๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 26 Eylül 2011, 12:37:10



Konu Başlığı: Hayatın Sahibi
Gönderen: Zehibe üzerinde 26 Eylül 2011, 12:37:10
Hayatın Sahibi



Kasım 2007 - 107.sayı


Elvida ÜNLÜ kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.


Gözü kapalı geçiyoruz yollardan. Zannediyoruz ki uyur uyanık geçip gittiğimiz, görmeden seyrine daldığımız yollar bir kısacık yoldur, sadece yoldur.

Yolu, yoldakini, karşımıza çıkanı, ardımızda kalanı, yeşil bir dalı, karlı bir dağ başını mı atlayıp geçiyoruz?

Kendi hayatımızdan gözü kapalı geçiyoruz.

Kendi hayatımızdan atlayıp geçiyoruz. Görmeden seyrine daldığımız manzaralar bizi görmüştür.

Peki, bizi ne halde görmüştür? Hangi halimize tanık olmuştur? Güneş hangi halimiz üzre doğmuştur?

Ve karanlık çökerken üzerimize hangi halde kapatırız günü?

Bir incecik ağaç dalı verdiğimize mi tanıktır, hayatı koparırcasına, hayattan koparırcasına aldığımıza mı?

Belki de sarı çiçekle halleşen gönül dilimizi unuttuk. Kim bilir.

Dağlar da Sever mi?

Efendimiz s.a.v. kadim bir dostunu ziyaret eder gibi zaman zaman Uhud Dağı’nı ziyaret ederdi.

Bir baba dostuna, bir yarana varır gibi varırdı dağın eteklerine.

Halleşir, dertleşirdi Uhud’la.

Sinesinde amcasını saklayan Uhud.

Şehit kanlarıyla yıkanan Uhud.

Bazı arkadaşları tavrını anlamakta zorluk çekerlerdi. O da buyurdu ki:

“Uhud bir dağdır. Lakin o bizi sever, biz de onu severiz.”

Uhud Dağı Medine’nin kuzeyindedir. Nebi s.a.v. Tebük seferinden Medine’ye dönerken Uhud’u görünce yine duygulanmış ve bu sevgisini dile getirmiştir:

“İşte dağcağız. O bizi sever, biz de onu severiz.”
...

Dağların gönlü var mıdır? Dağlar da sever mi? Üzülür, kederlenir mi?

O gelecek diye gözleri yolda bekler bekler mi?

...

Bir gün Efendimiz s.a.v. en yakın arkadaşları Ebu Bekir, Ömer ve Osman (Allah onlardan razı olsun) ile Uhud’a çıkmıştı da bu sırada dağ hareketlenmiş, deprenmişti. Allah Rasulü s.a.v. dağa seslendi:

– Ey Uhud, uslu dur! Bil ki üstünde bir peygamber, doğru seciyeli bir zat ve iki de şehit bulunuyor.

Doğru seciyeli zat Ebu Bekir r.a. idi. İki şehit de Ömer r.a. ile Osman r.a. idiler. Efendimiz s.a.v. arkadaşlarının şehadetine işaret ediyor ve dağı da şahit tutuyordu.

Yine Allah Rasulü s.a.v. bir dağın zirvesine çıktıklarında orada iki rekât şehadet, tanıklık namazı kılarlardı.

Dağı, dağın toprağını tanık tutardı secdelerine.

Tanık tutardı kulluğuna, tanık tutardı imanına.

Dağlar da sever elbet. Can taşıyan gönülsüz olur mu? Aşksız, sevgisiz, kedersiz olur mu?

“… Kalpleriniz katılaştı. Şimdi onlar taşlar gibi hatta daha katıdır. Çünkü öyle taşlar var ki, çatlar, bağrından sular akar. Öyleleri de var ki Allah’a olan saygısından dolayı düşer, yuvarlanır, yerinden oynar…” (Bakara, 74)

Güneşin Secdesi

“Her nevi varlığın kendi yaratılışına göre bir secdesi vardır.

Her varlık Allah’a karşı kendine göre ibadetini arz eder.

Gölgenin secdesi yere düşmesidir.

Güneşin secdesi de doğuştan batışa meyletmesi, doğup batmasıdır.” diyor Allah Rasulü s.a.v.

Rasulullah s.a.v.’in oğlu İbrahim vefat ettiği gün güneş tutuldu. Halk:

– Güneş İbrahim’in ölümünden ötürü tutuldu, dediler. Bunun üzerine Efendimiz s.a.v. şöyle buyurdu:

– Güneş ile ay hiçbir kimsenin ne ölümünden ne doğumundan dolayı tutulur. Fakat bunlar Allah’ın varlığına ve birliğine delalet eden ayetlerden iki delildir. Bunların “küsuf” (güneşin tutulması) ve “hüsuf” (ayın tutulması) hallerini gördüğünüzde namaz kılın. Allah’ı zikredin.

...

Gün batarken gerisinde kızıl bir gök
bırakarak güneş secdesini ifa etti.

Bugün de akşam oldu.

Akşam ezanları başlarken alnım secde yerini özler.

Sebepsiz Bir Ferahlık

Sarı çiçeğe halini sorardık bir zamanlar.

Sarı çiçekten halimizi sorardık.

Bilirdik ki bize bildirilenden, her mevcudat kendi lisanıyla konuşur, zikreder, kulluk eder.

Zikrine vesile olalım diye dalların, toprağa verir verirdik. Hayatta olmamızın şükrü için hayata verirdik.

