๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 17 Ağustos 2011, 07:27:32



Konu Başlığı: Anlam Arayışında İnsan
Gönderen: Zehibe üzerinde 17 Ağustos 2011, 07:27:32
Anlam Arayışında İnsan

Temmuz 2011 151.SAYI
 

Ahmet ALEMDAR
kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.


Kısacası, insan bir anlam arayışından ibaret... Hem arıyor hem de aranıyor olsa gerek. Nereden geldiği sorusunun cevabıyla nereye gidiyor olduğu sorusunun cevabı aynı. Öyleyse sürekli kıvrılarak genişleyen bir döngünün merkezindeyiz.

Elest Bezmi’nden başlayan ve sonsuzluğa doğru devam eden uzun bir anlam arayışı yolculuğundayız. Hem kendimizi, hem de varlığın anlamını arıyoruz.  Yol’da ilerliyor isek, Sevgilisi’ne bir an önce varmayı isteyen bir kişi gibi hızımızı artırmamız gerekir. Sevgili Yunus Emre’nin dediği gibi, ya kervanı kaçırmış ve böylece dağlar başında Yol’da kalmış isek kayıplarımızı telafi edebilmenin yollarını nasıl bulacağız? Sadece arayarak mı, yoksa yeni bir kervanı bekleyerek mi? Belki hayatımızın bir yüzü, ‘arayış’ ise, diğer yüzü de ‘bekleyiş!’ Aradığımızı bekliyoruz belki de!

Ruhanî kapılar ve pencereler

İbrahim Aleyhisselam’ın Hakk’ı arayış serüveni yıldızlardan başlamıştı. Ancak o yıldız batınca, aradığı Yaratıcı’sının başkası olduğunu düşünmüştü: “Üzerine gece basınca (İbrahim) bir yıldız gördü; ‘Budur Rabbim’ dedi. Yıldız batınca: ‘Batanları sevmem’, dedi.”  (En’am, 76). Gökyüzünde Ay’ı görenler artık yıldıza tapmayabilirler ama yıldızın boşuna yaratılmadığını da bilirler. Yıldızlar, günü geldiğinde kararsa da, Allah Tealâ Kur’an’da “Yıldızların yerlerine yemin ederim.” (Vakı’a, 75) buyurmaktadır. Çünkü “Yıldızlar da O’nun emriyle size boyun eğdirilmiştir. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.” (Nahl, 12). “Güneşi, Ay’ı ve yıldızları buyruğuna boyun eğmiş vaziyette yaratan O’dur. İyi bilin ki, yaratma ve emir O’nundur. Âlemlerin Rabbi Allah ne uludur!” (A’raf 54)

Bilindiği üzere insan, aklı ve ruhu ile vardır; bunlarla bir anlam kazanır. Mücerret olan bu kavramlar, ruhanî pencerelerle varlık değerine kavuşurlar. İnsana, kâinata, Sevgili Peygamberimiz s.a.v.’e ve Allah’a ancak insanın kendisinden başlayacağı anlam arayışı heyecanıyla ulaşılabilir.

Dört duvar arasında karanlıkta kalmış bir insan, bulunduğu yerden aydınlığa çıkabilmek için eliyle bir kapıyı arar. Çünkü bilmektedir ki her mahzenin bir kapısı vardır. Bu insanın duvarda kapı olduğunu bilmesi de takdire şayan bir durumdur. Ancak, güzelliklerle kucaklaşabilmek için bu kapının açılması gereklidir. Aydınlık arayan kişinin kapıyı açacak bir anahtar olduğunu bilmesi ve bu anahtarı bulması ise onu hedefine götürecek çok önemli bir aşamadır. İşte bu anahtar, insanı ulaşmayı arzuladığı Hakikat’in anlamına götürecektir.

Işığa yöneliş ve dünya perdesi


Mahzende kalmış bu insan için çevresindeki dünya malının nefsi okşayıcılığı ve çekiciliği sahte bir anlam ifade etmektedir. Onlardan hoşlanması ve hayatını onlarla anlamlandırmaya kalkması, duvarların arasında ebediyen kalması demektir. Onların reddi ise insana aydınlıklarla dolu yeni vadiler, yeni ufuklar açacaktır. Dünya malını bir araç olarak görebilmek ve sadece tabiî ihtiyaçlarımızı karşılayacak kadarından istifade edebilmek, kapının açılmasını sağlayacak anahtarlardan biridir.

