๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 01 Ağustos 2011, 12:16:16



Konu Başlığı: Buraya Kadar
Gönderen: Zehibe üzerinde 01 Ağustos 2011, 12:16:16
Buraya Kadar



Temmuz 2009 - 127.sayı



Ahmet Nafiz YAŞAR kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

“Hıtta”, uzun süre taşınan, faydasına inanılmayan, yorgunluk ve rahatsızlık veren bir yükü aniden sırtından atıp farklı bir istikamete yönelme kararlılığını ifade ediyor. Türkçesi “Bu iş buraya kadar!” demek. Eski hali tamamen terk edip, bir bağışlanma talep ve umudunu da taşıyan yeni bir yönelişi, çok kesin bir değişim iradesini yansıtıyor.

Pîr-i Türkistan Hâce Ahmed Yesevî, Hâce Yusuf Hemedânî’nin halifelerinden. Mürşidinin vefatından sonra Hâce Ubeydullah Berkî ve Hâce Hasan Endâkî’nin ardından irşat postuna oturur, Buhara’da bir müddet hilafet vazifesinde bulunur. Aldığı manevi bir işaretle, müritlerine Hâce Abdülhalik Gücdüvânî’ye bağlanmayı vasiyet edip, göçebe Türkleri irşat için Yesi’ye gelir, burada, bozkırın ortasında bir dergâh kurar.

Bugün Kazakistan sınırları içindeki, eski adı Yesi olan Türkistan şehrinin yakınlarında bulunan Hâce Ahmed Yesevî dergâhı, sonraları inşa edilen muhtelif yapılarla büyük bir külliye halini almış durumda. Etrafı surla çevrili bu külliyede, içinde Hâce Ahmed Yesevî’nin mezarının ve çilehanesinin de yer aldığı asıl dergâh binası dışında bir mescit, bir kütüphane, kızı Gevher Hatun’un medfun olduğu kubbeli bir türbe ile geniş mezarlıklar bulunuyor.

Yesevî türbesinin bulunduğu yapı topluluğunun dış yüzü burada da çinilerle bezenmiş, kûfi hatla yazılan ayetlerle tezyin edilmiş. Kubbelerin üzerine oturduğu ana binanın duvarlarına, en yukarıda dört tarafı çevreleyen bir şerit halinde En’am suresinin 59’dan 63’e kadar olan ayetleri nakşedilmiş mesela. Timur’un inşa ettirdiği ve asıl külliyeyi gölgeleyecek kadar dev bir yapı olan taç kapının üzerine ise Bakara suresinin 58. ayeti yazılmış.

Fakat bizim külliyeyi ziyaret ettiğimiz 2006 senesinde TİKA’nın bu abidevî portal üzerindeki restorasyonu henüz başlamıştı. Üzerindeki bütün çiniler söküldüğü için En’am suresinden alınan ayetlerin kapı üzerine isabet eden kısımları ile Bakara 58’in metni okunamıyordu tabiatıyla. Restorasyon çalışmaları bugün hangi aşamada, aynı ayetler yeniden yazdırıldı mı bilmiyoruz ama bu çok da önemli değil. Orada bir zamanlar yazılı olan Bakara suresi 58. ayetinin, bozkır ortasındaki bu dergâhın fonksiyonuna dair çok önemli mesajlar barındırdığını biliyoruz.

Ayet neyi haber veriyor?

Bakara suresinde 40. ayetten itibaren 104. ayete kadar hususen İsrailoğulları’na hitap edilir. Yahudilerden, atalarının geçmişte yaptığı hatalar hatırlatılarak aynı hatalara düşmeden Rasul-i Ekrem s.a.v.’e tabi olmaları istenir. Bu minvalde Allah Tealâ’nın İsrailoğulları’na ihsan ettiği nimetler ve yardımlar hatırlatılıp öncekiler gibi nankör olmamaları tembihlenir. İşte 58. ayet de bu çerçevede İsrailoğulları’na geçmişte Allah’ın bahşettiği bir imkânı hatırlatıyor. Mealen şöyle buyuruluyor ayette:

“(Hatırlayın ki) bir zamanlar (size): ‘Şu şehre girin ve orada (bulunanlardan) dilediğiniz şekilde bol bol yiyin. (Ancak bu şehrin) kapısından girerken secde edin ve ‘hıtta” deyin (ki) hatalarınızı örtüp (bağışlayalım). (Biz) iyilik yapanlara (nimetlerimizi daha da) artıracağız.’ demiştik.”

Ayet-i kerimede, Hz. Musa a.s.’dan hemen sonraki bir dönemde, tevbe etmeleri, yaptıklarından pişman olmaları halinde Yahudilere emin bir beldede yaşama imkanının sunulması hatırlatılmaktadır. Müfessirler söz konusu belde hakkında ihtilaf etmiş; Kudüs, Eriha, Mısır vb. farklı yerlerin isimlerini saymışlardır.

