๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 09 Kasım 2011, 20:55:24



Konu Başlığı: Gökteki Yıldızlar
Gönderen: Zehibe üzerinde 09 Kasım 2011, 20:55:24
Gökteki Yıldızlar


Ağustos 2005 - 80.sayı

Elvida ÜNLÜ kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.


Onlar gökteki yıldızlar.

Onlar en hayırlı, en aziz ümmet.

Yıldızlar, lâkin yıldızlar kadar uzak değiller.

Elimizi uzatsak tutacağız.

Yıldızlar, lâkin sönücü değiller.

Daima ışıklarında aydınlanacağız.

Onlar hayatı Kur'an'la şekillenenlerdir.

Onlar sorarlar da, ayet iner cevaben.

Onlar üzülür, incinirler de ayet iner, gözyaşları silinir.

Onlar Rasul'ün arkadaşları, ehl -i beytidir.

Onlar Rasul'ü dünya gözüyle görenlerdir.

Rasul'ün gözyaşlarını silenlerdir.

‘Kim onları severse'

Bir akşam sahabiler namazdan sonra yatsıya kadar mescitte kaldılar. Yatsı namazı vaktinde Allah Rasulü s.a.v. tekrar mescide geldi. Sahabilerini görünce şaşırdı:

- Hâlâ burada oturuyorsunuz, dedi. Onlar:

- Evet ey Allah'ın Rasulü , yatsıya kadar oturalım diye düşündük, dediler. Rasulullah s.a.v .:

- Ne iyi düşünmüş, isabet etmi şsiniz, dedi. Sonra başını göğe kaldırdı ve sözlerine şöyle devam etti:

- Yıldızlar göğün teminatıdır. Bunlar gidince göğün başına gelenler gelir. Ben de ashabımın teminatıyım; ben gidince ashabımın başına gelenler gelir. Ashabım da ümmetimin teminatıdır. Ashabım gidince de ümmetimin başına gelenler gelir.

. . .

Efendimiz s.a.v. bir gün buyurdular:

“Bir zaman gelecek ki, insanlardan bir grup şaşıracak ve ‘aramızda Peygamberimiz'in ashabından kimse var mı?' diye soracaklar. Cevap olarak, ‘evet vardır.' diyecekler ve bu yüzden savaşta muzaffer olacaklar. Sonra bir zaman gelecek, yine savaş edecekler ve ‘aramızda Peygamberimiz'in ashabına arkadaşlık etmiş kimse var mı?' diye soracaklar. ‘ Evet var' diye cevap verecekler ve muzaffer olacaklar. Bundan sonra yine bir zaman gelecek ki, insanlardan bir kısmı savaşacaklar ve ‘aramızda Peygamberimiz'in ashabının arkadaşlarına arkadaşlık etmiş kimse var mı?' diye soracaklar ve ‘evet var' diyecekler ve bunun yüzü suyu hürmetine muzaffer olacaklar.”

Bir gün Halid bin Velid r.a. ile Abdurrahman bin Avf r.a. arasında bir hadise geçmiş ve Halid bin Velid r.a ., Hz. Abdurrahman'a kötü bir söz söylemişti. Bunun üzerine Allah Rasulü s.a.v. şöyle dedi:

- Hiç kimse ashabımdan birisine sövmesin. Çünkü insanlar Uhud Dağı ağırlığında altın infak etseler, yine de onlarda birinin, hatta yarısının derecesine ulaşamaz.

Ve yine Efendimiz s.a.v. şöyle buyurdu:

“Allah'tan korkun, Allah'tan korkun. Benden sonra ashabıma sövüp saymayın! Kim onları severse bana olan sevgisi yüzünden sevmiştir. Kim onlara kin duyarsa bana olan kini ile kin duymuştur . Onlara ezâ veren kimse bana ezâ vermiş, bana ezâ veren kimse de Allah'a ezâ vermiştir. Allah'a ezâ veren kimseyi de Allah'ın azap etmesinden korkulur.”

Onlar ne çok sevdiler

Onlar Allah'ın Rasulü'nü ne çok sevdiler, canlarından öte sevdiler.

