๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 16 Ekim 2011, 14:29:43



Konu Başlığı: Huzura Hasret Bir İslâm Diyarı
Gönderen: Zehibe üzerinde 16 Ekim 2011, 14:29:43
Huzura Hasret Bir İslâm Diyarı: Yemen



Kasım 2006 - 95.sayı

Ahmet MİROĞLU kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.


    “Kâbe’nin Sağına Düşen Ülke”


    Bu topraklar, adını Kâbe’nin sağına yahut güneşin doğusuna düştüğü için veya ülkeye yerleşen ilk sakinleri diğer Araplardan ayrılıp sağa yöneldikleri için Arapça sağ taraf anlamına gelen “yemîn”den almıştır. Bir rivayete göre ise söz konusu isim aynı adla anılan ünlü bir komutanın hatırasını taşımaktadır.

    Grekler ve Romalı coğrafyacılar, Yemen’i mesut, bahtiyar, mutlu diye tercüme etmekteydiler. O zamanlar Arap Yarımadası’nın Şam bölgesinin güneyine düşen kısmı Mesut, Bahtiyar Arabistan diye anılıyordu. Bu, Yemen’in aşağı yukarı Peygamberimiz s.a.v. zamanındaki sınırlarına uymaktadır.

    Yemenlilerin aslı Nuh a.s.’ın çocuklarından Sâm’a bağlanır. Rivayete göre tufandan sonra Babil’e yerleşen Sâm, burada uğradığı zulüm üzerine deniz yoluyla ulaştığı Arap Yarımadası’nın güneyine yerleşmiştir. Bir başka söylenceye göre ise Nuh a.s. dünyayı çocukları arasında paylaştırdığında, Yemen’in de içinde bulunduğu yeryüzünün orta kısımlarını Sâm’a vermişti.



Yemen, tarih boyunca çeşitli hanedanlar tarafından yönetilmiştir. Yemen’de kurulmuş olup, tarihi bilinen en eski ve önemli devletler Himyer, Sebe ve Kahlân devletleridir.

Kur’an-ı Kerim’de çeşitli münasebetlerle Yemen’den ve Yemen tarihinin genelde İslâm öncesine ait değişik dönemlerinden söz eden ayetler vardır. Peygamberimiz s.a.v. davet mektupları çerçevesinde Yemen’e de bir mektup göndermişti. Bu sırada Yemen Pers (Furs, İran) nüfuzu altındaydı ve Bâzân adlı bir Farslı vali tarafından yönetiliyordu. Bâzân, Rasulullah s.a.v.’in davetiyle müslüman olmuş ve Peygamberimiz s.a.v. onun görevini sürdürmesine izin vermiştir.

Sahabi valiler devri


9/631 yılında Bâzân’ın vefat etmesi üzerine Allah Rasulü s.a.v. onun yönetimi altındaki bölgeleri Bâzân’ın oğlu Şehr, Ebu Musa el-Eş’arî, Yâli b. Ümeyye ve Muaz b. Cebel r.a. arasında paylaştırmıştır. Yaklaşık bir yıl sonra da Hz. Ali r.a.’ı halkı İslâm’a davet etmesi için Yemen’e göndermiştir. Hz. Ali r.a.’ın çalışmaları etkili olmuş, Yemen halkı kitleler halinde İslâm’a girmiştir. Hz. Ali İslâm çağrısını Aden’e kadar ulaştırmıştı. Peygamberimiz s.a.v.’in vefatı esnasında San’a bile İslâm’dan haberdar olmuştu. Allah Rasulü’nün Yemen’i bu kadar çok görevli ile idare etmesinin hikmeti ülke tarihi incelendiğinde daha net anlaşılmaktadır.

Hz. Ebu Bekir’in ve Hz. Ömer’in halifelikleri zamanında bölge tamamen İslâm hakimiyetine girmiştir.

Abbasîler devrinde Yemen sürekli karışıklara sahne oldu. 569/1174’de ortaya çıkan İbn Mehdi adlı karanlık şahıs, bölgeyi ele geçirip adına hutbe okutmaya başladı. İbn Mehdi, Kâbe yerine zalim babası için altın ve gümüşten yaptırdığı türbeyi ziyareti zorunlu hale getirdi. Buraya hediyeler getirilmesini şart koştu.

