๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 07 Ekim 2011, 18:49:48



Konu Başlığı: Birlikte Yola Çıkmak
Gönderen: Zehibe üzerinde 07 Ekim 2011, 18:49:48
Birlikte Yola Çıkmak


Mayıs 2006 - 89.sayı
 

Elvida ÜNLÜ kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Yol odur ki, Hakk’a vara...
Yol odur ki, gönülden başlaya, gönüllere ulaşa...
Hani iki kişi Mekke’den çıkar yola, iki kişidirler.
“Allah bizimledir.” dedikten sonra iki kişi midirler?
Yolda mıyız?
Kiminle çıktık yola?

Katıldık mı Medine’ye varan yola?
O yoldaysak, azığımız sadakat, azığımız acı lokma sabır, azığımız emanet.
Yol bize emanet, yolcu bize emanet.
Tek başımıza kalmak belki, ama yalnız olmamak.
Kimse inanmadığında inanmak yola, yola birlikte çıktığımız dosta.
El ayak çekilirse bir gün yoldan, yapayalnız kalırsa dost, orada olmak, adımlar eklemek yola hicret yollarından...

Yolda belli olur


Bir gün Hz. Ömer r.a.’ın huzurunda bir adam methedildi. Hz. Ömer r.a. sordu:

- Bu adamla bir işiniz, alışverişiniz var mı?

Methi yapan adam:

- Hayır, dedi. Hz. Ömer:

- Beraber yolculuk ettiniz mi, diye sordu. Adam:

- Hayır, dedi. Hz. Ömer şöyle buyurdu:

- O halde siz hiç tanımadığınız bir kişiden bahsediyorsunuz.

. . .

İnandık, teslim olduk, yola koyulduk.
Yolda belli oldu ne kadar sadığız? Ne kadar inandık? Ne kadar teslim olduk?
Düşünür müyüz yolda olanı, yolda kalanı, adımları zayıf olanı, dizinde derman kalmayanı?
Koşar koşar da, tezce yorulur muyuz?
Ağır aksak da olsa yolun sonuna dek yürür müyüz?

O söylüyorsa doğrudur!

Allah Rasulü s.a.v. bir gecede aşılmaz nice mesafeler kat etmiş, gitmediği yerlere gitmiş, görmediği yerleri görmüştü. İsra ve mübarek Miraç...

Mescid-i Aksa’yı görmüştü ki, bir mübarek beldeydi, ne mübarek beldeydi.
Sabah olduğunda yaşadıklarını anlattı. Kureyş, hani ona “emin” diyen, güvenen, inanan Kureyş yalanladı:

- Hiç öyle şey olur mu? Bir gecede! Muhammed aklını iyice yitirdi.

- Söylediklerin doğruysa bize Mescid-i Aksa’yı anlat, dediler. Mescidin ayrıntılarını sordular.

Allah Rasulü s.a.v. o gece gördüklerinin etkisinden bu gibi ayrıntılarla pek fazla ilgilenmemişti. Canı sıkıldı ki, hiç böyle sıkılmamıştı. Bunun üzerine Allah Tealâ perdeleri kaldırdı, Mescid-i Aksa’yı Rasulü’nün gözlerinin önüne getirdi. İşte şimdi Kureyş soruyor, O da karşındaymış gibi anlatıyordu.

Kureyş şaşırdı. Zira kesinlikle biliyordu ki, Hz. Muhammed s.a.v. oralara hiç gitmemişti.

Şaşkınlığı kısa sürdü, toparlandı, hemen reddetti:

- Bu bir büyü! Muhammed’e büyü yapılmış!..

Sonra deliler gibi koşarak Hz. Ebu Bekir r.a.’ın yanına vardılar, olanları anlattılar. Hz. Ebu Bekir:

- O söylüyorsa doğrudur. Anlattıklarına inanıyorum. Siz de inanın, dedi.

Ve Hz. Ebu Bekir r.a.’a “sıddîk” denildi. Sıddîk, yani doğru olan ve doğru olanı tasdik eden... Canıyla, malıyla gönülden doğrunun yanında olan...
Onu her halinde anlayan…

İnanmak yolda olmaktır


“Cenab-ı Hak beni size gönderdi. Bana, ‘yalan söylüyorsun’ dediniz. Yalnız Ebu Bekir ‘doğru söylüyorsun’ dedi ve bana canıyla, malıyla yardım etti.”

