๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 24 Ağustos 2011, 11:01:27



Konu Başlığı: İzlere Basarak Yolda Olmak
Gönderen: Zehibe üzerinde 24 Ağustos 2011, 11:01:27
İzlere Basarak Yolda Olmak


Ocak 2008 - 109.sayı


Elvida ÜNLÜ kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Muhakkak ki Rabbimin yolu dosdoğru yoldur. Ve O, öğüt alırız diye bize nice işaretler gösterir, ayetlerini açıklar. ‘Hüsrandasınız..’ der, ‘birbirinize sabrı ve hakkı tavsiye etmezseniz hüsrandasınız.’

Şahit ol Rabbim!
Bugün Rasulünün izine basarak yol alanlar var. Ve onlar bize senden nice öğütler getiriyorlar. Kucaklar dolusu hediyeler.
Nimet bileceğiz Rabbim.
Öğüt alanlar olacağız!
Eğer Öğüt Alırsanız
“Şüphesiz biz seni hak ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Bakara, 119)
“Ey Kureyş, buraya gelin!
Büyük bir iş karşısında bulunuyorsunuz.
Allah’tan, onun azabından yine onu birleyip, ona ibadet ederek korunun.”

. . .

“Ey Kureyş bana cevap verir misiniz? Ben size şu dağın ardından bir düşman ordusu geliyor desem bana inanır mısınız?”
Evet, inanırız, evet inanırlar!
“Öyleyse ben size ileride şiddetli bir azap günü bulunduğunu, günahkârların o zaman azaba uğrayacaklarını haber vermeye ve azaptan sizi men etmeye görevliyim.”

. . .

“Ey Kureyş benimle sizin durumunuz, düşmanı görüp de ailesini kurtarmak üzere koşan, onları uyaran kişinin haline benzer.”
Allah Rasulü s.a.v.’in ilk davetidir.
Yanlış yolda hızla koşan insanların önüne durmuş ve ‘durun’ demiştir.
“Ben size bir uyarıcı ve müjdeciyim.”
“Rabbimin nimetleriyle müjdeler ve onun azabına karşı uyarırım.”
“Eğer öğüt alırsanız!..”

O Konuştuğunda

Ne güzel anlatırdı.
Tane tane…
Sanılırdı ki o inci tanesi dişlerin her birinden tek tek çıkıyor, damla damla dökülüyor kelimeler.
Öyle akardı insanın içine, öyle işlerdi.
Ve O, Abdullah bin Mes’ud r.a.’ın dediğine göre, vaaz ve nasihat konusunda insanlara bıkkınlık gelmesin diye hallerine bakar ona göre gün ve saat kollardı.
Ve nasihat ederken hayatı ne kadar kolaylaştırır, Allah’a giden yolları ne kadar yakınlaştırırdı.
Yine Ashab-ı Kiram’dan Ebu Zer r.a. bir gün O’na:
– Bana tavsiyede bulun ya Rasulallah, diye ricada bulundu. Efendimiz s.a.v. şu nasihati buyurdu:
Sana Allah’tan korkmanı tavsiye ederim. Çünkü Allah korkusu her işin başıdır.
Kur’an’ı oku, Allah’ın zikrine sarıl. Çünkü zikrullah senin için yeryüzünde ışık, gökte de saklanan bir azıktır.
Sakın çok gülme. Zira çok gülmek kalbi öldürür, yüzünün nurunu söndürür.
Çok konuşmamaya çalış. Çünkü bu şeytanın senden uzaklaşması için bir vesile, dinini koruman hususunda da bir yardımcıdır.
Fakirleri sev, onlarla yakın ol.
Senden aşağıdakilere bak, senden üstünlerine bakma. Bu, Allah’ın sana verdiği nimetleri küçümsememen için en uygun yoldur.
Acı da olsa hakkı söyle!”

Düşünüp Öğüt Almaz mıyız?

“Yetimin malına yaklaşmayın. Rüştüne erişinceye kadar en güzel şekilde ilgilenmeniz başka…
Ölçme ve tartmayı tam bir dürüstlükle yapın.
Biz hiç kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemeyiz. Birileri hakkında söz söylediğiniz zaman, akrabanız da olsa adaleti gözetin.
Ve Allah’a verdiğiniz söze sadık kalın.
İşte Allah size iyice düşünesiniz diye bunları emretti.” (En’am, 152)
Düşünüp öğüt alanlar o günlerden bu günlere ulaştırdılar.
Birisi İbn Mesud r.a.’a gelerek:
“Bana özlü ve faydalı birkaç kelime öğret.” dedi. İbn Mesud r.a. şunları tavsiye etti:
“Allah’a ibadet et! Ona hiçbir şeyi ortak koşma. Kur’an nereye giderse sen de birlikte git. Sana hakkı getiren biri, sana uzak, hatta kızdığın biri de olsa kabul et. Bâtılı getiren ise dostun, yakının da olsa onu yüzüne çarp!”