Yanındayken, bir gün ayrılırsak... diye hasretini çektiler.

Bir an ayrı kalsalar özlediler.

Öyle ki, ayrılık korkularını teskin için Cebrail a.s. müjdeler getirdi.

Bir gün sahabilerden biri Rasulullah s.a.v.'e gelmiş de şöyle demişti:

- Ey Allah'ın Rasulü , seni canımdan, çocuğumdan, malımdan çok seviyorum. Evdeyken seni hatırlayınca evde duramıyor, gelip sana bakıyorum. Her nerede olsam seni özlüyorum. Ama kendimi ve seni düşününce… Sen cennetin en güzel köşesinde peygamberlerle olacaksın. Oysa ben cennete girsem bile seni göremeyeceğim. Üzülüyorum ey Allah'ın Rasulü , çok üzülüyorum, dedi.

Efendimiz s.a.v. mübarek başını eğdi, sustu, sustu… Az sonra Cebrail a.s. geldi. Bir müjdeyle geldi:

“Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddîklerle , şehitlerle, salihlerle beraberdir. Onlar ne iyi arkadaştır !.. ” (Nisa, 69)

Öyle bir bağ ki...

Onlar o mübarek peygambere yürekten bağlıydılar.

Bu bağlılıklarına eller şahitti, sözler şahitti, gönüller şahitti.

Hudeybiye Kuyusu şahitti.

Altında söz verdikleri ağaç şahitti.

Ayet indi de, bağlılıklarına asırlar şahit şimdi.

Rasul -i Ekrem s.a.v. ashabıyla Mekke'ye gitmeyi, Kâbe'yi tavaf etmeyi diliyordu. Sahabileriyle silahsız, ihramlı vaziyette yola çıktılar. Hz. Osman r.a. da bu ziyareti bildirmek üzere Mekke'ye elçi gönderildi.

Hz. Osman r.a. Ebu Süfyan ve Kureyş'in ileri gelenleriyle görüşüp Rasul -i Ekrem s.a.v.'in maksadını anlattı. Onlar:

- Kâbe'yi tavaf etmek istersen sen git, tavaf et! Hepiniz olmaz, diye cevap verdiler. Hz. Osman r.a. da:

- Rasulullah tavaf etmedikçe ben de edemem, diyerek tekliflerini reddetti.

Bu cevaptan hoşlanmayan Kureyş büyükleri, Hz. Osman'ı Mekke'de alıkoyarak göz hapsine aldılar. Bu hadise müslümanlara Hz. Osman'ın öldürüldüğü şeklinde ulaştı. Rasul-i Ekrem s.a.v. ashabına şöyle buyurdu:

- Artık bunlarla vuruşmadıkça buradan ayrılmayız.

Ve insanları biata davet etti. İşte şimdi, Ensar için Akabe'de verdikleri sözü en zor durumda yerine getirme vaktiydi. Muhacir ise, bir kere daha kor bir ateş gibi gönüle özlemi koyacaktı. Zira Mekke, Kâbe gözlerinde tütüyordu.

Ve o gün orada kadın-erkek bütün sahabiler , Kureyş'in yaptığını yanına bırakmamak, gerekirse Allah yolunda canlarını feda etmek ve sonuna kadar Allah Rasulü ile birlikte olmak üzere söz verdiler, biat ettiler.

Bu biat Semure adlı bir ağacın altında yapıldı. Ve o gün oradakilerle ilgili Cenab -ı Mevlâ buyurdu ki:

“Allah, o müminlerden gerçekten razı oldu. Onlar o ağacın altında sana biat ederken kalplerindekini bildi de, üzerlerine sekine ve huzur indirdi. Ve onları yakın bir fetihle mükafatlandırdı .” (Fetih, 18)

Sonra, Hudeybiye Seferi dönüşünde şu ayetler nazil oldu: “Ey Muhammed! Muhakkak ki biz sana apaçık bir fetih yolu açtık. Bu suretle Allah senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlaya, üzerindeki nimetini tamamlaya ve seni dosdoğru bir yola ilete...”

