Konu Başlığı: Aya Bakış Gönderen: Zehibe üzerinde 21 Eylül 2011, 16:03:48 Ay'a Bakış Haziran 2007 - 102.sayı Semerkand Dergisi kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı. Kahtı Rical Cevher DUDAYEV (1944–1996) Onurlu insan. Arkasında ebedi izler bırakmış güzel şehit. Daha annesini emmekteyken Almanlarla işbirliği yaptığı gerekçesiyle Kazakistan’a sürülen Çeçenlerden biri de oydu. 7 yaşında babasız kaldı. 13 yıl sonra sürgünden döndükleri zaman, Çeçenistan’daki evlerinde Ruslar oturuyordu; kazma küreklerle onları kovdular. Ardından Hava Harp Okulu’nu bitiren ve Sovyetler Birliği Karate Şampiyonu olan Dudayev, generalliğe kadar yükseldi. 1989 yılında Estonya’daki bağımsızlık hareketlerini bastırma emrini dinlemeyen Tuğgeneral Cevher Dudayev’in adı Moskova’da “Asi General”e çıktı. Ceza olarak askerî birliğiyle beraber Grozni’ye sürgüne gönderildi. Bir Çeçen general için bundan daha iyi bir ceza olamazdı; askerleriyle birlikte memlekete yollanmak! Dudayev 1991’de, Zelimhan Yandarbiyev önderliğindeki Çeçen Halk Kongresi’ne katıldı. 6 Eylül günü bağımsızlığını ilan eden Çeçen halkı, onu yüzde 90’a yakın bir çoğunlukla devlet başkanlığına seçti. Rus Başbakanı Victor Çernomirdin ile yapılan görüşmelerde, sorunların barışçı yollarla halledilmesinden yana olduğunu söyleyen Dudayev, bağımsızlık meselesini Sovyetler Birliği’nden ayrılan diğer devletler gibi sonuca bağlamayı düşünüyordu. Ancak Rus derin devletinin içinde Çernomirdin’in de etkisiz kaldığı bir süreç başladı ve 1994’e kadar düşük yoğunluklu süren saldırılar Aralık 1994’te açık bir savaşa dönüştü; Rusya, “24 saatte işi bitirmek üzere” Çeçenistan’a saldırdı. Mayıs 1996’ya kadar süren savaşın ardından Ruslar Çeçenistan’dan çekilmek zorunda kalırken, bağımsızlık önderi Cevher Dudayev, 21 Nisan’da uydu telefonundan Ruslarla barış görüşmesi yaparken şehit edilmişti. Şahadet onun için güzel; fakat yokluğu müslümanların kalbinde hâlâ buruk bir acı ve özlem bırakmaya devam ediyor. (Geniş Bilgi İçin: Alla Dudaeva, Milyon Birinci, Çev. İlyas Ahmadov, Şule Yayınları, 2003.) Ayın İktibası Yanılmıyorsam, İmam-ı Rabbanî’ye: “Bize bir keramet göster” derler. O da, birkaç adım atar ve: “İşte, yürüyorum!” der. Hikmetle bakan gözle, hikmetten yoksun bırakılmış gözün bakış farkı işte bundan ibarettir. Fakat bu fark, aslında, bir kavrayış farkını ortaya koymaktadır. Hikmetle bakan göz, insanda, eşyada, evrende her an oluşun her anında bir keramet yakalarken, hikmetten yoksun bırakılmış göz için, evren durağan bir oluş içindedir. Hikmetsiz göz, aslında, “hayret” yeteneğini yitirmiştir; onun, oluşa hayret etme, oluştaki olağanüstülüğü fark etme yeteneği yoktur. Ona göre, her şey, bütün oluşlar durağan bir olağanlık üzeredir. O istediği kadar baksın gökyüzüne, orada bir çatlak görememesi, hiçbir şey söylemeyecektir ona. İstediği kadar baksın üstünde kanatlarını açarak ve kanat çırpıp kapayarak uçan kuşa, o kuşu havada tutanın ne olduğunu asla göremeyecektir. Baksın, denizin dalgalarına, dağ başındaki rüzgâra, bal yapan arıya, indirilen suya, uzanan ovaya, acaba bir şey görebilecek mi? “Onlara, gökten bir kapı açılsa da oradan yukarı çıksalar ve gözleriyle görebileceklerini görseler, şöyle diyeceklerdir: Muhakkak ki, gözlerimiz döndürüldü, daha doğrusu biz, belki de büyülenmiş bir topluluğuz.” (Kur’an, Hicr, 14–15.) Bakıştaki “hayret” kaybolunca, bu bakış, aslında, baktığını da göremeyecektir. Bir yürüyüşün, gerçekte ne büyük bir harika olduğunu, kavrayabilmek için, yeni yürümeye başlayan bir bebeğin ilk adımlarına bakmak kâfi dir. Bebek ilk kez iki ayağı üzerine dineldiğinde, nasıl tereddüt, korku ve hayret içindedir! Onun bu hayreti, bir bakıma eşyayı, çevresini yeni bir konumdan seyretmiş olmaktan ileri geldiği gibi, bir yandan da nasıl olup da iki ayağı üzerine durabildiğinedir. Bebek bu harikayı keşfetmiştir ve ona hayret etmektedir. Ama zamanla, aynı harikayı bütün hayatı boyunca yaşamaktan gelen kanıksamayla, hayret eden bakışı da zayıfl amakta, hatta büsbütün kaybolmaktadır. Fakat onun bakışındaki “hayret”in kaybolması, hadisenin “harika” oluşunu değiştirmez… Yaradılışın ve oluşun hikmetini sürekli olarak diri tutan göz, oluşun her ânında bir harika yakalarken veya her oluşa yeni bir harika gözüyle bakarken, hayret halini kaybetmiş göze “mucize” bile bir şey söylemez.” (Rasim Özdenören, “Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı?”, s. 198–199.) |