Böyle diyordu Allah Rasulü s.a.v. Kureyş büyüklerine...

Hani bir gün müşrikler Allah Rasulü s.a.v.’i Kâbe’de yakalamışlardı. Hepsi birden üzerine çullandılar, vurmaya başladılar. Hz. Ebu Bekir r.a. yetişti, hepsini bir kenara iterek yüksek sesle haykırdı:

- Rabbim Allah dediği için bir insanın canına mı kastedilir?

. . .

İnanmak yola çıkmaktır.

Sağına soluna bakmadan inandılar, yolda oldular. Gün geldi anadan babadan, gün geldi evden barktan, gün geldi candan geçtiler.

Gün geldi Mekke’den geçtiler.

İşte iki arkadaş Medine’ye gidiyorlar.

Sevr mağarasının yolunu tuttular. Ebu Bekir r.a. bazen Efendimiz s.a.v.’in peşinden, bazen önünden gidiyor. Efendimiz s.a.v. sordu:

- Niçin böyle yapıyorsun?

- Ey Allah’ın Rasulü, arkadan bir saldırıya uğramandan endişelenip arkandan geliyorum. Sonra, ileriden bir hücum olur diye endişe edip önünden yürüyorum.

Mağaraya vardıklarında Ebu Bekir r.a., Efendimiz s.a.v.’e “Dur!” diyor. “Önce ben mağarayı bir yoklayayım.”

Bakıyor ki, mağarada böcek ya da yılan çıkması muhtemel delikler var. Etrafta bulduğu bir şeylerle tüm delikleri kapatıyor. Bir tek delik kalıyor. O deliği de ayağıyla kapatıyor. Yeter ki Allah Rasulü’ne bir zarar erişmesin...

Kureyşliler Rasulullah s.a.v.’in canına kastetmeye kararlı. İki arkadaşın izlerini takip ede ede Sevr’e kadar geliyorlar. O kadar yaklaşıyorlar ki, başlarını eğip baksalar iki yolcuyu görebilecekler. Ebu Bekir r.a. telaşlanıyor, ızdırap ve ümitsizlik içinde Efendimiz s.a.v.’e bakıyor: “Ya Allah Rasulü’ne bir şey olursa..” Efendimiz s.a.v. huzurlu sakin bir halde arkadaşını teskin ediyor:

- Ebu Bekir, üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyorsun? Korkma, üzülme! Allah bizimledir!

İnanmak yolda olmaktır.

Yoldan öte yolda olmak, kendini unutmaktır.

Uzağında bile onunla


Habeşistan muhacirlerinden Umeys kızı Esma r.a., Hz. Ömer’in kızı Hafsa r.a. ile oturuyorlardı.

Bu arada Hz. Ömer r.a. geldi, kızına Esma’nın kim olduğunu sordu. Hafsa r.a.:

- Umeys kızı Esma’dır, dedi. Hz. Ömer:

- Vay!.. Bu kadın Habeşli Esma mıdır? Deniz yolcusu Esma mıdır, diyerek lâtife etti. Zira Habeşistan’a hicretten dolayı müslümanların bir gemi yolculukları olmuştu.

Sonra Hz. Ömer r.a. Habeşistan muhacirlerini kastederek:

- Medine’ye hicret faziletinde biz sizi geçtik. Zira biz Allah Rasulü ile her daim birlikteydik. Biz O’na sizden daha layık ve daha yakınız, dedi.

Çünkü Habeşistan muhacirleri Medine’ye hicretten çok sonra gelebilmişlerdir.

Hz. Esma r.a. titizlenerek müdafaada bulundu:

- Hayır, siz hiç de öyle değilsiniz! Vallahi, Rasulullah ile hicret eden sizlerin açlarını Allah Rasulü doyurdu, cahillerini okutup adam etti. Biz ise Habeşistan’da, Allah Rasulü’nden uzaklarda, müslümanlara kin ve düşmanlıkla dolu bir muhitte ızdırap içindeydik. Bütün bu zulümlere biz Allah ve Rasulü’nün rızası uğruna katlandık. Ey Ömer! Gidip bu söylediklerini Rasulullah’a arz edeceğim. Ve bu süre içinde ne bir lokma yemek yiyeceğim, ne bir yudum su içeceğim. Ey Ömer! Biz uzak illerde azap içindeydik ve korkuyla yaşıyorduk. Siz ise Peygamber’in yanında, onun yakınlığı altındaydınız.