Bu şehir her neresi olursa olsun, İsrailoğulları’na Allah tarafından ikram edilmiş bir selamet ve emniyet yurdudur. Ayetteki “orada (bulunanlardan) dilediğiniz şekilde bol bol yiyin” ibaresinin, Hz. Adem ile zevcesinin cennette iskân edildiklerini haber veren ayette de (Bakara, 35) aynen geçmesi, bu yerin tıpkı cennet gibi mübarek ve emin bir mekan olduğuna işarettir.

Bu ilâhi nimet, Allah’ın sonsuz rahmetinin eseri bir imkân olarak İsrailoğulları’na sunulurken, onlardan sadece daha önce yaptıklarından dolayı pişmanlık izhar etmeleri istenmiştir. Çünkü yine rivayetlere göre zalim bir kavimle cihat etmek üzere Hz. Musa a.s. ile sefere çıkan İsrailoğulları, savaşmamak için türlü bahanelerle Tih çölünde senelerce oyalanmışlardır. Hz. Musa’nın vefatından sonra da serseri bir vaziyette oradan oraya savrulup durmuşlardır. Onların bu döneklik ve nankörlüklerine rağmen, yakıcı güneşten korunmaları için Allah Tealâ ince bir bulut tabakasını üzerlerinde gezdirmiş, aç kaldıklarında kudret helvası ve bıldırcın eti ihsan etmiş, nihayet son bir şans olarak yerleşip rahat yaşayabilecekleri emin bir belde çıkarmıştır karşılarına. Pişmanlık gösterip eski hallerini terk etmeleri, tövbekâr olmaları halinde bu nimetten faydalanabileceklerdir.

“Hıtta!” Diyebilmek

Yesevî dergâhının kapısına yazılan Bakara suresi 58. ayetindeki “hıtta deyin” ibaresini mealler genellikle “af dileyin, tevbe edin” şeklinde çevirmiş, bazı müfessirler ise “hıttatün” kelimesinin Arapça olmadığını, bu sebeple meallerde aynen kullanılması gerektiğini söylemişlerdir. Çünkü Arapça veya değil, “hıtta” aslında bir ünlem. Pişmanlığı, yorgunluğu, bıkkınlığı ve vazgeçmeyi içinde barındıran bir duygunun sesle dışa vurulması. Her ünlem gibi tek kelimelik sarih bir karşılığı yok. Uzun süre taşınan, faydasına inanılmayan, yorgunluk ve rahatsızlık veren bir yükü aniden sırtından atıp farklı bir istikamete yönelmenin kararlılığını ifade ediyor. Türkçesi “Bu iş buraya kadar!” demek. Eski hali tamamen terk edip, bir bağışlanma talep ve umudunu da taşıyan yeni bir yönelişi, çok kesin bir değişim iradesini yansıtıyor.

Demek ki bir huzur, selamet ve emniyet muhitine girebilmenin yahut o muhitin imkanlarından istifade edebilmenin ilk şartı, önceki hâle ilişkin pişmanlıktan kaynaklanan böylesine kararlı bir yeni yöneliş iradesini ortaya koymaktır.

Bir nevi cennet atmosferinin teneffüs edildiği böyle yerlerden nimetlenmenin ikinci şartı ise “kapısından secde ederek girmek”tir. Müfessirlerin büyük bir ekseriyeti secdeden maksadın peşin bir hürmet, teşekkür, tevazu ve teslimiyet olduğunu söylemişlerdir. Nimete hürmet ve teşekkürle mukabele etmek gerekir. Üstelik bu nimet bütün yanlışlarına, isyan ve günahlarına rağmen Allah’ın sonsuz merhametinin bir nişanesi olarak ihsan edilmiştir İsrailoğulları’na. Böyle bir nailiyete hürmet ve teşekkür hem verilenin kıymetini bilmenin, hem de önceki masiyetlerden hicap duyup pişman olmanın ifadesidir. Tevazu ve teslimiyet de aynı hicap yahut pişmanlıktaki samimiyetin tezahürüdür. Çünkü daha önce işlenen günahlar nefsin, bencilliğin, başına buyrukluğun, ‘ben daha iyisini bilirim’ büyüklenmesinin eseridir.

Peygamberlerinin sözünü dinlemeyip seneler boyu ömürlerini günahlarla tüketenler, nefslerini sorgulayıp suçlamıyorlarsa, hâlâ pişmanlık duymuyorlar demektir. Nitekim takip eden ayette (Bakara, 59) gerçekten pişman olmayan, samimiyetle davranmayanların “hıtta” sözünü söylermiş gibi yapıp, tamamen nefsanî hesaplarla o kapıya yöneldikleri, fakat “zalimler” diye nitelenen böyle kimselerin bu sebeple azaba uğratıldıkları haber verilir.