Henüz Öğüt Alabiliyorken

Müminlerin halifelerinden Hz. Ömer r.a. insanlarla münasebet hakkında şu tavsiyelerde bulunmuştur:
“Seni ilgilendirmeyen işlere karışma, düşmanlarından uzak dur. Yalnız emin dostlarına güven.
Hiçbir kıymet, güvenilir bir kişiye denk olamaz.
Fâcir kişiyle, haktan sapmış kimseyle dost olma, kötülüğünden sana da bulaşır. Ona sırrını da açıklama.
İşlerinde Allah’tan korkanlarla istişare et!”
Yine Hz. Ömer, oğlu Abdullah’a (Allah onlardan razı olsun) tavsiyelerle örülmüş şu mektubu gönderir:
“Allah’tan korkmanı tavsiye ederim. Çünkü Allah kendisinden korkanı korur, kendisine dayanana yeter.
Allah kendisi için borç verene bol karşılık lutfeder.
Şükredenin nimetini artırır.
Takva; gözlerinin dikildiği nokta, amelinin sütunu, gönlünün cilası olsun.
Niyeti olmayanın ameli, bir işi Allah için yapmayanın da ecri yoktur.
Şefkatli olmayana mal, eski giymeyene de yeni yoktur.”
Ve valilerinden birine gönderdiği mektubunu şöyle bitirir:
“… Çetin hesapla karşılaşmadan, imkanın varken kendini sorguya çek. Çünkü böyle yapan hoşnut olacağı ve imrenilecek bir sonuca ulaşır.
Kimin de yaşantısı kendini oyalar, günahları onu meşgul ederse, onun da sonu pişmanlık ve hayıflanmaktır.
Sana yapılan öğütleri hatırla ki yasaklandığın şeylerden vazgeçesin.”

O Yıldızlar

Onlar Allah Rasulü s.a.v.’in arkadaşları, göğümüze yıldız, önümüze ışıktır. Dostlardır bize ve ne güzel söyler hâlâ ışır, ışıtırlar.
Übey b. Ka’b r.a. şöyle nasihat ediyor:
“Bir kul Allah için bir şeyi bıraktığında, Allah ona hiç ummadığı yerden o bıraktığından daha hayırlısını verir.
Bir kul da bir malı meşru olmayan şekilde alırsa, Allah o kulu akıl erdiremeyeceği şekilde günaha müptela kılar.”
Hz. Ali r.a. da şu özlü tavsiyelerde bulunur:
“Hayır, mal ve evladın çok olması değildir. Hayır; ilmin çok, hilmin büyük olması, iyilik yaptığında Allah’a hamdetmen, günah işlediğinde Allah’tan mağfiret dilemendir.
Dünya şu iki adama ne kadar hayırlıdır:
O işlediği günahın ardından hemen tevbe eder. Hayırlara koşar.
Takva ile yapılan bir amel küçümsenmez, az görülmez. Öyle ya, kabul edilen bir amelden daha büyük ne vardır?”

Ahiret Azığı

Bir gün Ebu Zer Gifarî r.a. Kâbe’nin yanında ayağa kalktı ve şöyle seslendi:
– Ey İnsanlar! Ben Gifarlı Ebu Zer. Hayrınızı isteyen, bu müşfik kardeşinizin yanına gelin!
Bu çağrı üzerine insanlar etrafına toplandılar. O şöyle devam etti:
– Yolculuğa çıkarken yanınıza varacağınız yere kadar yetecek azık almaz mısınız?
– Alırız, dediler. Ebu Zer r.a:
– Peki, çıktığınız seferlerin en uzunu hangisidir? Elbette en uzun sefer kıyamet yoludur. O halde bu yolculukta size yarayacak azığı alın.
– Bize yarayacak azık nedir, diye sordular. Ebu Zer r.a. cevapladı:
– Ahiretin büyük işlerine karşı felaketlerinden korunmak için çok sıcak günlerde oruç tutun.
Kabir ıssızlığından korunmak için gecenin zifiri karanlığında iki rekât namaz kılın.
Büyük günde hesap mevkiinde duracağınızı düşünerek hayırlı şeyler söyleyin, yoksa susun.
Helal yoldan kazandığınız malı ikiye bölün. Birini ailenize, çocuklarınıza harcayın. Diğerini ahiretiniz için gönderin. Üçüncü parçanın zararı vardır, yararı olmaz onu istemeyin.

Kalp Rabbe Dönüktür, Dil Kime?

Zeyd b. Sabit, Übey b. Ka’b’a (Allah onlardan razı olsun) şu mektubu gönderdi:
“Allah kalbi bir idareci, dili de kalbin tercümanı yapmıştır. Dil kalbin gösterdiği yoldan gider, ona boyun eğer. Kalp dile hükmettiğinde ağızdan çıkan söz yapıcı, mutedil olur. Dil için kayma ve sürçme olmaz. Kalbi dilinin önünde olmayanın sükunet hali yoktur.