Sonra, Hz. Esma r.a. dediği gibi bu konuşmaları Rasulullah s.a.v.’e aynen aktardı. Rasulullah s.a.v. şöyle buyurdu:

- Bu hususta Ömer bana sizden daha layık ve yakın değil. Hakikat şu ki, Ömer ve Ömer’le hicret eden arkadaşları için bir hicret sevabı vardır. Siz, gemiyle gidenler, emin olun ki sizin için iki hicret fazileti vardır. Biri Habeşistan’a, öbürü Medine’ye…

. . .

Maksat Allah ve Rasulü’nün rızasıdır ya, yol ister Mekke’ye varsın, ister Medine’ye…
Aynı yolda yolcudurlar.
İster yanında, ister uzağında…
Çile birdir, telaş bir, sevinç bir...

. . .

Nebi s.a.v. Tebük gazasına çıkarken Hz. Ali r.a.’ı Medine’de vekil olarak bıraktı. Fakat Hz. Ali r.a.:

- Ey Allah’ın Rasulü! Beni çocukların ve kadınların içinde mi bırakıyorsunuz, deyince Nebi s.a.v. şöyle buyurdu:

- Ya Ali! Bana nispetle sen, Musa’ya nispetle Harun gibi olmaya razı olmaz mısın? Nasıl ki Musa Tûr’a çıkarken kardeşi Harun’a; “Kavmime sahip ol, onları gör, gözet.” demiştir...

. . .

İlla yanında, yöresinde mi olmalı?
Yol arkadaşlığı yoldan öte olmalı!

Ömrümüz boyunca


Müslümanlar Hendek Muharebesi öncesinde hendeği kazıyorlardı. Mevsim kıştı. Efendimiz s.a.v. de bizzat çalışıyordu. Muhacir ve Ensar yeri kazıp toprakları taşıdıkça hep birlikte şöyle derlerdi:

“Muhammed’e biat edenleriz bizler,
Ömrümüz boyunca cihat etmek üzere...”

Ve muhabbet türküsü tatlı tatlı devam ederdi:

“Allah’ın lütfu olmasaydı hidayet bulamazdık,
Zekât veremez, namaz kılmazdık.
Rabbimiz, bizi huzur ve sükûnete kavuştur;
Düşmanla karşılaştığımızda bize sebat ver...”

Vakit kuşluk vaktidir, hava soğuktur, toprak zorludur ve sahabiler açtır. Bir yanda zorluklar, bir yanda düğüne gider gibi bir coşku…

Allah Rasulü s.a.v. sahabilerinin haline duygulandı ve şöyle dua buyurdu:

“Ya Rab; mutluluk, ahiret mutluluğudur. Ey Rabbim! Sen Ensar ve Muhacirini mutlu kıl!”

Sahabiler âmin dercesine devam ettiler:

“Ömrümüz boyunca cihat etmek üzere,
Muhammed’e biat edenleriz bizler.”

Sonuna kadar


Rasul-i Ekrem s.a.v. ashabıyla Mekke’ye gitmeyi, Kâbe’yi tavaf etmeyi diliyordu. Silahsız, ihramlı vaziyette yola çıktılar. Hz. Osman r.a. da bu ziyareti bildirmek üzere Mekke’ye elçi gönderildi.

Hz. Osman, Ebu Süfyan ve Kureyş’in diğer ileri gelenleriyle görüşüp, Rasul-i Ekrem s.a.v.’in niyetini anlattı. Onlar:

- Kâbe’yi tavaf etmek istersen sen git, tavaf et! Fakat hepiniz olmaz, diye cevap verdiler. Hz. Osman r.a. da:

- Rasulullah tavaf etmedikçe ben de etmem, diyerek tekliflerini reddetti.

Bu tavırdan hoşlanmayan müşrikler Hz. Osman’ı Mekke’de alıkoyarak göz altına aldılar. Fakat bu hadise müslümanlara Hz. Osman’ın öldürüldüğü şeklinde ulaştı. Rasul-i Ekrem s.a.v. ashabına şöyle buyurdu:

- Artık bunlarla vuruşmadıkça buradan ayrılmayız!

Ve halkı biate davet etti. Şimdi sahabiler, ya Allah Rasulü ile birlikte her ne şekilde olursa olsun yola devam edecekler, ya da gerisin geri döneceklerdi, belki kuru kuruya bir can sevdası uğruna...

