๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 12 Temmuz 2011, 15:30:13



Konu Başlığı: En Büyük Mucize Kuran
Gönderen: Zehibe üzerinde 12 Temmuz 2011, 15:30:13
En Büyük Mucize Kur’an


Ekim 2010 - 142.sayı


Mustafa IRMAK kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Kur’an’ın toplum üzerinde meydana getirdiği olağanüstü tesir kuşkusuz yalnızca edebiyat alanından ibaret değildir. Bitmek bilmeyen savaşların, toplumsal bozulmaların yaşandığı bu toplum, yirmi üç sene gibi kısa bir zaman aralığında hayal bile edilemeyecek birlikteliği sağlayabilmiş ve her bakımdan insanlığın gördüğü en üst düzey medeniyet seviyesine ulaşmayı başarabilmiştir.

Mucize kelimesi sözlükte “aciz bırakan” anlamındadır. Dinî bir terim olarak ise, ALLAH tarafından peygamberlere, nübüvvetlerini desteklemek amacıyla verilen olağanüstü olaylar bütününü ifade eder.

ALLAH, diğer varlıklardan farklı özelliklerde yarattığı insanoğluna doğru yolu göstermek için içlerinden bazılarını kendisine elçi olarak seçmiş ve onları ilahi vahyine muhatap kılmıştır.

Peygamberlik dediğimiz bu müessese, insanoğlu ile yaratıcısı arasında bir iletişim noktası olduğundan, insanlar bunu algılamakta güçlük çekmişlerdir. Yüce Yaratıcı’nın bir insanı elçi olarak göndermesini kabullenememişler, peygamberin kendileri gibi biri olmasını yadırgamışlardır.

ALLAH, insanları ikna etmede yardımcı olması için peygamberlerini mucizelerle desteklemiş, bu vesileyle kullarına kudretinin azametini anlama fırsatı sunmuştur.

Topluma göre mucize

Hemen her peygamberin mucizesinin, yaşadıkları dönem ve gönderildikleri toplumda revaçta olan meşguliyetler üzerinde yoğunlaştığı görülür. Hz. Musa a.s.’ın, sihrin önemli olduğu bir dönemde sihirbazlarla mücadelesi ve onları mağlup eden mucizelere sahip olması, tıbbın gelişmiş olduğu bir topluma gönderilen Hz. İsa a.s.’ın gösterdiği mucizelerin ağırlıklı olarak tıpla ilgili oluşu buna örnek olarak zikredilebilir.

Peygamber Efendimiz s.a.v. kendisine bahşedilen en büyük mucizenin Kur’an-ı Kerim olduğunu açıkça belirtmiştir. Diğer peygamberlerin mucizelerinde söz konusu olan durum burada da geçerli olmuştur. Kur’an, sahip olduğu muhteşem ifade gücüyle, yani belagatıyla edebiyatın zirvesindeki Arapları, benzeri bir kitabı meydana getirme konusunda aciz bırakmak suretiyle susturmuş ve dikkatlerini kendisine yöneltmeyi başarmıştır.

Kur’an’ın nüzûlüne muhatap olan Cahiliye Arapları, toplumsal olarak şiir ve edebiyata büyük önem vermekteydi. Şairlerin manevi güçlere sahip oldukları kabul edilir, bir kabile için iyi bir şaire sahip olmak, başka şeylerle kıyaslanmayacak kadar özel bir üstünlük sayılırdı. Şairin bir sözüyle savaş başlayabilir, yine bir şiiriyle kıyasıya bir savaş son bulabilirdi.

Arabistan’da her sene panayırlarda tertip edilen şiir yarışmalarında dört bir yandan gelen şairler seçkin bir jüri önünde hünerlerini sergilerdi. Bu yarışmalarda birinci seçilen ve “muallaka” adı verilen şiirler birer edebiyat şaheseri ve iftihar vesilesi olarak Kâbe’nin duvarına asılırdı.