Allah Rasulü s.a.v. buyurdular:

“Hiçbir müslüman yoktur ki, o ağaç diksin, tohum eksin de o ağacın, ekinin mahsulünden insan, kuş, kurt yesin de kendisi buradan istifade etmesin. Elbette o ektiğinden diktiğinden sevap alır.”

Yine Efendimiz s.a.v., Allah Tealâ’nın ağaç diken kişiye o ağacın verdiği meyve kadar sevap ihsan edeceğini söylüyor ve şöyle anlatıyorlar:


“Ağaç diken her müslüman için o ağaçtan yenilen her meyve sadaka olur. Yine o ağaçtan çalınan meyve de onun için sadaka olur. Vahşi hayvanların yediği de o kimse adına sadaka olur. Kuşların yediği de sadakadır. Her insanın o ağaçtan yiyip eksilttiği meyve de o ağacı diken müslümana ait bir sadakadır.”

Bir hanım sahabi kendisine ait bir hurmalıkta çalışmaktaydı. Oradan geçmekte olan Nebi s.a.v. hanıma sordu:

– Bu hurmalık kime ait, kim kurdu?

O hanım “Bize ait Ey Allah’ın Rasulü.” deyince Nebi s.a.v. şöyle buyurdu:

– Bir müslümanın diktiği ağacın meyvesinden, elinin ektiği mahsulden herhangi bir insan, bir hayvan yerse, o meyve ağacı diken müslüman için sadaka olur.

Ebu Derda r.a. Şam’da ağaç dikerken yanına birisi geldi. Şaşkın bir vaziyette sordu:

– Vay, sen Rasulullah’ın dostu ve arkadaşı olduğun halde ağaç mı dikmekle mi uğraşıyorsun?

Ebu Derda r.a. şöyle dedi:

– Dur, acele etme! Ben Rasulullah’ın şöyle dediğini bizzat işittim. “Bir kimse ağaç dikerse ve o ağaçtan bir insan ya da Allah’ın mahlûkatından herhangi biri yerse o meyve ağaç diken kimse için sadaka olur.”

...

Güneş bir karış yaklaştığında belki bir kuşun gölgelendiği dallar gölge olur üzerimize.

Yarım hurma hatırına ateş uzaklaşır. O ağacın dalları rüzgârda salındıkça sebepsiz bir ferahlık sarar içimizi.

Dallar Zikrettikçe

Allah Rasulü s.a.v. bir gün sahipleri azap gören iki kabrin yanından geçiyorlardı. Arkadaşlarına şöyle dediler:

– Bu kabirdekiler azap çekiyorlar, azap görmeleri çok büyük işler sebebiyle değil.

Sonra yaprakları koparılmış taze bir hurma dalı aldı. Bu dalı ikiye böldü. Bir parçasını bir kabre, bir parçasını da diğer kabre dikti. Arkadaşları sordular:

– Ey Allah’ın Rasulü, bu dalları niçin diktiniz?

Allah Rasulü s.a.v. şöyle buyurdu:

– Bu ağaçlar kurumayıp taze kaldıkça umarım ki azapları hafifler.

...

Dallar niyazda, yapraklar istiğfar eder.

Kuşlar gölgelenir kabrin toprağında.

Asude bir bahar ülkesidir şairin dizelerinde kabir. Serin selviler altında her seher bir gülün açtığı ve her gece bir bülbülün öttüğü...

Ve güllerin ahengi, bülbüllerin figanı altında yâr ile vuslat ümididir her ölüm.

Akşam Kapanırken

Allah Rasulü s.a.v. buyurdular:

“Kıyamet koparken sizden birinizin elinde bir hurma dalı bulunur da bu dalı kıyamet kopmadan dikmeye gücü yeterse, muhakkak onu diksin, bırakmasın.”

...

Kıyamet koparken, bir bir yıkılırken kurulu tüm düzenler…

Elindeki fidanı koy toprağa.

Hayata ver hayattan nefes aldıkça. Zira her nefes verilir.

Kendine bak. Alıp verdiğin bir tek nefesin hakkını ver.

İnsanlığa dair tüm ümitlerin tükendiğinde saksındaki çiçeğe su ver.

Ondaki kıpırdanışı seyret.

Akşam kapanırken perde perde, güneşin secdesine kulak kesil. Kulluğunu unutanlara değil.

...

Yağmurda yürüyor bir adam.

Toprakta ıslanıyor.

Ağaç yaprakları nasıldır yağmur altında?

Yağmurdan sonra açan güneş altında.

İşte öyle adam.
Dirilmiş, yıkanmış.
Dallarla parlıyor.
Dağları seyrediyor bir adam.
Dağlar seyrediyor adamı.
Seyredildiğini biliyor.
Güzel seyirler sunuyor.

Canı biliyor. Canı bildikçe cananı daha bir seviyor.

Hayattayım diyor, hayatta olan her şeyle birlikte hayattayım.

Hayatın sahibini biliyor. Ya Hayy!



Konu Başlığı: Ynt: Hayatın Sahibi
Gönderen: Ekvan üzerinde 26 Eylül 2011, 13:43:25


     Canı biliyor. Canı bildikçe cananı daha bir seviyor.

Hayattayım diyor, hayatta olan her şeyle birlikte hayattayım.

Hayatın sahibini biliyor. Ya Hayy!


     Rabbim emeği geçen herkesten razı olsun..Gönle ferahlık oldu okumak..Hakikati başka bir dilden duymak..ELHAMDÜLİLLAH..