Durum Selahaddin Eyyubî’nin müdahalesine yol açtı. Müdahalenin akabinde Yemen Eyyubîlere bağlı bir eyalet konumunu aldı. Eyyubîlerin ardından Gassanîler ve onlardan sonra Rasulî hanedanı tarafından yönetilen Yemen’de birçok olay meydana gelmiştir. Özetle söyleyecek olursak, Yemen 820’ye kadar halife tarafından gönderilen valilerce yönetilmiş, bu tarihten sonra ise ülkenin değişik bölgelerinde değişik idareler kurulmuştur.

Portekizli saldırganlar


1446-1538 tarihleri arasında Yemen’in büyük bir kısmı üzerinde Tâhirîler hüküm sürmekteydiler. Bu dönemde Yemen, İslâmiyet’i kabul edişinden beri ilk defa batılılarla karşılaştı. O sıralarda güçlü bir donanmaya sahip olan Portekiz Yemen’i ele geçirmeye kalkıştı. Portekizliler Ümit Burnu’nun keşfinden yararlanarak doğunun zenginliklerini batıya taşımak ve Hıristiyanlığı yaymak amacıyla hareket ediyorlardı. Amaçlarını gerçekleştirmek için stratejik açıdan Yemen kıyılarına hakim olmaları gerekiyordu. Müslümanların elinde bulunan Kudüs’e karşılık Cidde ve Mekke’yi zapt etmeye niyetlenmişlerdi. Onun için öncelikle Yemen kıyılarına saldırdılar. Babü’l-Mendeb Boğazı’nı zapt ederek Kızıldeniz’e müslüman gemilerinin girmesini önlemek ve Uzak Doğu’dan gelecek hacıların yollarını kesmek istiyorlardı.

Fakat Portekizliler önce Memlûklerin, sonra Osmanlıların direnişi karşısında hiçbir zaman Kızıldeniz’e egemen olamamışlardır. Memlûklere karşı arada bir galip gelmelerinin sebebi, ateşli silahlara sahip olmaları ve denizcilikteki maharetleridir. Zamanın Memlûk Sultanı Kansu Gavrî Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim’den çekindiği için gerektiğinde sığınmak gayesiyle Yemen’i kendisine bağlamak istemiştir. Yemenlilerin Portekizlilere karşı yardım talebine biraz da bu niyetle karşılık veren Sultan Gavrî’nin askeri ekibi Yemen topraklarında icraatlarını sürdürmekte iken, devreye Osmanlı Devleti girdi.

“Kuru cihangirlik davası” değil

Osmanlı Devleti’nin Yemen’e müdahalesi “kuru cihangirlik davası” için değil, bilakis Allah rızası, yani din davası içindi. Onlar Hindistan’daki ve Yemen’deki din kardeşleri ile Mekke’yi sömürgeci Portekiz’e karşı korumak derdindeydiler. Üstelik Portekizliler Osmanlıların savaş halinde bulunduğu İran Safevî yönetimiyle anlaşma yaparak bir anlamda Osmanlılara karşı cephe almış bulunuyorlardı. Üstelik Portekizlilerin Arap Yarımadası’nın güneyini işgal ettikten sonra kuzeye doğru ilerlemelerini engellemek gerekiyordu. Ama Yemen’in Osmanlı Devleti’ne bağlanması bir anlamda kendiliğinden oldu.

Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı aldığını duyan Emir İskender artık Osmanlılara tabi olduğunu bildirerek, San’a’da hutbeyi Yavuz adına okutmaya başladı. Ancak bazı Çerkezlerle Yemenlilerin bu durumu kabul etmemeleri üzerine Devlet-i Aliyye Yemen’i Hadım Süleyman Paşa eliyle Osmanlı topraklarına dahil etmiştir.

Ne var ki valilerin beceriksizliği yüzünden Yemen uzunca bir süre Zeydî imamların yönetimine terk edilmiştir (1598-1848). Bu zaman dilimi Yemen açısından bir tür fetret devresi sayılır. 1833’te Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın Yemen’le ilgilenmeye başlaması yeterli olmamıştır. Yemen’in Osmanlılarca ikinci defa devlete bağlanması, ancak 1849 yılında gerçekleşebilmiştir. Bu tarihten itibaren Yemen bazen valilik, bazen mutasarrıflıkla idare edilmiştir.