Ayetteki “(Allah’ın söylenmesini istediği) o sözü değiştirdiler, onu kendilerine söylenilenden başka şekle soktular..” ibaresinden hareketle, bazı müfessirler art niyetli bu fasıkların “hıtta” yerine, buğday manasına gelen veya bir rivayete göre cennetteki yasak yemişin adı olan “hınta” demiş olabileceklerini söyler. Eğer böyleyse, bu tavır onların himmet istiyormuş gibi yapıp buğday peşinde olduklarını yahut Allah’ın yasakları hususunda daha baştan bir kayıtsızlık içinde bulunduklarını gösterir.

Kapıdan girmenin adabı


İyi güzel de bütün bunların tasavvufla, tarikatla nasıl bir alakası var ki bu ayet Hâce Ahmet Yesevî dergâhının kapısına yazdırılmıştır? Cevabını birlikte arayalım:

Nefs, Yahudi tabiatlıdır. Allah’ın emirleri, Peygamber s.a.v.’in sünneti hilafına, dünya denilen şu Tih çölünde asıl vazifemizi savsaklatarak mâlâyani peşinde, günahlar peşinde dolaştırır da ömrümüzü boşu boşuna tüketir bizim. Geçen zamanın, harcanan ömrün kıymetini bilmediğimiz gibi, işlediğimiz bütün günahlara rağmen Cenab-ı Hakk’ın bize bahşettiği imkan ve fırsatların da kadrini bilmeyiz. Hiç hak etmediğimiz halde bizi gölgelendiren bulutlara, doyuran bıldırcın etlerine, kudret helvalarına benzer nice nimetleri tüketiriz ama ne bunlardan ne de bunları verenden haberimiz olmaz.

Bu kadar nankörlükten sonra bile, merhametlilerin en merhametlisi olan Allah Tealâ yine de terk etmez kulunu. Doğruyu bulsun, kulluk şerefine yakışır bir hayat yaşasın, ebedi saadete nail olsun diye kapılar açar, Yesevî dergâhı gibi dergâhlar çıkarır karşılarına.

Dergâhlar, mürşid-i kâmillerin denetimi, dervişlerin birbirine ayna olması, zikir meclislerini barındırması gibi sebeplerle günahlardan uzaklaşılan emin beldelerdir. Lakin hem bu emniyetten, hem oradaki manevi feyizlerden nasiplenmenin şartları vardır. Öncelikle pişmanlığını ikrar edecek, tövbekâr olacak, eski haline dönmeyeceği konusunda samimi bir kararlılık gösterecektir insan. Sonra da bütün bu pişmanlıklara sebep olan nefsini tepeleyip tevazu gösterecek, o kapının ardındaki insanlara hürmette kusur etmeyecektir. “Hıtta” deyip nefsini bütün ağırlıklarıyla kapıda bırakanlardır ki, tüy gibi hafiflemiş olarak o beldenin bütün nimetlerinden nasiplenme imkânı bulabilecektir.

Böyle kapılar her zaman herkese açıktır. Dünyalık hesaplarla, kapıdan girme adabını zahiren yerine getirir gibi yaparak, sahte bir pişmanlık, tevazu ve hürmet göstererek etrafındakileri aldattığını zannedenler de girebilir bazen. Fakat sırtlarından atamadıkları ağırlıklarla yol alamaz, kendilerinden başka kimseyi de kandıramazlar. Daha kötüsü Allah katında zalimlerden olurlar ve fısklarında ısrar ettikleri takdirde korkunç bir azapla cezalandırılırlar.

Hâlbuki Cenab-ı Hak, bir işi kendisinin emrettiği şekilde, ihlâsla, adabına riayet ederek, güzelce yapanların “üzerlerindeki nimetlerini artıracağını” vaat buyurmuştur. Böyle bir ilâhi vaade ve imkâna rağmen nefsinin arzularına uyarak dünyalık peşinde koşanlardan daha ahmak kim olabilir?

Bir Hikmet Deryası: “Divan-ı Hikmet”

Hâce Ahmed Yesevî k.s.’nin “hikmet”lerinin toplandığı kitabın adı Divan-ı Hikmet’tir. Birçok nüshası mevcuttur. Haliyle nüshalar arasında içerik ve dil bakımından farklara rastlanır.

Hikmetlerin temelinde Yesevî’nin duyuş ve düşüncelerinden yansıyanların yanında tarikatının esasları da vardır.  Hikmetler çağlar boyunca Türkistan diyarında düşünce ve gönül birliği sağlamıştır. Aşağıda bu Divan-ı Hikmet’den bir örneği bugünün Türkçesiyle sunuyoruz:

Ömrüm sona erende
Ben n’eylerim Allahım
Can alıcı gelende
Ben n’eylerim Allahım

Can vermenin vehminden
Azrail’in hışmından
Şefkat olmasa senden
Ben n’eylerim Allahım

“Rabbin kim” sorduğunda
Kara gündür o anda
Rabbin kimdir diyende
Ben n’eylerim Allahım

Hoca Ahmed sen bende
Pişmansın nefs elinde
Mahşer günü olanda
Ben n’eylerim Allahım.