Bu ayeti-i kerimeleri duyan sahabiler şöyle dediler:

- Ey Allah'ın Rasulü , ne mutlu size! Kutlu olsun, saadetli olsun. Allah Tealâ size ne yapacağını açıkladı. Acaba bize ne olacak?

Sahabenin bu sorusu üzerine şu ayet indi:

“Allah, iman eden erkek ve kadınları içinde ebediyen kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onların günahlarını örter. İşte, Allah katında büyük kurtuluş budur! ” (Fetih, 5)

Onlar verirlerdi

Müslüman verendi.

Hayata kendinden verendi.

Ve kendinden verdikçe, kendine erendi.

Hz. Ali r.a.' ın dört dirhem parası vardı. Bir dirhemini açıktan, bir dirhemini gizli, birini gece, birini de gündüz sadaka olarak verdi. Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu:

“Mallarını gece-gündüz, gizli-açık Hakk yolunda harcayanlar yok mu? İşte onlara Rableri katında mükafatlar vardır. Onlara hiçbir korku da yoktur. Ve onlar mahzun da olmayacaklar.” (Bakara, 274)

Rasulullah s.a.v. Hz. Ali r.a.'a bu şekilde sadaka vermesinin sebebini sordu. O da dedi ki:

- Bu dört şekil dışında sadaka verme yolu göremedim. Hepsini de bunlardan biri kabul olur da Allah'ın rızasını kazanırım ümidi ile verdim.

Onlar verirlerdi. Gizli ya da aşikâr, fark etmezdi, verirlerdi.

. . .

Efendimiz s.a.v. insanları sadakaya teşvik ettiğinde, Ebu Ukayl r.a. çok az miktar hurma karşılığında bir gece sabaha kadar sırtında su taşıdı, aldığı hurmanın yarısını ailesine ayırdı, diğer yarısını da Rasulullah s.a.v.'e getirdi. Efendimiz s.a.v ., “götür, sadaka malları üzerine dök” buyurdular.

Münafıklar, Ebu Ukayl'ın sadakasını dillerine dolayıp alaya alarak dediler ki:

- Ebu Ukayl'a bakın! Şuncağız hurmalarla Allah'a yaklaşmış!

Bunun üzerine Allah Tealâ Tevbe Suresi'nin 79. ayetini nazil eyledi:

“Sadaka vermekte gönülden davranan ve ancak elinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimselere, bu davranışlarının cezasını Allah verir. Onlara can yakıcı bir azap vardır!”

Onlar verirlerdi. Az ya da çok, fark etmezdi.

Üzülürlerdi, incinirlerdi de gökler dile gelirdi.

. . .

Bir gün bir adam Rasul-i Ekrem s.a.v.'e geldi ve:

- Ey Allah'ın Rasulü! Açlıktan takatim kalmadı, dedi. Efendimiz s.a.v. yiyecek bir şeyler göndermesi için hanımlarından birine haber saldı. Hanımı:

- Seni hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, evimde sudan başka bir şey yok, dedi.

Sonra Rasulullah s.a.v. başka bir hanımına haber saldı. O da aynı şekilde cevap verdi. Diğer hanımlarına da haber gönderen Efendimiz farklı bir cevap alamadı. Nihayetinde yanında bulunanlara hitaben:

- Bu aç kardeşinizi bu gece kim misafir eder, diye sordu. Ensardan bir kişi:

- Ben , Ey Allah'ın Rasulü , dedi ve adamla birlikte evine gitti. Eve varınca hanımına:

- Allah Rasulü'nün konuğunu ağırlayacak bir şey var mı? diye sordu. Hanımı:

- Hayır , çocukların yiyeceğinden başka bir şey yok, dedi. O sahabi hanımına şunları söyledi:

- Onları bir şeylerle avut. Yemek istediklerinde onları uyut. Evde ne varsa sofraya getir. Konuğumuz odaya girince bir bahaneyle kandili söndür.

Ve misafirle birlikte sofraya oturdular. Konukları yemek yiyor, kendileri ise karanlıkta yemek yermiş gibi ağızlarını kımıldatıyor, ellerini sofraya götürüp getiriyorlardı. Böylece misafirlerinin karınlarını doyurdular. Kendileri ise aç olarak sabahladılar.