Yemen stratejik, jeopolitik ve ticari bir merkez konumundadır. Bu bakımdan hayli önemli bir mevkidedir. Zira Babü’l-Mendeb Boğazı Aden Körfezi’nden Kızıldeniz’e geçişleri kontrol altında tutar. Ayrıca Perim Adası, Şeyh Said mevkii ve Cibuti’nin teşkil ettiği üçgen, Babü’l-Mendeb’den geçecekler için bir sığınma yeri işlevi görür. Aden ise stratejik mevkiinin yanı sıra aynı zamanda önemli bir ticaret merkezidir. Moha ve Hudeyde şehirleri ile Kamaran Adası da yine önemli noktalardır.

Bilim adamı ajanlar


Batılılar onsekizinci yüzyılda başlattıkları sömürgecilik hareketi çerçevesinde Yemen’le ilgilenmeye başlamışlar ve mükemmel surette konuştukları Arapçaları ile yerli halk üzerinde etkili olmuşlardır. Özellikle doktor kisvesi altında faaliyet yürüten misyonerler ve kâşifler, Osmanlıları sömürgeci, kendilerini ise kurtarıcı olarak göstermeye çalışmışlardır. Danimarkalı, Fransız, İtalyan, Hollandalı, İngiliz... nice sözde bilim adamı misyoner bu uğurda görev üstlenmiştir. Bunlar yazdıkları eserlerde ülke tarihine, kültürüne, folklorüne... ilişkin önemli bilgiler toplamışlardır. Fakat öbür yandan kültür varlıklarını tahrip etmiş ve çok sayıda tarihi eseri yurt dışına kaçırmışlardır. Bugün batı kütüphanelerinde ve müzelerinde Yemen’den kaçırılmış binlerce kitabe, yüzlerce yazma eser mevcuttur.

İngilizler 19. yüzyılın başlarından itibaren Aden Körfezi’nde deniz güçlerini artırdılar, 1839’da da Aden’i işgal ettiler. Burayı üs edinen İngilizler, daha sonra Güney Yemen olarak bilinen bölgeyi işgal ettiler.

Çeşitli Avrupa devletlerinin Yemenlilere Osmanlılara karşı silah yardımı yapması, İngilizlerin Araplara bağımsızlık vereceklerine dair propagandaları, hatta İslâm Halifesi olarak İkinci Abdülhamid’in yerine Mekke Şerifliği’ne Yemenlileri getireceklerine dair boş vaatleri, halka Osmanlılara vergi vermemelerini telkin etmeleri, tutuklanan Yemen şeyhlerinin serbest bırakılması için Babıali’ye ültimatomlar vermeleri, şehirlerde Osmanlı bayrağı asılmasına engel olmaları... İngilizler adına olumlu sonuç vermiştir.

Buna bir de ileri görüşten yoksun, beceriksiz ve etkisiz Osmanlı yöneticilerinin Yemen’i sürgün yeri, kendilerini sürülmüş kimseler olarak görüp rüşvet ve irtikâba başvurması, emniyet güçleriyle, kabile şeyhleriyle veya yabancılarla anlaşarak ahalinin mallarına el koymaları, halkı ağır vergilerle yıldırmaları, İstanbul’a yanlış bilgi vermeleri, adlî kurumların iyi çalışmaması, Yemen’de hakim mezhep olan Zeydiye’ye göre Osmanlı hilafetinin meşru sayılmaması (Yemenli Sünnîlere göre ise meşru idi), Cemaleddin Efganî’nin hilafetin Osmanlılardan alınıp Yemen İmamı’na verilmesine dair düşüncelerinin yayılması... eklenince, iş çığırından çıkmış ve Yemen isyanı patlamıştır.

İsyanlar diyarı yanılgısı


İkinci Abdülhamid bütün bu sorunların üstesinden gelmek için türlü manevralar yapmış, bunlar kısmen başarılı olmuşsa da, yine de kesin bir sonuç alınamamıştır.

Bu yüzden Yemen “isyanlar diyarı” gibi algılanmıştır. Halbuki belli zümreler dışında geniş halk kitleleri, hatta yönetim kademesindeki kimseler her türlü olumsuzluğa ve aleyhteki onca İngiliz propagandasına rağmen Osmanlıya son derece bağlı idiler. Yedinci Osmanlı Kolordusu’nu Yemen’in kalbi sayılan Şerare Meydanı’nda toplanan halk gözyaşları içinde “Allah Osmanlıya yardım etsin” duaları ile uğurlamış ve uzun yıllar gittikleri caddeden geri dönecekleri günü beklemiştir.

