๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 18 Eylül 2011, 17:23:17



Konu Başlığı: Bütün Günahları Bağışlar
Gönderen: Zehibe üzerinde 18 Eylül 2011, 17:23:17
Demiştik ki...


Mayıs 2007 - 101.sayı

Semerkand Dergisi kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.


Bütün Günahları Bağışlar

İstisnasız her yaratılmışa Allah vergisi rahmet nazarı ile bakan Sevgili Peygamberimiz, amcası Ebu Talib’in imana gelmesinde ne kadar hassas davrandı ise, ciğerparesi diğer amcası Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi b. Harb’in Allah’a ve Rasulü’ne iman etmesinde bir o kadar ısrarlı idi. Yeter ki bir kul Allah Tealâ’nın huzurunda boynunu büksün...

Ve... Rasulullah s.a.v. Efendimiz, Hz. Hamza r.a.’ı şehit eden Vahşi b. Harb’in O’nu ağlatan vahşetine rağmen bir mektup yazdı. İman ettiği takdirde,
Allahu Tealâ’nın kendisini aff edeceğini bildirdi. Mektupta şu ayeti kerime yer alıyordu: “Onlar ki, Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar, Allah’ın
haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan günahının cezasını bulur. Kıyamet günü azabı kat kat olur. Ve orada alçaltılmış
olarak temelli kalır.” (Furkan/68)

Vahşi b. Harb mektubu alınca, şu ifadeleri içeren bir mektup yazdı:

“Sen beni müslüman olmaya davet ediyorsun. Ama ben, bu ayette geçen bütün günahları işledim. Küfür içinde yaşadım. Zina ettim. Bir de senin gözünün nuru amcanı öldürdüm. Benim gibi birisi aff edilir mi ki, ben de müslüman olayım?..”

Günahın ne kadar büyük olduğunu anlayabilmek, tevbenin ilk merhalesiydi. Rasulullah s.a.v. Efendimiz gönderdiği ikinci mektupta, onun bu haline: “Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse, büyük bir günah ile iftira etmiş olur. (Nisa/43) ayeti ile cevap verdi. Bu yaklaşım, Gönüller Sultanı’na giden yolu iyice aralamıştı.

Vahşi b. Harb, bu ayeti kerimede kendisinin aff edileceğine dair kesin bir işaret bulunmadığını ifade ederek, “Allahu Tealâ dilerse affedecek deniliyor, ya dilemezse?..”diye şüphesini dile getiren, dolayısıyla müslümanlığa güç yetiremeyeceğini söyleyen bir mektup yazdı.

Bunun üzerine Rasulullah s.a.v. Efendimiz Vahşi b. Harb’e üçüncü bir mektup gönderdi. Bu mektupta ise şu ayeti kerime yazılı idi: “De ki : Ey nefi sleri
aleyhine haddi aşan kullarım!.. Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Zümer/53)

Vahşi b. Harb bu mektubu aldıktan sonra “şimdi tamam” dedi.

AHMET YATAĞAN • EYLÜL 2001 • SAYI 33


Eğitim

Bizim medeniyetimizde eğitim, tek başına bir değer ifade etmez. Eğitim, içimizdeki insan-ı kamili, yani bütün yaratılmışların en şerefl isi insanı ortaya çıkarmada sadece bir araçtır. Bu yüzden eğitim sadece zihinlere değil, vicdana ve ruha hitap eden bir terbiyeye bağlı olmalıdır. Tasavvufun hedefi de bu insandır. Tekkelerin, dergahların, zaviyelerin tarih boyunca yürüttükleri, insanı kendisi haline getiren, kendine karşı adil olmasını sağlayan asil bir terbiye anlayışıdır.

SABAHATTİN AYDIN - CAVİT ALTINSAÇ • EYLÜL 1999 • SAYI 9

Yürek semavî bir ülkedir, rengini gökten, bahardan ve güneşten alan. Ve söylendiği gibi, uçmak isterken o semavî ülkeye, ayağı takılacaktır yerdeki gölgelere. Önce gölgelerden kurtulmak gerek. Göze, kulağa, ele değen; gönüle ırak olan gölgelerden.

