๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 24 Eylül 2011, 16:45:44



Konu Başlığı: Değişen Ne?
Gönderen: Zehibe üzerinde 24 Eylül 2011, 16:45:44
Değişen Ne?



Ağustos 2007 - 104.sayı


Yunus Emre ÖZSARAY kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

ELİNDE BÜYÜMÜŞÜM
BİR ÇOCUK GİBİ
KAPIMIZI ÇALAR
BENİ ÇAĞIRIR
BENİMLE OYUNLAR OYNARMIŞ

Çocukluğumun bayramları diye bir söz dolaşır ya yaşlıların dilinde, o da aynı şeyleri söylüyordu o gün.

- Çocukluğumun bayramları, dedi, o günlerin ne güzel olduğunu, artık her şeyin değiştiğini söyledi. Sonra:

- Aslında bayram aynı bayram ama ben değiştim. Çocukluğumun bayramı çocukluğumda kaldı, belki başkaları oradadır hâlâ, gitmek isterdim, gibi bir sürü söz söyledi.

Dayanamayıp edepsizlik ettim:

- Bekir Amca, ne diyorsun Allah aşkına! Kafamı şişirdin eski bayramlar diyerek, dedim.

Hiç beklemiyordu böyle bir tepkiyi. Torba torba olmuş gözleri kısıldı ve bir çivi gibi gözlerime çakıldı. Sonra belli bir kızgınlıkla:

- Sen değiştin, dedi.

Bu da beni sinirlendirdi. Yaşına bakmaksızın üzerine gitmemi, onu alaşağı etmemi söylüyordu içimdeki ses. Herkes bize bakmaya başlamıştı. Gözleri ile bana işaret etti, biraz daha sakin olmamı söylüyordu o gözler. Sonra sessizce ama dişlerimi sıkarak:

- Bekir Amca, bayramlar değişti, yok çocukluğumda böyle olurdu, şöyle olurdu deyip durdun. fiimdi de tutmuş sen değiştin diyorsun. Her şeyi anladık da beni niye karıştırıyorsun, dedim.

- Sen değiştin tabii...

Sesi kısıldı, son konuşmasını yapan biri gibiydi o an. Devam etti:

- Sen konuşmazdın susardın, karşılık vermezdin. Küçüktün, masallar anlatırdım, beni dinlerdin. Ama şimdi kısa bir konuşmama bile tahammül edemiyorsun. Evlat, sen değiştin, evet sen!

Bekir Amca ne dedi, niye dedi, kalksam mı, otursam mı, karşılık verip biraz daha mı bağırsam, yoksa ellerine sarılıp, üzgünüm affet beni mi desem... Hiçbir şey yapmadım. Göz göze geldik. Bir münakaşa değildi bu. Bekir Amca da benimle münakaşa edecek bir insan değildi.

Elinde büyümüşüm. Bir çocuk gibi kapımızı çalar, beni çağırır, benimle oyunlar oynarmış. Ben de hayal meyal hatırlıyorum o günleri. Güzel günlermiş, hiç değilse onun adına. Ama şimdi yaşlandı, pek tahammülü
kalmadı. Artık çabuk sinirleniyor, sinirlendiği zaman da karşısındakinin kalbini kolaylıkla kırabiliyor.


Söylenenler doğru ise gençliğinde sözü geçen bir insanmış. Düzeltmeye çalışmış birçok şeyi, ama gücü yetmemiş, bıkmış usanmış. Yanında eyvallah diyenlerin, ayrılınca yine bildiğini yaptıklarını görmüş. Sonra kendisini çekmiş kalabalıktan.

Zaten şimdi de sadece benimle konuşuyor uzun uzun. O da çocukluğumun hatırına olsa gerek. Ben de onu yalnız görünce huzursuz oluyorum, tek başına, başını önüne eğip oturması, konuşmaması, sürekli ufff pufff diye iç çekişleri beni rahatsız ediyor. Aslında kızıyorum onun bu haline...

Bugün de bu yüzden gittim yanına. Etrafında birilerinin olduğunu hissettirmek istedim. Ama kalbini kırdım...

Gözlerini kısmış yine bir yerlere dalıp gidiyordu ki kolundan tuttum Bekir Amca’nın, özür dilemek istercesine. Umursamadan ayağa kalktı.

- Kalk gidiyoruz evlat, seninle temiz hava alalım biraz. Bu konuştukları mızı da unut. Seni kırmak istemezdim, dedi.

Hesabı ödeyip kalktık oradan. Kahvenin karşısına park ettiği arabaya bindik.

- Nereye gidiyoruz Bekir Amca?
- Bir kez de sorma, kurcalama! İstersen
inebilirsin.

Bir gitme kalma arası tereddüt yaşadım. Ama sonra gidelim dedim. İstanbul’un yoğun trafiğine karıştık. Teybi açtı, bilmediğim yerlere ait türkü çalıyordu.

Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyo, / Heç bir tabip şu yarama melhem olmuyo, / Boynu bükük bir garibim yüzüm gülmüyo. / Göönüm hep seni arıyo neredesin sen...

Yol boyunca dinledik sürekli. Bitti sonra tekrar başladı.

- Amca başka birşey dinleseydik...

- Ne mesela?
- Yani biraz daha anlaşılır bir şey, adamın söylediklerinden sadece yarısını anlayabildim.

- Alışır kulağın, dinle, dedi.

Sonra güldü ve teypte türkü söyleyen adam gibi konuştu:

- Dinle oğlum dinle, gööönün açılsın.

Yol boyunca dinledim. Eyüp’e geldik, müsait bir yer bulup arabayı park ettikten sonra:

- Gel bakalım, Feshane’ye girdin mi hiç, dedi.

- Hayır, girmedim.
- Öyleyse gel.

Uzun süre gezdik, kalabalıktı içerisi, insanlar akın etmişti. Sonra yürüyerek Edirnekapı’ya kadar gittik. Bir çay ocağında üç beş bardak çay içtik. Fatih Camii, Beyazıt derken Eyüp’e döndük.

Daha önce hiç bu kadar yürümemiştim galiba. Arabaya binip yola çıktığımızda ikimiz de konuşmuyorduk. Sonra ben:

- E, ne oldu Bekir Amca? Bütün bunlarla bana bir şey anlatmak istedin galiba...

Bekir Amca şöyle bir baktı bana. Sonra güldü:

- Galiba değişen bir şey yok, hep aynı.

Teybi açtı yine:

- Boş ver öyleyse, dinle...

Göönüm hep seni arıyo neredesin sen

Güldü, güldü. Şaşkınca izledim onu, yüzümü çevirdim, sustum.


SÖYLENENLER DOĞRU İSE


GENÇLİĞİNDE SÖZÜ GEÇEN BİR İNSANMIŞ
DÜZELTMEYE ÇALIŞMIŞ BİR ÇOK ŞEYİ
AMA GÜCÜ YETMEMİŞ

GÖZLERİNİ KISMIŞ YİNE

BİR YERLERE DALIP GİDİYORDU Kİ
KOLUNDAN TUTTUM BEKİR AMCANIN
ÖZÜR DİLEMEK İSTERCESİNE...