En son kertede Osmanlı Devleti, Yemen meselesini halletmek için egemenlik hakkı saklı kalmak kaydıyla, orada özel bir yönetim kurulmasına izin verdi. 11 Ekim 1911 tarihinde imzalanan antlaşmayla 400 yıldır akan kan durmuş, aynı zamanda Trablusgarb ve I. Dünya savaşları ile Kurtuluş Savaşı süresince, hep dost olan güvenilir bir müttefik kazanılmıştır.

Hakikaten Mondros Mütarekesi’ne göre (16. madde) Yemen ve Asir’deki Osmanlı kuvvetlerinin en yakın İtilaf devletleri garnizonlarına teslim olmaları gerekirken, ne Yemen valisi ne de İmam Yahya bunu kabullenmemiş, türlü bahaneler ileri sürmüşlerdi. Yemenliler ülkelerinin İtilaf devletleri tarafından işgaline razı olmadıkları gibi, Osmanlı birliklerinin teslim olmasını da kesinlikle istemiyorlardı.

İmam Yahya, bununla da yetinmedi. Birinci Dünya Savaşı sırasında gerek hükümet ve gerekse ordu nezdinde, siyaseten ve maddeten çok büyük yardımlarda bulundu. Bu süre içinde hiçbir yabancı ve Osmanlı’ya düşman devletle münasebete geçmedi, yabancılarca yapılan her türlü teklifi reddetti. Tek bir Osmanlı neferinin bile Yemen’den ayrılmasını istemiyordu. Osmanlı Devleti ile yapmış olduğu antlaşmaya dayanarak, bütün yabancı devletleri, bilhassa İngiliz hükümetini protesto etti. Yegane maksadı Osmanlı ordusunun gitmemesi ve Osmanlı idaresinin eskiden olduğu gibi devam etmesi idi. Osmanlı kimliğinden ayrılmamak için çabaladı.

İmam Yahya’nın, bu konudaki tüm gayret ve uğraşları, Osmanlı kuvvetlerine verdiği teminatlar ve defalarca yaptığı açıklamalar, hiçbir zaman kabul görmemiştir. Dört sene içinde, Osmanlı ordusu ve yerli gönüllüler tarafından elde elde edilen büyük zaferler adeta yok sayılarak harp malzemesi ve cephanenin büyük kısmının depolandığı Lühec bölgesi kuvvetleri, tüm mühimmatıyla birlikte İngilizlere teslim olmuştur. Bu gelişme üzerine İmam derhal yeni bir hamle yaparak taze kuvvetler toplayıp cephe almış ve bunda da başarı sağlamıştır. Durum bu merkezde iken ve İmamın teslim olmamak konusundaki tüm uyarılarına rağmen, ordunun bazı komutan, asker ve memurları İngilizlere teslim olmuşlardır. İmam Yahya’nın almış olduğu tedbir ve kararlarla Yemen’in Osmanlı Devleti’ne bağlı kalması sağlanabilecekken, ne yazık ki yılgınlık, bıkkınlık, gevşeme ve atalet bu vatan parçasını Osmanlı’dan koparmıştır.

İç savaşlar dönemi


Özetle Kuzey Yemen herhangi bir Avrupa ülkesinin sömürgesi durumuna düşmeden 30 Ekim 1918’e kadar Osmanlı yönetiminde kaldı ve anılan tarihte bağımsız oldu. Türkiye, Lozan Anlaşması’nda Kuzey Yemen’in bağımsızlığını ve Güney Yemen’in İngiliz işgaline geçmesini resmen tanıdı.

Kuzey Yemen’in bağımsız olmasından sonra yönetim Zeydî imamlara geçti. Osmanlı Devletinin Yemen üzerindeki hakimiyetinin son bulduğu tarihte, Zeydîlerin dinî lideri olan İmam Yahya 1924’te kendisini Yemen kralı ilan etti. 1948’de öldürülünce yerine oğlu Ahmet geçti. 1962’de Ahmet’in tahttan çekilmesiyle yerine sadece 9 günlüğüne oğlu Seyfülislam geçti. Seyfülislam darbeyle tahttan indirildi ve Cumhuriyet ilan edildi. Abdüsselam da Cumhurbaşkanı oldu. Ancak iç savaş patlak verdi. İç savaş, Seyfülislam 1967’de tahttan tamamen feragat ettiğini açıklayana kadar sürdü. Ondan sonra Yemen değişik cumhurbaşkanlarınca idare edildi.