Kişi sözünü diline bırakır da kalbi dilinin söylediklerine karşı çıkarsa bu sözler kişiyi küçük düşürür.

Kişi sözünü tartarak söylerse konuşacağı yeri bilir. Cimrinin lafı bol, yardımı kıttır. Çünkü kalbi diline değil, dili kalbine hakimdir.

Yine o söylediklerini unutup hareketleriyle tasdik etmeyenlerin, şereften yoksun olduklarını görürsün.

Başkalarının ayıplarını görüp kendi kusurlarını önemsemeyen, emredilmediği şeyleri yapmaya zorlanan kimse gibidir.”

Allah Seninleyse


Bir sözdür ki kalbi deler geçer. Savaşlarımı bitirir, kavgalarımı sona erdirir.
Peşinde koştuklarım, hayalini kurduklarım o sözün altında erir gider.
Ebu Kutâbe Emevi halifelerinden Ömer b. Abdülaziz’in yanına gitti. Halife, “Bana nasihat et.” dedi. Zira halife sahabinin ahlâkıyla ahlâklanmıştı. Ebu Kutâbe şöyle dedi:
– Adem a.s.’dan bugüne kadar senden başka halife kalmadı.”
Halife biraz daha nasihat istedi. Ebu Kutâbe:
– Eğer Allah Tealâ seninleyse neden korkuyorsun? Yok eğer seninle değilse, kime sığınabilirsin?
Bu nasihat karşısında halife sarsılmıştı. “Bu söz bana yeter.” dedi.
Yeri geldiğinde bir kölesinden nasihat alan halife Ömer b. Abdülaziz son cuma hutbesinde halka şu nasihatlerde bulunmuştur:
“… Ahiret alemine gidenleri her gün uğurluyoruz ve gönderdiğimiz kabirlerde kara toprak altında yataksız, yastıksız tek başına bırakıp dönüyorsunuz.
Ölüm acısını duyan o fanilerin hali ne kadar acılı ve ibretli… Tanımadıkları bir aleme sefer etmişler, sevdiklerinden ayrılmışlar. Gelip geçici emanet bir hayatın gaflet uykusundan uyanmışlar, ama iş işten geçmiş, telafi imkanı elden çıkmış, naz ve nimet içinde beslenmişlerken yatak ve yastıkları kuru toprak olmuş, terk ettikleri dünya malından istifadeleri yok. Yaptıkları, incir çekirdeği kadar da olsa, bir hayrın imdadını bekliyorlar. Düşünmeye değer bu hallerden ibret almaz mısınız?
Ey cemaat! Zannetmeyin ki kendimde bir büyüklük gördüğüm için size böyle nasihat ediyorum. İçinizde belki benden daha ziyade Allah Tealâ’nın rahmet ve mağfiretine muhtaç kimse yok. Ben hem kendim hem de sizin için rahmet ve mağfiret diliyorum. Yüce Allah’ın kitabını, peygamberin güzel ahlâkını kendinize örnek yapınız. Kurtuluş ancak bundadır.”
Bu onun son hutbesiydi. Gözyaşlarını tutamadı ve evine doğru son kez yürüdü.

Seninle Buluşmak


Allah Rasulü s.a.v.’in daveti hâlâ sürüyor, sürecek. İlim sürdükçe, ondan aldıkları ilme bürünenler oldukça…

Hani O diyordu ya “Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara duyursun. Olabilir ki bildirilen kimse burada bulunup da işitenden daha iyi anlayarak onu tutar.”
Onlar duydular, duyurdular.

Orada, o zamanda değildik. Lakin bizler de duyduk. Sen nasihat ettin:
“Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin.”
“Ne zulmedin ne de zulme uğrayın.”
“Kadınların hakkını gözetin ve bu hususta Allah’tan korkun.”
Ve son nefesine kadar bizlere anlattın:
“Buluşacağımız yer Kevser havuzunun kenarıdır. Orada benimle buluşmak isteyenler ellerini ve dillerini günahlardan çeksinler.”

. . .

Ey Allah’ın Rasulü!
Arkadaşların birbirinden güç aldılar, birbirine kenetlendi, birbirine ve bize dost oldular. Tavsiye ettiler, tavsiye aldılar.
Nimet bildiler kendilerine geleni, hoş karşıladılar.
Biz de öğüt alanlardan, nasihati nimet bilenlerden olacağız.
Çünkü biz de düşünen, ibret alan insanlarız.
Çünkü biz de daveti ilk günkü sıcaklığı, heyecanı, coşkusuyla duyanlarız.
Çünkü bize de o şevk ve heyecanla geliyor davet.
Ey Sevgili!
Toprak ve gök şahittir. Toprağın üstündekiler ve göğün altındakiler zerre zerre, tek tek şahittir.
Bizlere duyurdun. Bizlere hakkı tebliğ ettin. Ve şahittirler ki ilmin sürüyor.
Kardeşlerim dediğin bizler davet ediliyoruz.
İzler, daha şimdi ayak basmışsın gibi taze, diri.
Ve yol sürüyor…