Ve Rasulullah s.a.v.’in kadın-erkek bütün ashabı Kureyş’in yaptığını yanına bırakmamak, gerekirse İslâm uğruna canlarını feda etmek ve sonuna kadar Allah Rasulü ile birlikte olmak üzere söz verdiler.

Bu biat Semure adlı bir ağacın altında yapıldı. Ve o gün oradakilerle ilgili olarak Rabbimiz şöyle buyurdu:

“Allah, hakikaten o müminlerden razı oldu. Onlar o ağacın altında sana biat ederken kalplerindekini bildi de, üzerlerine sekine ve huzur indirdi. Ve onları yakın bir fetihle mükâfatlandırdı.” (Fetih, 18)

Ben, Ebu Bekir ve Ömer...


Halife Hz. Ömer r.a. vefat etmişti. Müslümanlar tabut içindeki naaşın etrafına toplanmışlar, dua ve niyazda bulunuyorlardı.
Bu arada birisi yüksek sesle şöyle diyordu:

- Ey Ömer! Allah sana rahmet etti. Ben Allah’ın muhakkak ki seni, iki dostun Rasulullah ve Ebu Bekir ile birlikte bulunduracağına inanıyorum. Çünkü ben, şu yer üzerinde çok defalar Allah Rasulü’nden şu sözleri işittim: ‘Ben Ebu Bekir ve Ömer’le şuraya gittim. Ben, Ebu Bekir ve Ömer’le şunu yaptım. Ben, Ebu Bekir ve Ömer’le filan yerden çıktım...’ Bunun için ben Allah’ın seni Hücre-i Saadet’te iki dostunla birlikte kılacağını umarım.
Sahabiler baktılar ki, bu sözleri Hz. Ali r.a. söylüyor...

Yol O’nun olduktan sonra...


“Allah Tealâ bir kulunu dünya ile kendi nezdinde olan ahiret arasında muhayyer bıraktı. O da Allah katındakini tercih etti.”

Allah Rasulü s.a.v. son hastalığında hutbeye çıktı ve cemaate bunları söyledi. Hz. Ebu Bekir ağlamaya başladı.

“Atalarımız analarımız sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü!” diyerek ağlıyordu.
Ashab-ı Kiram, Hz. Ebu Bekir r.a.’ın ağlamasına bir anlam veremedi. Zira, Allah Tealâ’nın bir kulunu kendi katında olan ahiret ile dünyayı tercih hususunda serbest bırakmasında; o kulun da Allah katında olanı, ahireti tercih etmesinde ne vardı ki? Ebu Bekir böyle içi yanarcasına niçin ağlıyordu ki?

Oysa o kul Allah Rasulü idi.

Allah katını tercih etmişti. Kim bilir, belki bu sözler ashabına hitaben son sözleriydi.
Ve Hz. Ebu Bekir, bir tek o anlamıştı, ayrılık çok yakındı.

Allah Rasulü s.a.v. dostunu teskine çalıştı:

- Ağlama Ebu Bekir. Dostlukta da, malını feda etmede de bana en yakın sensin. Senin malından istifade ettiğim kadar hiçbir maldan istifade etmedim.

Sıddîk olan anlardı.

Bir sözden, bir bakıştan, bir boyun büküşten…

“Kederlenme ey Ebu Bekir, Allah bizimle beraberdir..”

İki kişinin ikincisi idi o.

Mağara dostuydu, yol arkadaşıydı.

Birlikte çıkmışlardı yola. Yol akıyordu, akacaktı.

O’nsuz. O’nsuz mu?

“Kim Allah’a tapıyorsa, bilsin ki Allah bakidir! ”

. . .

Sevdik ya seni, ey Allah'ın Rasulü, elbet bir gün buluşacağız.
Yola çıktık karınca misali.
Adımlarımız zayıf, dizimizde derman yok.
Karnımız tok belki, sırtımız pek.
Lâkin devir zulüm devri.
Devir öyle bir çöküyor ki üzerimize, ağları kavi...
O zaman öyle uzak ki Mekke, o kadar uzak Medine.
Seninle çıktık yola ey Allah'ın Rasulü!
Düşersek bir gün, sevincinden bir tebessüm, kederinden bir damla yaş gelir, bulur mu bizi?
Dostlarından bir dost, yol arkadaşı bilir de bizi, tutar mı elimizden?