๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 26 Eylül 2011, 12:13:54



Konu Başlığı: Canu Gönülden Olunca
Gönderen: Zehibe üzerinde 26 Eylül 2011, 12:13:54
Şairane



Ekim 2007 - 106.sayı

T. Ziya ERGUNEL kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

CÂN U GÖNÜLDEN KUL OLUNCA

“Yine istikbâle çık ey cân ki cânânım gelir
Yine pâk et hâneni ey dil ki mihmânım gelir.”(Hayretî)

[Ey can, sevgili gelebilir; (sen şimdiden) karşılamaya çık.
Ey gönül, misafirim yine gelecek, evini temizle!]

Vardar Yenicesi’nde doğup 1535’te yüz yaşlarında iken yine burada vefat eden Hayretî, Rumeli’nin “kılıcıyla ehl-i küfrün ocağına su koyduran” akıncı şairlerindendir.

Yukarıya aldığımız beytinde önce canına seslenerek cananı istikbale, yani karşılamaya çık diyor. Değer verilen, sevilen, hatırlı bir misafir geldiğinde, ev sahibinin onu evin dışında karşılaması âdettendir.

İkinci mısrada ise bu defa gönlüne tembihte bulunuyor: “Daha önce teşrif eden misafirin yine gelme ihtimali vardır; öyleyse ey gönül, evini temiz tut!”

Bir misafir gelmeden önce evin derlenip toparlanması, temizlenip süpürülmesi, misafire hürmetin nişanesidir.

Karşılamaya çıkan “can” olduğuna, ağırlama da “dil hanesi”nde (gönül evinde) yapıldığına göre bu gelen sevgili veya misafir herhangi biri değildir. Tasavvufta “canan” denildiğinde “Hayy” ism-i şerifiyle Allahu Tealâ kastedilir. Beyit, Allah’ın gelip kulunun gönlüne misafir olmasının, Hakk’ın gönülde tecellisinin şartlarını anlatmaktadır.

Bu şartların ilki "can"ın,"canan"ı yani Allahu Azimüşşan'ı tazim ve O'nun sıfatlarının tecellisini temin için karşılama maksadıtla bulunduğu yerden dışarı çıkmasıdır. Can bedende bulunur. Canın bedenden
çıkması “ölüm”dür. Fakat bu, karşılanan madem ki “canan”dır; canlandıran, hayat bahşeden Cemâl-i Mutlak’la mülaki olmaya, O’nunla yeniden can bulmaya imkan veren bir ölümdür. Peygamberimiz s.a.v.’in “Ölmeden evvel ölünüz!” hadisinde tavsiye buyurduğu bir nefs hakimiyetidir.

İnsan, biyolojik ölümle yok olacak fâni varlığının ihtiyaç ve isteklerine boyun eğmeyecek, onların peşinden sürüklenmeyecek tarzda nefsine galebe çalmış, bedenini ruhunun bineği mevkiinde tutabilmişse, ölüm
gelmeden önce ölmüş demektir. Bu riyazet çabası, Allah’a yönelmenin, O’na yaklaşmak için adım atmanın ifadesi olduğu için, yine bir hadiste müjdelenen “Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım.” şeklindeki ilâhi vaadin tahakkukuna işarettir.

Canın Allah için istikbale çıkması, yani “ölmeden evvel ölmek”, fâni bir hayatı verip baki hayatı kazanmaktır. Ancak bu kazanç “takas”ın değil, kulun canından geçme kararlılığının semeresidir. Böyle bir kararlılığa sahip olan kul zaten canını pahaya çıkarmaz. Üstelik sevgilinin rızasından ve onun sıfatlarını müşahede zevkinden başka, kendisine dair bir hesabı da olamaz.

Beyitte “yine” denildiğine göre, bu müşahade zevki daha önce tadılmıştır. Böyleleri Yunus gibi “Ben dost cemalin görmüşem hûr u cinânı neylerem” cezbesiyle kendinde değildir ki alışveriş hesabı yapsın.

Can, diri olma halinden öte, dünya ile rabıtamızın da yegâne şartıdır. Dünyada olan şeylere sahiplik imkân ve iddiası canlılığımızla mukayyettir. Öyleyse candan geçmek, aynı zamanda dünyadan ve dünyalıklardan vazgeçmektir. Bütün bunlar “aşk”la mümkün olur. Sevgili, kendisi için can atanların, uğrunda canlarını hiçe sayanların “gören gözü, işiten kulağı, akleden kalbi..” olarak onları şereşendirecek
ve cennetinde onlara ebedî bir hayat bahşedecektir.

İnsanın ilâhi tecellilere mazhar kılınması için ikinci şart gönlünün temiz olmasıdır. Gönül, ruhumuzun yahut âdemiyetimizin merkezidir. Cenab-ı Hakk’ın “Yere göğe sığmadım, lakin mümin kulumun gönlüne
sığdım.” hadis-i kudsîsinden anlaşılacağı üzere, Hak Tealâ’nın bütün isim ve sıfatlarının mazharı yegâne tecelligâhtır. Gökyüzündeki Beytü’l-Ma’mur, yeryüzündeki Kâbe-i Muazzama gibi müminin gönlünün de beytullahtan sayılması bu yüzdendir.

Hayretî, ilâhi tecelliyatı mihmanlık (misafirlik) olarak nitelemekle, müşahade halindeki kesintiye işaret etse de asıl anlatmak istediği, ara sıra yaşansa dahi bu mazhariyete ulaşmak için gönlün her daim temiz tutulması gerekliliğidir.

Kirli ve daraltılmış bir gönül tecelliyi idrak edemez. Gönül, günahlarla kirlenip kararır, dünyalık düşkünlüğüyle daralır. Masivaya bağlılık da gönlü harab eder. Halis bir imanın bulunduğu kalplerde
bunlar olmaz. Gönül, imanı muhafaza ederek temiz tutulur. Günahlardan kaçınmakla, tevbe ile, dünyaya istiğna ile, masivaya meyletmemek ile misafirinin, daha doğrusu asıl sahibinin teşrifine lâyık hale
getirilebilir. Bu sebeple “Sür çıkar ağyârı dilden, tâ tecellî ede Hak / Padişah konmaz saraya, hâne mamur olmadan.” denilmiştir.

Hülasa, Hayretî bu beytinde cân u gönülden kul olmayı öğütlüyor. Cân u gönülden kul olunca vuslat zevkini bu dünyada da tadabileceğimizi müjdeliyor bize.