๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 17 Ekim 2011, 20:44:01



Konu Başlığı: Ermeni İddiaları ya da Yüzsüzlük ve İhanet
Gönderen: Zehibe üzerinde 17 Ekim 2011, 20:44:01
Ermeni İddiaları ya da Yüzsüzlük ve İhanet


Aralık 2006 - 96.sayı

Ali DEMİRTOPUZ kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.


İhanetin bedeli ağırdır, bunu herkes bilir ve kabul eder.  Çünkü ihanet kasıtlıdır, bile bile yapılır. Bir unutkanlığın, dalgınlığın, affedilebilir bir hatanın sonucu değildir. Kimse de bedelini hesaplamadan ihanet etmez. Hain yani ihanet eden, başına gelecekleri önceden kabul edip göze almıştır. Sonradan mazeret ileri sürmesi bir oyundan ibarettir.

Hainler için belki de en kötü bedel içten içe yaşanan utançtır. Yüzsüzlükle gizlenmeye çalışılsa da bu utanç itiraf edilinceye kadar devam eder. Fakat yüzsüzlük, hafızalardan doğruları silmeye, efsaneleri doldurmaya çalışır. Böylece nesiller zehirlenir ve hastalıklı bir psikoloji yerleşir. Kaçırılmış fırsatlar için bir ömür boyu tutulan yas; havada uçuşan rakamlarla üstesinden gelinmeye çalışılan geriye dönük zırva bir muhasebe...

Böylesi belirtilerle teşhis olunan ve Ermenilerin ekserisini pençesine almış bulunan hastalık, bir hayalin ürünü olarak ortaya çıktı. Hayal zamanla aşağılık bir ihaneti tahrik etti. Asırlarca gocunulmaksızın ağırlanmış olan misafir, sonunda emperyalistlerin vaadlerine kanıp ev sahibini öldürmeye ve eve el koymaya niyet etti.

Büyük Ermenistan hayali


Ermenilerin fikrine o “Büyük Ermenistan” hayali düştüğünde başladı her şey. Emperyalistler bunun gerçek olabileceğini fısıldıyordu kulaklarına. Osmanlı Devleti zaten parçalanmış ve Balkanları kaybetmişti. Neden Anadolu topraklarında da bu gerçekleşmesindi? Bu hayal, ellerini uzatmalarıyla kavrayıp kendilerine çekiverecekleri kadar yakın ve gerçek görünüyordu.

Yunanistan daha 1829’da kendi evini ayırmış ve daha da büyütmek için “Düvel-i Muazzama”nın Osmanlı coğrafyası için takdir edeceği yeni imar planlarını beklemeye başlamıştı. 93 harbi sonrası Rusya’nın Osmanlı’ya imzalattığı Ayestefanos Antlaşması ile diğer Balkan hıristiyanları da Osmanlı’dan kopuyordu.

Ermeniler bu işlerin henüz acemisi olduklarından, ıslahat vaadleriyle kapıdan döndürüldüler. Ama Rusya’nın tek başına ve çıkarlarını tehlikeli bir şekilde dayattığı böyle bir antlaşma imzalatması, İngiltere başta olmak üzere diğer Düvel-i Muazzama kadrosunu huzursuz edince, Berlin’de yeni bir masa kuruldu. Ayestefanos’ta Rus generallerinin kapısını aşındıran ayrılıkçı Ermeniler, bu sefer soluğu Berlin’de aldılar. Nefeslerini tutup kulaklarını dayadıkları kapının ardından çıkan sonuç Ermenilerin aklını başına getirdi.

Demek ki Balkan hıristiyanları gibi yapıp taleplerinin şiddetini ispat etmedikçe kendilerine hiçbir şey bahşedilmeyecekti. Bu iş için biraz da kendileri çabalamalıydı. Herkese kızgındılar ama evi kendilerine bahşedecek olanlara düşmanlık etmenin manası yoktu. Formül Balkanlardan belliydi. Terör ve propaganda... Nasıl olsa Avrupa basını bu gibi durumlarda nasıl davranması gerektiğini çok iyi biliyordu. Ama önce örgütlenmek ve Osmanlı Ermenilerini de bu işe inandırmak gerekiyordu.