ZEHRA KORKMAZ ARALIK 2001 • SAYI 36



Acele Şehitlik

Hayber savaşı sırasında İslâm ordusu ile Hayber Kalesi’ndeki yahudiler arasında mücadelenin iyiden iyiye kızıştığı bir andır.

Hayberli yahudilerden birisinin yanında çobanlık yapan bir zenci, savaşın zorlu anlarından birinde Rasul-i Ekrem s.a.v. ile karşılaşır ve “bana İslâm’ı anlatır mısınız?” der.

Efendimiz, ilk akla geleceği üzere “Şimdi sırası mı? Git, uygun bir zamanda gel!” tarzında bir cevap vermez, oturur ve o zenci çobana İslâm’ı anlatır. Yüreğine sıcacık birşeyler aktığını hisseden çoban, o anda Kelime-i Şehadet getirerek müslüman olur.

Savaş bütün şiddetiyle devam etmektedir ve çoban henüz kavuştuğu imanın heyecanıyla birşeyler yapmak istemektedir. “Ey Allah’ın Rasulü” der; “Ben şu
koyunların Hayberli sahibinin yanında çalışan bir işçiyim. Bu koyunlar bana emanet. Şimdi bunları ne yapsam?”

Müslüman askerlerin günlerdir bir şey yemeden çarpıştığı bir savaşta olmalarına rağmen Efendimiz şöyle buyurur:

“İslâm, emanete ihanet etmemeyi emreder. Sürünün başına dön, koyunların yüzlerine hafi fçe vurarak onları kaleye doğru yolla. Yüce Allah seni isteğine kavuşturacaktır.”

Sürüyü kaleye sokan çoban, vakit kaybetmeden mücahitlerin arasına koşar ve savaşa atılır. Çok geçmeden yahudilerin attığı bir taşla şehit olur.

Savaş bittikten sonra, diğer şehitlerle birlikte zenci çobanın cansız bedenini de getirip sırtüstü yatırırlar. Efendimiz s.a.v. şehide bakar ve hemen yüzünü
çevirir. Yanında bulunanlar niçin böyle yaptığını sorduklarında der ki:

“Şu anda onun yanında hurilerden iki zevcesi var ve yüzünden toprakları siliyorlar.”

Birkaç saat içinde başına cennet kuşu konan bu zenci çoban, müslüman olduktan sonra bir namaz vakti bile dolmadan şehitlik payesini elde etmiş ve cennete uçmuştur.

MURAT HAFIZOĞLU • ŞUBAT 2001 • SAYI 26


Ana Baba Hakkı

Annemizin ve babamızın hizmetini görmek, Allah’a kulluktan sonraki ilk vazifemiz. Haklı bile olsak onları hiçbir şekilde incitemeyiz, bir şikayet ve yakınma olarak ‘öf’ bile diyemeyiz. Bu, Yüce Rabbimiz’in Mukaddes Kitabımız’da hepimize verdiği bir emirdir. Anne-babamız için Rabbimiz
bize şu duayı öğretiyor: “Ey Rabbim! Beni küçükken koruyup büyüttükleri gibi, sen de onlara şefkat ve merhamet et!” (İsra/23-27)

Anne-babadan sonra yakın akrabalarla ilgili vazifelerimiz geliyor. Geçinemeyen akrabanın ihtiyaçlarını karşılamak, imkanımız olduğu takdirde zorunlu bir
görev. Biz de muhtaç bir hale düşersek, yakından uzağa doğru maddi durumu müsait olan akrabalarımızın da bizim ihtiyaçlarımızı karşılamaları zorunlu.

Dinimizin öngördüğü bu zorunluluk, anne-baba ve çocuklar gibi en yakın akrabadan başlar, aralarında evlenme yasağı bulunan bütün akrabaları içine alır. Kardeşler, kardeş çocukları, amcalar, halalar, dayılar, teyzeler... birbirlerine karşı hukuken sorumludurlar

KEMAL SÜLEYMANOĞLU • OCAK 2001 • SAYI 25