๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 10 Kasım 2011, 00:05:55



Konu Başlığı: Îslam Dünyası
Gönderen: Zehibe üzerinde 10 Kasım 2011, 00:05:55
Îslam Dünyası


Kasım 2005 - 83.sayı



Halil AKGÜN kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.


İslam dünyası, askerî işgallerden ekonomik sıkıntılara, eğitimden kimlik bunalımına kadar pek çok alanda devâsâ sorunlarla boğuşuyor ve bu sebeple beklenen atılımı bir türlü gerçekleştiremiyor. Müslüman ülkeler, ulusal düzeyde olduğu gibi uluslar arası düzeyde de çözüme yönelik çaba gösteriyor. Eylül ayında Mekke'de olağan toplantılarından birini gerçekleştiren İslâm Konferansı Örgütü (İKÖ) de bu çabalardan biri.

İslâm dünyası, tarihinin kritik dönemlerinden birini yaşıyor. Küresel kapitalist sistemin çepeçevre kuşattığı müslüman toplumlar, kendi kimlik değerlerine sahip çıkarak ayakta durmaya çalışıyorlar. İslâm'ın bir din ve medeniyet olarak onlara kazandırdığı ben-bilinci her gün yeni bir saldırıya uğruyor. Irak'ın işgalinden MTV'ye , televolecilikten çıplaklık kültürüne kadar onlarca mevzide savaş veriliyor. İslâm dünyasının iç dinamiklerinin ona aşıladığı kimlik bilinciyle, kendi dışındaki dünyanın onu sıradan bir pazar haline getirme arzusu, müslüman kitleler arasında derin bir gerginliğe yol açıyor.

Külde saklı kor

Hıristiyan, Çin, Hint, Latin Amerika ve Afrika medeniyetlerinin bugünkü durumuna baktığımızda, İslâm medeniyetinin seküler Batı kültürü karşısında ayakta durmaya devam eden tek medeniyet olduğunu görüyoruz. Fukuyama gibi batılı yazarlar Batı'nın liberal ekonomik ve siyasi sistemine direnen tek merkezkaç gücün İslâm dünyası olduğunu söylüyor. Kimilerine göre bu direniş bir medeniyetler çatışmasının temelini oluşturuyor.

İslâm dünyası bu gücünü, askeri ve ekonomik imkanlarından değil, sahip olduğu medeniyet tecrübesinden alıyor. Bugün müslüman toplumların yaşadığı sosyo-ekonomik sorunların onda biri dahi Amerika'da yahut bir Avrupa devletinde yaşanıyor olsaydı, anarşi çıkar, toplumu bir arada tutmak mümkün olmazdı. Müslüman toplumlar, küresel hale gelen ahlâksızlık ve çıkarcılık kültürüne karşı direniyor ve temiz kalmaya çalışıyor. İslâm dünyasını geri kalmakla suçlayanlar aslında “Siz neden ahlâksızlık kervanına katılmıyorsunuz?” diyorlar, ama bunun farkında değiller.

Küreselleşmeden farklılığa, askeri işgallerden eğitimsizliğe kadar pek çok sorun İslâm dünyasının önünde bir blok olarak duruyor. Bu yüzden müslüman ülkeler kendi potansiyellerini hayata geçiremiyor ve dış müdahalelere karşı zayıf hale geliyorlar. İslâm dünyasının yaşadığı özgüven krizi, bu sorunları daha da derinleştiriyor.

Bir örgüt; yapılanlar, yapılamayanlar

Bu sorunlara çözüm aramak için İslâm Konferansı Örgütü (İKÖ), 9-11 Eylül tarihleri arasında Mekke'de bir toplantı düzenledi. İslâm dünyasının önde gelen alim ve aydınlarının katıldığı toplantıda siyasi, ekonomik ve kültürel sorunlar ele alındı. Mekke toplantısı, Aralık ayında yine Mekke'de yapılacak olan Devlet Başkanları Olağanüstü Zirvesi'ne bir ön hazırlık mahiyetindeydi. Alim ve aydınların çözüm önerileri Aralık zirvesinde devlet başkanlarına sunulacak ve somut adımların atılmasına çalışılacak.