Sonrasında Rasul-i Ekrem s.a.v. ev sahibine:

- Allah Tealâ sizin misafirinize gösterdiğiniz tavırdan çok memnun kaldı, buyurdular. Ve bu olaydan sonra şu ayet-i kerime nazil oldu:

“Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine'ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” ( Haşr , 9 )

Onlar verirlerdi. Gökler şahit olurdu. Toprak şahit olurdu. Aç uyudukları geceler şahit olurdu.

Allah onlardan razı olurdu.

En yakın olan

Mümin gönlünü bilen, gönlündekini fark edendir.

Mümine gönlündekinden daha yakın olan var mı?

Saad bin Ebi Vakkas r.a. annesine iyilik ve itaat eden, hürmet gösteren hayırlı bir evlat idi.

Müslüman oldu. Gönlünü bildi, gönlündekini bildi.

Gönlüne erdi de en yakın olanı bildi.

Annesi müşrikti. Oğluna şöyle dedi:

- Ey Saad ! Bu ne iştir? Ya sen bu yeni dinini bırakırsın yahut da ben yemem, içmem ve sonunda ölürüm. Sen de benim yüzümden, ana katili diye ayıplanırsın.

Saad r.a. annesine şöyle cevap verdi:

- Anne , böyle yapma. İyice anla ki, ben bu dini bırakmam.

Ve Saad r.a. iki gün iki gece bekledi. Kadın ne yedi ne de içti. Bunu üzerine annesine dedi ki:

- Vallahi anne, iyi bil ki senin yüz canın olsa da bunlar birer birer çıksa, ben bu dini yine bırakmam. Artık sen ister ye, ister yeme!

Kadın da oğlunun bu kararlılığını görünce inadından vazgeçti ve yemek yedi. Bu hadise üzerine Ankebut Suresi'nin 8. ayeti nazil oldu:

“Biz insana ana ve babasına iyilik yapmasını tavsiye ettik. Bununla beraber, hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, o vakit onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. Ben o vakit size yaptıklarınızı haber veririm.”

. . .

Rasulullah s.a.v. zamanında, Hz. Ebu Bekir r.a.' ın müşrik olan hanımı, kuru üzüm ve yağ hediyeleriyle birlikte kızı Esma r.a.'ı ziyarete geldi. Hz. Esma r.a. hediyeleri almadı ve annesini de eve kabul etmekten kaçındı. Sonra Rasulullah s.a.v.'a sordu:

- Ey Allah Rasulü , annem oğlu Haris ile bana geldi. Benimle hemhal olmak ve benden yakınlık görmek istiyor. Anneme bu yakınlığı gösterebilir miyim? Zira o müşriktir.

Rasulullah s.a.v. şöyle buyurdu:

- Evet , anneni güzellikle kabul et. Ona iltifat et, yakınlık göster.

Bu hadise üzerine şu ayet-i kerimeler indi:

“Allah sizi şunlara ihsan ve adalet etmekten nehyetmez : Size dinde zorlamada bulunmayanlar, sizi yurdunuzdan çıkarmayanlar. Çünkü Allah, umumiyetle adaletli ve ihsan sahibi olanları sever. Allah sizi şunlara dostluk etmekten nehyeder : Sizi dinde zorlayanlar, sizi yurdunuzdan çıkaranlar ve çıkarılmanıza yardım edenler. Her kim bunlara dostluk ederse onlar da kesinlikle zalimlerdir.” ( Mümtehine , 8-9 )

. . .

Biliyoruz ki sahabeyi seven Allah Rasulü s.a.v.'i sevmiştir.

Sahabeye eza veren O'na eza vermiştir.

Seviyoruz Ey Allah'ın Rasulü !

Seni sevenleri seviyoruz.

Yanında olanları, senin için canını ortaya koyanları seviyoruz.

O ağacın altında, elleri senin ellerinde söz verenleri seviyoruz.

Sevgimiz yüzü suyu hürmetine ey Allah Rasulü , seninle olalım istiyoruz...