Teröre hazırlık


Örgütler ve dernekler arka arkaya kuruldu. Ermeni kiliseleri dinî merkezler olmaktan çıkıp terör kamplarına dönüştürüldü. Bu gerçeği 1917 yılında Fransa’da Ermeniler tarafından yayınlanan ve “Suç kimde? Ermeni İhtilal Örgütlerinde” adlı kitaptaki bir bölüm açıkça ortaya koyuyor:

“Dinî cemaatler, uzun zamandan beri, Ermeni ihtilal partilerinin inkılap ocakları olmuş ve en şeytanî programlar buralarda hazırlanmıştır. Dinî merkezler, silah depoları ve komplo ocakları olmuştu. Dinî liderler, söz ve yazı ile kendilerine güvenmiş olan halkı isyana teşvik ediyordu. Artık vaazlarda yüce sözler ve İncil’in doktrini zikredilmiyordu. Sadakat, doğruluk yerine isyan; insanlık yerine kin, intikam; ahlâk yerine alçaklık, rezillik vaaz ediliyordu.”

1887 yılında İsviçre’de kurulan ve 1890’da İstanbul merkez olmak üzere Türkiye’de de yapılanan Marksist Hınçak Partisi’nin stratejisi bir Türk-Ermeni çatışması üreterek batı kamuoyunu “Ermeni Katliamı” propagandası ile harekete geçirmekti. Hınçak Partisi programının 5. maddesi Ermenistan’ı kurma çabalarının ve buna yönelik eylemlerin neden Türkiye üzerinde yoğunlaştırıldığını çok açık bir şekilde ifade eder:

“Türkiye’nin siyasi, iktisadi, mali dağınıklığı, iflas etmiş hali, dahili karışıklıkları Türk hükümetini yıkarken, Avrupa devletlerinin darbeleri de buna yardım etmiştir. Avrupa Türkiyesi de parçalanırken ihtilalin faaliyet sahası Türkiye Ermenistan’ı olmalıdır.”

İsyan başlıyor

Artık fitili ateşlemenin zamanı gelmişti. İlk ciddi olay Erzurum’da “Ermeni Anavatan Müdafileri Cemiyeti”nin kışkırtmasıyla 20 Haziran 1890’da meydana geldi. İki askerin öldürülmesiyle alevlenen olaylarda Türklerden ve Ermenilerden ölü sayısı 100 civarındaydı.

Bundan sonraki olayların, Anadolu şehirlerindeki isyan girişimlerinin ve müslümanlara karşı yapılan terör eylemlerinin listesi bu yazının hacmini aşar. Ama 1905 yılındaki eylemleri gerçekten de çok cüretkârdı. II. Abdülhamit Han’ın arabasına konan bomba patlamış, halife arabasına her Cuma günü bindiği saatte binmeyince bu saldırıdan kurtulmuştu.

II. Meşrutiyet’in ilanı ile, ayrılıkçı teröristler dahil, tüm Abdülhamid muhalifleri arasında kısa süreli bir yakınlaşma oldu. İttihat ve Terakki Partisi tek kurtuluş yolu olarak gördüğü Osmanlıcılık şemsiyesinin altına tüm unsurları toplayabilmek için bölücü gruplar dahil, herkesle kucaklaşmaya çalışıyordu. Ama ittihatçılar yanıldıklarını kısa bir süre sonra anladılar. Kanunlar, ıslahatlar, müsamaha, daha fazla özgürlük; bunlar devletin çöküşünü hızlandırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Ermeniler tekrar işe koyuldu ve Adana’da 14 Nisan 1909 günü 3 gün 3 gece süren çarpışmalarla yeniden silahlarını çalıştırmaya başladılar.

Trablusgarp, Balkan Savaşları derken Osmanlı Devleti’nin varlığını koruma mücadelesi verdiği büyük savaş başlamıştı. Sarıkamış felaketinin ardından can havliyle Çanakkale’de etten bir duvar ördüğümüz günlerde Doğu’dan gelen haberler çok can sıkıcıydı. Ermeniler köyleri basıyor, camileri içine doldurdukları insanlarla beraber ateşe veriyorlardı.