Toplantının ayrıntılarına girmeden önce, İslâm Konferansı Örgütü (İKÖ) hakkında kısaca bilgi vermekte fayda var. İKÖ, 1969 yılında Mescid-i Aksa'ya bir İsraillinin saldırması üzerine kurulmuştu. İKÖ'nün kuruluş amacı, Kudüs'ün müslüman kimliğini muhafaza etmek ve yahudi yayılmacılığına karşı Filistinli müslümanların haklarını savunmaktı. Sonraki yıllarda görev alanını genişleten İKÖ, İslâm dünyasının en büyük uluslar-ötesi kuruluşu olma misyonunu üstlendi. Siyaset, ekonomi, kültür ve bilim alanlarında çalışmalar yapan İKÖ'nün şemsiyesi altında, İstanbul'da bulunan IRCICA ve İslâm Kalkınma Bankası gibi çeşitli alt kuruluşlar var.

İKÖ'nün son 36 yıllık tarihine baktığımızda, karşımızda karamsar bir tablonun olduğunu görüyoruz. İKÖ, çeşitli iç ve dış nedenler yüzünden kuruluş gayesi olan Filistin konusunda hemen hiçbir somut başarıya imza atamadı. İsrail 1967 öncesi sınırlarına geri çekilmediği gibi, Kudüs müslüman kimliğini her gün biraz daha yitiriyor. Filistinli mültecilerin haklarını kimse savunamıyor. Asıl endişe verici gelişme ise, İslâm dünyasının Filistin davasını unutmuş bir edayla hareket ediyor olması.

Oysa İKÖ, İslâm dünyasının en büyük uluslararası kuruluşu olarak, çok daha dinamik ve saygıya değer bir kimliğe sahip olmalıydı. İKÖ'nün şu ana kadar yaptığı, onlarca toplantı düzenleyip, yüzlerce deklarasyonda bulunmaktan öteye geçmiş değil. İKÖ'yü İslâm ülkelerinde kimse tanımıyor. Kimse İKÖ'ye , “İslâm dünyasının Birleşmiş Milletleri” gözüyle bakmıyor. Peki bu neden böyle? İslâm ümmetinin ortak aklını ve vicdanını temsil etmesi gereken İKÖ, neden böylesine âtıl?

İKÖ kimi ne ölçüde temsil edebilir?

Bunun temel bir sebebi var. Ulus-devlet kimliğiyle İKÖ gibi ulus-devlet ötesi bir kimliğe ait olmak arasında köklü bir gerilim var. Ulus-devlet kendi dışındaki bütün kimlikleri ve yapıları bir rakip olarak görüyor. Ulus-devlet zaten başından beri bir meşruiyet sorunuyla karşı karşıya. İslâm dünyasında hiçbir ulus-devlet müslüman toplumların doğal değişim süreçleri neticesinde ortaya çıkmadı. Bilakis hepsi tepeden inmeci politikalarla geniş halk kitlelerine empoze edildi. Ve bu çoğu zaman modernleşme, kalkınma, demokratikleşme adına yapıldı.

İKÖ gibi hem değer yüklü olan, hem de ulus-devletin sınırlarını aşan kuruluşların ana sorunu, ulus-devlet ile rekabet edebilecek güçten yoksun olması. Zaten İKÖ, üye olan 57 müslüman ülkenin kontrolü altında. Bu ülkeleri ortak stratejiler etrafında birleştirip, ortak eylem planları geliştirmek imkansız derecesinde zor.

İKÖ ve benzeri kuruluşların meşruiyet krizini derinleştiren bir diğer sorunu, üye ülkelerin halklarını değil, hükümetleri temsil etmesi. Müslüman halkların arzu ve talepleri kendi hükümetlerine ne kadar yansıyorsa, İKÖ'ye de o kadar yansıyor. Oysa İslâm dünyasının en köklü sorunlarından biri, yöneten ile yönetilen arasındaki büyük mesafe.

Bu köklü sorunlarla boğuşan İKÖ'nün İslâm dünyasını küresel düzeyde temsil etme imkanı var mı? Bu soruya mevcut duruma bakarak olumlu cevap vermek pek mümkün değil. Fakat İslâm dünyası küresel meydan okumalara karşı cepheler oluşturmak ve küresel cevaplar vermek zorunda. Aksi halde içinde yaşadığımız kuşatılmışlık hali sürmeye devam edecek.

Bu yüzden İKÖ'nün yeniden yapılandırılması büyük önem arz ediyor. İKÖ'nün güçlendirilmesi ve dinamik bir kurum haline gelmesi sadece bölgesel sorunların çözümüne katkıda bulunmayacak, aynı zamanda müslüman toplumların bilinçaltında yatan ortak kader inancını da güçlendirecektir. Kendini yalnız ve terk edilmiş hisseden müslüman halkların, güçlü bir sese her zamankinden daha fazla ihtiyacı var.