Meydan okuyan kitap

Kur’an-ı Kerim, Mekkeli muhataplarına karşı öncelikle benzeri bir kitabı, sonra on suresini ve nihayet bir suresinin benzerini meydana getirmeleri konusunda ısrarla meydan okumuştur. İnkârcıların bu konuda birbirleriyle yardımlaşmalarına dahi izin vermesine rağmen bu çağrı yanıtsız kalmış, birkaç cılız çaba ise sonradan kendilerinin dahi güldüğü basit birer komedi olarak tarihin karanlıklarına gömülmekten kurtulamamıştır. Bedir, Uhud ve Hendek’te savaşmayı göze alıp canlarından ve mallarından olmuşlar, söz sanatlarında üstün kabiliyetleri bulunduğu halde bir surenin benzerini yazarak Kur’an’ın iddiasına cevap verememişlerdir.

Kur’an, yüksek edebiyatıyla böyle bir toplumun söz hünerini yerle bir etmiş, iftihar tablosu olarak sundukları muallakaların itibarını karşı konulmaz bir biçimde yıkmıştır. Nitekim bu muallakalardan birinin sahibi olan Lebîd b. Rebîa’nın şiiri, bizzat öz kızı tarafından Kur’an ayetleri karşısında bir anlamı kalmadığı gerekçesiyle Kâbe’de asılı bulunduğu yerden indirilmiştir.

Mekke’nin en azılı inkârcıları bile Kur’an’ın sarsıcı anlatımına hayran kalmaktan kendilerini alamamışlardır. Onu asla dinlememeleri için insanları sımsıkı tembihleyenler, dayanamayıp gizli gizli kendileri dinlemişlerdir. Mekkeliler içerisinde iman etmediği halde sırf Kur’an’ın belagatine secde edenler olmuştur.

Kur’an ve biz

Kur’an’ın toplum üzerinde meydana getirdiği olağanüstü tesir kuşkusuz yalnızca edebiyat alanından ibaret değildir. Bitmek bilmeyen savaşların, toplumsal bozulmaların yaşandığı bu toplum, yirmi üç sene gibi kısa bir zaman aralığında hayal bile edilemeyecek birlikteliği sağlayabilmiş ve her bakımdan insanlığın gördüğü en üst düzey medeniyet seviyesine ulaşmayı başarabilmiştir. Yine Kur’an vesilesiyledir ki, kız çocuğunu gözyaşlarına ve çığlıklarına aldırmadan gömebilecek katılıkta bir kalbe sahip Hattab oğlu Ömer’den, Dicle kenarındaki koyunun dahi hukukundan endişe eden adalet timsali bir Hz. Ömer r.a. meydana gelmiştir. Müslümanlar Kur’an’ı gerçek anlamda baş tacı ettikleri sürece ilerlemişler ve örnek bir medeniyet inşa etmişlerdir.

Ne acıdır ki İslâm dünyası böyle yüce bir kitabın süslü mahfazalarda saklanıp duvarlara mahkum edilişini görme talihsizliğini yaşamaktadır. Bugün müslümanlar olarak en büyük problemimiz, Kitabımızı yalnızca ölülere bağışlanan; ibret ve hikmet tarafını ihmal edilmiş, insanın iç ve dış dünyasını temelden değiştiren mucizevî gücü göz ardı edilmiş, sadece teganni ile okunan bir kitaba dönüştürmüş olmamızdır.

Elbette Kur’an geçmişlerimizin ruhu için de, sadece kıraat için de okunabilir. Ancak Kur’an-ı Azimüşşan’ı sadece bu şekilde algılamak doğru değildir.

Kur’an-ı Kerim, ahir zamanın karanlık dehlizlerinde önümüzü aydınlatacak ilahi bir fenerdir. Bozuk kalplerimize ve hasta ruhlarımıza biricik deva odur. Toplumumuz yeniden usulünce Kur’an’a yöneldikçe ilerleyecek ve layık olduğu konuma bir kez daha ulaşabilecektir.

Bu vesileyle Kur’an algımızı gözden geçirmeli, onun dünyasına girmek için çaba göstermeliyiz. Müslümanlar olarak kendimizi, “ALLAH’ın kitabı” kavramının heyecan veren ve yürek ürperten derinliğini yeniden keşfetmeye adamalıyız. Unutmayalım ki Kur’an bize değil biz onun rehberliğine muhtacız.