Olaylar üzerine İstanbul Hükümeti 24 Nisan 1915 günü Ermeni komite merkezlerinin kapatılması, gerekli görülen isimlerin tutuklanması gibi bir dizi kararı yürürlüğe koydu. Ermenilerin şu uydurulmuş soykırımı anmak için her yıl bir araya geldikleri gün, işte bu 24 Nisan günüdür.

Tehcir


Ama bu kararlar etkisiz kalıp Ermeni çeteleri daha da azgınlaşınca, işin bu şekilde yürümeyeceği iyice anlaşıldı. Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın 23 Mayıs 1915 tarihli talimatıyla belli bölgelerdeki 700.000 Ermeninin bulundukları bölgelerden alınarak başka bölgelere yerleştirilmesi anlamına gelen tehcir süreci başladı.

Tehcir, İttihat ve Terakki’nin onca kötü işleri arasında Anadolu’nun geleceği açısından tarihsel bir başarıdır. Bu dirayetli karar Ermenilerin hayallerini yerle bir etmiş ve şaşkınlıklarını bir soykırım safsatasıyla intikama dönüştürmeye çalışmışlardır.

İtilaf cephesi de psikolojik savaş açısından büyük bir fırsat yakalamış ve Ermenileri katleden vahşi Türk ve onun müttefikleriyle savaşıp, dünyayı bu canilerin zulmünden temizlemenin ne kadar da gerekli ve ne kadar da yüce bir görev olduğu temasını işlemeye başlamışlardı.

Tilkiye bel bağlamak


Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgiyi kabul edip Mondros Mütarekesi’ni imzalamasıyla, Ermeniler de geri dönmeye başladılar. Bu sefer üzerlerinde Fransız üniformaları vardı. Bu arada doğu illerinde gezip Kafkasya’da daha önce kurulmuş küçük Ermenistan’ı Türkiye topraklarının neresine kadar genişletebileceklerinin hesabını yapan batılıların sayısı da oldukça fazlalaşmıştı.

Ermeniler yeni evlerinin hayali ile deli oluyorlardı. Rüyalarında çitlerini boyuyorlar, bahçelerini rengârenk çiçeklerle beziyorlardı. Sorun şuydu ki, en hesap bilmez bir adam bile buraların artık dönüştürülemez bir müslüman coğrafyası olduğunu görmezden gelemezdi.

Diğer taraftan 4 yıl süren savaş, galipleri de her bakımdan yıpratmış ve Anadolu’yu zahmetsizce elde edemeyecekleri anlaşılmıştı. Kendi sömürgelerinde ve kamuoylarında yeterince sorun yaşıyorlardı.

Sonuçta Anadolu işini Yunanlılara havale etmeyi uygun buldular. Yunanlılar da gerisin geri Ege açıklarında gözden kaybolunca, Ankara’daki hükümetle bir antlaşma yapmanın zamanının geldiği belli oldu. En uygunu, Türklere batı sisteminin kapılarını açmak ve stratejik bir uzlaşma devri başlatmaktı. Kimse Ermenilerle uğraşacak durumda değildi ve herkes evine çekilince Ermeniler yine ortada kaldı.

Emperyalistlerin kendi aralarındaki hesaplaşmalarında bir piyon olmayı ve her defasında da ortada bırakılmayı hazmettiler. Türklere duydukları garaz, onlara duydukları kızgınlığın hep üzerinde oldu ve teselli ve ümidi emperyalist ağabeylerinde aramaya devam ettiler.
Bugün karşılarında bağımsız bir Türkiye ve Ermenisiz bir Anadolu var. Ama batının Türkiye’yi iradesiz bırakma ve Anadolu’yu yeniden bir paylaşım alanına dönüştürme çabaları hâlâ onları heyecanlandırıyor.

Silahlar sustu ama dava kapanmadı. Yahudi soykırımının Filistin’de bir devlet kurmak için siyonistlerce nasıl kullanıldığı örneği önlerinde. Türkiye’nin dışarıya verdiği görüntüye güvenmeleri de işin komik tarafı. Dışarıdan bakıldığında sosyal farklılaşmalarla parçalanmış gibi görünen toplumsal yapımız onlara ümit veriyor. Ama yanılıyorlar, ne kadar farklılaşsak, aramızda anlaşmazlıklar yaşasak da, Anadolu topraklarında hainlerle işbirliği yapacak başka hain kalmadı.