Çıkış arayışları

Mekke'deki İKÖ toplantısında bu sorunlar etraflı bir şekilde ele alındı. Siyasi sorunlar başlığı altında İslâm ümmetinin küreselleşme karşısındaki durumu tartışıldı ve müslümanların uluslararası platformlarda daha etkin roller üstlenmesi gerektiği vurgulandı. Ortak bir kimlik ve kader inancının dayanışmanın birinci şartı olduğuna dikkat çeken katılımcılar, kendi sorunlarımızı çözmek için başkalarından medet umma zamanının geçtiğini söylediler. Yani İslâm dünyasının sorunlarını yine biz kendimiz çözeceğiz. Bu özgüvene ve medeni cesarete sahip olmak zorundayız.

İslâm ülkeleri arasında ekonomi, bilim, teknoloji, turizm ve eğitim alanlarında işbirliğinin artırılması çağrısında bulunan katılımcılar, İslâm ülkelerindeki fakirliğin bütün ümmet için bir utanç kaynağı olduğunu söylediler. Zengin müslüman ülkeler fakir ülkelere yardım etmeye davet edilirken, doğal afet ve diğer felaketlere karşı İslâm dünyası çapında fonların oluşturulmasının önemine dikkat çekildi. Aydınlar, İslâm ülkeleri arasında kültür turizminin yaygınlaştırılması gerektiğini de ifade ettiler.

Düşünce ve kültür alanında en büyük sorunun okuma-yazma yetersizliği ve cehalet olduğu vurgulandı. Eğitime İslâm ülkelerinin ayırdığı pay, milli gelirin çok az bir kısmını oluşturuyor. Bu yüzden gençler iyi eğitim almak için Amerika ve Avrupa'ya gitmek zorunda kalıyorlar. Oysa müslüman ülkeler dünya çapında eğitim kurumları kurabilecek tecrübe ve donanıma sahip.

Toplantının bir diğer önemli gündem maddesi, her tür aşırılık ve fanatizme karşı itidalli ve ölçülü olmanın gerekliliği idi. İslâm bir itidal dini olarak gönderildi. Dünya- ahiret dengesi İslâm'ın en önemli ilkelerinden birisi. Bu yüzden Kur'an müslümanlara “orta ümmet” diyor. Bu, bütün insanlık huzurunda müslümanların itidal yolunu izlemeleri anlamına geliyor. Nitekim klasik İslâm medeniyeti din-bilim ilişkilerinden ticaret hayatına kadar her alanda bir itidal kültürü inşa etmi şti.

Çağdaş müslüman toplumlar kurban edilmiş olma psikolojisiyle ve intikam alma hissiyle itidalli olmayı küçümser hale geldiler. Sanki iki yanlış bir doğru edermiş gibi, kötülüğe kötülükle karşılık verme temayülündeler. Şüphesiz kimsenin hakkının yenmesine göz yumulamaz. Fakat intikamın da ölçüsü olmak zorunda. Şiddet yanlısı hareketler, hak ve adalet mücadelesi adına ölçüyü kaçırdıklarının farkında değiller.

İslâm dünyasının bu köklü sorunlara çözüm bulma çabası, sadece müslüman ülkeleri ilgilendirmiyor. İslâm coğrafyası dünya sistemi içinde öylesine merkezi bir yere sahip ki, Endonezya veya Afganistan'daki bir gelişme, New York ve Londra'daki gidişatı doğrudan etkileyebiliyor. Müslüman toplumlar sahip oldukları bu stratejik önemin sanki farkında değiller. Oysa İslâm dünyası, coğrafyası, kaynakları ve zengin medeniyet tecrübesiyle insanlık için vazgeçilmez bir değerdir. Bugün dünyadaki büyük sıcak çatışmaların önemli bir kısmının müslüman ülkelerde cereyan etmesinin ana sebebi bu vazgeçilmezliktir.

Bütün bu sorunların üstesinden gelmek, sabırlı ve sistemli bir çalışmayı gerektiriyor. İslâm dünyasının birlik ve beraberlik içinde hareket etmesi, bu süreci her zaman olumlu yönde etkileyecektir. Bu yüzden İKÖ gibi kuruluşların yabana atılamaz bir önemi var. İKÖ'nün reforme edilerek İslâm ümmetinin sözcüsü haline gelmesi, bazı yaraların sarılmasına vesile olabilir. Umarız, yeni dönemde İKÖ bu misyonu üstlenir.

İslâm dünyası bütün sorunlarına rağmen insanî bir varoluş biçiminin son kalesi olma vasfını muhafaza ediyor. İslâm dünyasının içinde bulunduğu darboğazdan kurtulması, sadece 1.2 milyar insanın değil, bütün insanlığın hayrına bir gelişme olacaktır.