İbn Abbas r.a.’dan gelen bir rivayete göre; bir gün Hz. Peygamber s.a.v. ile Cibril Aleyhisselam Safa Tepesi’nde idiler. Peygamber Efendimiz, Cibril’e:

– Muhammed’in evinde bu akşam bir avuç un veya kavut (buğday lapası) bile yoktur, dedi. Peygamber Efendimiz bunu söyler söylemez göklerde bir binanın yıkılışı gibi bir ses duyuldu. Peygamber Efendimiz duyduğu bu müthiş ses üzerine Cibril’e:

– Acaba kıyametin kopma emri mi verildi, diye sordu. Cibril Aleyhisselam:

– Hayır kıyamet kopmadı. Ancak Cenab-ı Hak senin sözünü duyunca İsrafil’e sana inmesini buyurdu. Duyduğun ses İsrafil’in iniş sesidir, dedi ve biraz sonra İsrafil a.s. Peygamber Efendimiz’in yanına inerek:

– Cenab-ı Hak senin sözünü işitince, beni bütün yer hazinelerinin anahtarları ile birlikte gönderdi ve Tihame dağlarını zümrüt, yakut, altın ve gümüşe çevirip, seninle beraber gezdirmeyi sana teklif etmemi emir buyurdu. Eğer kabul edersen yaparım, sen de düşün. İstersen hükümdar, istersen kul bir peygamber ol, dedi.

Tirmizî’deki rivayete göre, bunun üzerine, Rasulullah s.a.v. şöyle buyurdu:

– Rabbim bana: ‘Eğer istersen sana Mekke’nin Bahta’ denilen çölünü altına çevireyim’ buyurdu. Ben: ‘Hayır, Yarabbi, ben bir gün tok, bir gün aç olmayı tercih ederim. Yahut üç gün tok olursam, üç gün de aç kalmak isterim. Aç olduğum zaman sana yakarırım ve seni hatırlarım. Tok olduğum zaman da sana şükrederim’ dedim.” (Terğib, c. 5, s. 150, 175)

Her dem açık kapımız


Hakikatle bezenmiş manevi anlam kapılarının altından yapılmış bir anahtarla açılabilmesi için, Allah’a olan aşk ve imanımızın O’nun Habibi’ne olan aşk ve bağlılığımızla bütünleşmesi lazımdır. Hz. Ebubekir r.a. bu yolda bizlere güzel bir örnektir. O’nun dostluğunu tam anlamıyla kazanmak, sırların paylaşıldığı mağara arkadaşlığını gerektirmektedir.

O Gönüller Sevgilisi s.a.v., Ebubekir r.a. ve Ali r.a.’ın da aralarında bulunduğu bir gruba son kez bakarken, geride bırakacağı dostlarına bir kapı aralıyor ve bu kapının anahtarına işaret ediyordu:

“Şu mescide açılan kapıları kapatınız. Sadece Ebubekir’in kapısı açık kalsın.” buyuruyordu.

İtiraz edenler olmasın diye de bu isteğinde ısrar ediyor: “Hayır başkası olmaz, Ebubekir nerede? Söyleyin ona, cemaate namaz kıldırsın.” diyordu.

“Eğer Rabbimden başka, insanlardan bir dost edinecek olsaydım, mutlaka Ebubekir’i dost edinirdim.” sözü ise adeta Dost Kapısı’nı aralayan anahtar bir kelime olarak yüreklere yansıyordu.

Kısacası, insan bir anlam arayışından ibaret... Hem arıyor hem de aranıyor olsa gerek. Nereden geldiği sorusunun cevabıyla nereye gidiyor olduğu sorusunun cevabı aynı. Öyleyse sürekli kıvrılarak genişleyen bir döngünün merkezindeyiz. Sonsuzluğu keşif için kâinatta ne kadar dolaşırsak dolaşalım, bize bizi ve varoluşun anlamını anlatacak olan kendi gerçekliğimizdir.