Güney Yemen ise 1967’de bağımsızlığını ilan edene kadar İngiliz işgalinde kaldı. Böylece Güney Yemen, Kuzey Yemen’den ayrı bir devlet oldu. Ülkede 1969 yılında komünist darbe yapıldı. Arap dünyasının ilk komünist devleti olan Güney Yemen’in adı da Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti olarak değiştirildi (1970).

Bugünkü Yemen


İki Yemen Nisan 1990’da bir birleşme anlaşması imzaladılar ve anlaşma uyarınca 22 Mayıs 1990’da birleşmeyi gerçekleştirdiler. Anlaşma 22 Kasım 1992’ye kadarki sürenin geçiş süresi olarak kabul edilmesini, sürenin bitiminde seçim yapılmasını ve geçiş dönemi sonrası idare mekanizmasının seçim sonuçlarına göre belirlenmesini öngörüyordu.

Ancak, Sosyalist Parti, geçiş dönemi sonunda yapılacak seçimlerde bir başarı elde edemeyeceğini anlayınca seçimin ertelenmesini ve kendisine seçim sonrası için bazı garantiler verilmesini istedi. Yapılan gizli görüşmeler sonunda seçimler 27 Nisan 1993’e ertelendiyse de Sosyalist Parti istediği garantileri alamadı. Seçimlerde de önemli bir başarı gösteremeyince parti lideri Ali Sâlim el-Beyd, kuzeyli yöneticileri suçlamaya başladı ve çok geçmeden başkent San’a’yı terk ederek Aden’e yerleşti. Bu olayları izleyen ithamlar 20 Şubat 1994’te silahlı çatışmaya dönüştü ve Yemen yeni bir iç savaşın içine sürüklenmiş oldu. Güney Yemen tarafı 12 Mayıs 1994’te Kuzey’den ayrıldığını bildirerek bağımsızlığını ilan ettiyse de, Kuzey Yemen yöneticileri bunu kabul etmeyerek isyancı Güney Yemen birliklerinin mevzilerine yönelik saldırılarını şiddetlendirdiler. Temmuz 1994 başlarında da Güney Yemen’in başkenti Aden’i ele geçirerek bütün Yemen’i yönetimleri altına aldılar.

Osmanlı’dan sonra sömürgecilik, saltanat ve komünizm dönemlerini yaşayan, acı günler geçiren, yıllarca iç savaşlarla uğraşan Yemen bugün tek bayrak altında bağımsız bir devlet olarak yaşamaya çalışmaktadır.

    Vatan Toprağını Maaş Almadan Bekleyenler


    Yemen’de görev yapan Osmanlı askeri erkânı ile memurları bir ara 40 ay maaş alamamışlar, büyük bir yoksulluk, hatta sefalet içinde görevlerini sürdürmüşlerdir. Yemen İmamı Yahya, geçinebilecekleri ölçüde para ve hububat yardımında bulunmasa belki de açlıktan ölümler yaşanacaktır. Nihayet Yemen Valisi Mahmud Nedim Bey, hükümete başvurarak, hak ettikleri maaşların hiç olmazsa bir kısmının ödenmesini talep eder.

    18 Nisan 1922 tarihinde toplanan Meclis-i Vükelâ, Osmanlı Hükümeti ile İtilaf devletleri arasında kesinlik ve geçerlik kazanmış bir antlaşmanın mevcut olmamasına ve hukuken Osmanlı Devleti’nin hiçbir parçasının terk edilmiş ve ayrılmış sayılamayacağına istinaden her türlü maddi ve manevi bağlarını korumakta olan Yemen’in de Osmanlı Devleti’nden ayrılmış sayılmasının caiz olamayacağına karar verir. Bunun üzerine Yemen’de bulunup da, Mondros Mütarekesi’nden sonra üstlerinin izniyle orada kalan komutan ve subaylarla, askeri memurların maaşlarının hemen ödenmesi için Harbiye Nezareti’nden gelen yazıyla, gerekli işlemlerin derhal başlatılması için Maliye Nezareti’ne talimat verilir.