek ağlar ve şöyle dermiş: “Bu Şeyh efendinin vaazı bana öyle tesir ediyor ki, İbrahim Edhem gibi tacı tahtı terk ile dağlara düşeceğim geliyor.” Kaynaklarda Karabaş Velî hazretlerinin tekrar sürgün gönderilmesine bu sözün sebep olduğu belirtilir.

Cuma günleri olunca, padişaha “Selamlık nereye?” diye sorulduğunda “Üsküdar’da Valide-i Atik Camii şerifine...” derlermiş. Bu arzunun sürekli tekrar etmesi, Sadrazam Kara Mustafa Paşa’nın dikkatini çeker ve padişahın dünya işlerinden el etek çekeceği korkusuna düşer. Karabaş Velî hazretlerini İstanbul’dan uzaklaştırma çaresini düşünür ve bulur. Padişahın haberi olmadan Karabaş Velî hazretlerine: “Padişahımız sizi Hicaz’a gönderme arzusundalar, yol masrafını gönderdiler.” diye teklifte bulunur. Gerçeği anlayan Karabaş Velî hazretleri: “A cânım, bizden bu kadar niye korktunuz? Biz padişaha tacı tahtı terk ettirmeden marifet sırlarını telkin edebilirdik.” der ve sonrasında Hicaz’a gitmek üzere yola koyulur.

İki sefer bir arada

Hac sonrası Medine-i Münevvere’ye gelir ve burada Mustafa Efendi’ye halifelik verir. Bu zat Edirne’de medfundur.
Daha sonra Mısır kafilesiyle yola koyulurlar. Mısır’a üç konak mesafede kırk bin hacının dinlenmek için çadır kurduğu bir yerde, hava gayet açık olduğu halde bir sel geleceğini keşfedip durumu hacılara bildirir. Hacılar derhal oradan ayrılırlar ve hemen şiddetli bir yağmur başlar ve oraları sel basar. Hacılar Karabaş Velî hazretlerinin bu kerameti sayesinde felaketten kurtulmuşlardır.

Birkaç gün sonra Karabaş Velî hazretleri hastalanır ve Nahil kalesi civarında, 3 Ocak 1686 günü vefat eder. Kale civarında Gaylan köyü hurmalığına komşu Şeyh el-Gazâli denilen bir zatın kabri yanına defnolunur.
Karabaş Velî hazretleri Hicaz’a giderken müritleri sorarlar: “Efendim! Bizim tesellimizle kim meşgul olacak?” Şöyle cevap verir: “Benim tacımın altında kimi görürseniz Karabaş Velî odur.” Nitekim yola çıkmadan sarığını Seyyid Muhammed Nasûhî hazretlerine verir.  Hüseyin Vassaf, bu tacın geçtiğimiz asırda hâlâ muhafaza olunduğunu aktarıyor.

Devam edecek.

Karabaşiyye Yolu

Karabaş Velî hazretleri ardında beş yüz civarında halife bırakmıştır.  Bunların her biri alim ve fazıl zatlardır. Zamanın insanları üzerinde maddi manevi tesirleri olmuştur.

Onun bıraktığı yolda, birçok yeni kol oluşmuş ve Osmanlı coğrafyasında geçtiğimiz asra kadar hizmete devam etmişlerdir.

Karabaş Velî hazretlerinin oğlu ve halifesi olan Mustafa Manevi Efendi hazretleri, Sokullu Mehmet Paşa Zaviyesi’nin postnişini ve Yeni Cami’nin de vaizi olarak irşada devam etmiştir. Şair bir zattır ve bazı tasavvufî eserler de kaleme almıştır.

Yine Hasan Ünsî Efendi hazretleri, Karabaş Velî hazretlerinin bir diğer halifesidir. Bu muhterem zat henüz yirmi yaşında iken Ayasofya’da Beyzâvî Tefsiri okutmuştur. Dergâhında salı günleri Mesnevî okurmuş ve meclislerine ulemadan bir çok kimse katılırmış. 

Her iki halife de, diğer halifeler gibi birçok halife yetiştirmiştir.


Kastamonu’dan Kuzey Afrika’ya

Şaban-ı Velî hazretlerinin silsilesinden gelen Karabaşiyye kolu, daha sonra Bekriyye koluyla Arap ülkelerine yayılmış ve 18. yüzyılın sonlarına doğru Kuzey Afrika’daki Ticâniyye kolu doğmuştur.

Fas’lı Seyyid Ahmed Ticânî hazretleri Kuzey Afrika’da birçok ülkeye ulaşmıştır. Hızla yayılan bu kola mensup zatlar, Ehl-i Sünnet yolunda gayret göstermişler ve pek çok talebe yetiştirip farklı şehir ve ülkelere göndermişlerdir. Bu kişiler de gittikleri her yerde hizmet için gayret sarfetmişlerdir. Sefine-i Evliya’da bu kol ile ilgili genişçe bilgi mevcuttur.