๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 10 Kasım 2011, 00:36:31



Konu Başlığı: Afrikada Bir Yerli Öldürülse
Gönderen: Zehibe üzerinde 10 Kasım 2011, 00:36:31
Afrika'da Bir Yerli Öldürülse


Aralık 2005 - 84.sayı

Mehmet Berat IRMAK kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.


Bizler birbirimizin azasıyız, insanoğlu aynı annenin ve aynı babanın çocuklarıdır, insanlık ağacının bir dalı, bir yaprağı, bir çiçeği bir meyvesi olarak bulunuyoruz bu dünyada... Bunu bilmenin yolu  kendimizi bilmekten, Rabbimiz'i bilmekten geçer.

Şair, Peygamber sözünü şiirleştirerek, "kişioğlu birbirinin parçasıdır" der. Hangi renkten, hangi dilden, hangi ırktan olursa olsun, insanoğlu mayasındaki ilâhi nefesin bağıyla birbirine bağlanmış bulunmaktadır. Bu bağın farkında olmak bizi insan kılar; insanlığımız hakkında bir bilinç sahibi yapar. Dünya hayatı da, bu çerçeveden bakıldığı zaman anlam kazanır. Bizi diğer canlılardan ayıran hususiyetlerimizin tamamı o "bağ"da gizlidir. Yoksa, farkında olmadığımız sürece yapıp  ettiklerimizin diğer canlıların tanımlı hayatlarından bir farkı yoktur. Bütün bunlardan önce, ademoğlu bir diğerinin uzvudur diyen şairin bunu söyleyebilmesi için evvela kendisinin nasıl bir
"alem" olduğunun, nasıl bir "adem" olduğunun farkına varması, kendisini tanıması gerekmektedir.

Kendimizi tanıyalım tanımasına da, bu tanımanın evveli ahiri, hele son sınırı noktasında bir şeyler söylemenin de erbabına yakışır olduğunun hamdolsun bilincindeyiz. Ne var ki, insanın bir alem olduğunun, dahası kainatın özü olduğunun farkına varması "Nefsini(kendini) bilen Rabbi'ni bilir" hakikatini hakkıyla idrak etmesinden geçmektedir. Bu idrak etme hali gören gözlerimizin, duyan kulaklarımızın, dokunan ellerimizin yüreğimize taşınmasını, dahası onların vicdanımızın sesi olmasını sağlar. Öyleyse şunu söylemekte mahzur yoktur; ilmimiz, irfanımız, aklımız, vicdanımız, izanımız bu kendini bilme - Rabbini bilme sürecinde işlev kazanır. Bu ülkeyi şiirleriyle Türkiye yapan Akif'in dediği noktaya gelmiş bulunuyoruz:

"Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır."

Asıl diyeceğimize geçmeden önce "Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu/Gelir de adl -i ilâhi Ömer'den sorar onu" dizelerinde anlattığı Hazret-i Ömer hassasiyetini nabzının her atışında korumayı bilen Mehmet Akif'i, Türkçe'nin bu eli öpülesi büyük şairini bir kere daha rahmetle anmanın yeridir. Coğrafyamızı gözyaşıyla sulayan bu müstesna insan, hayatı boyunca yine bu coğrafyanın dirilişi için, bu coğrafyada yaşanan acıları kayda geçirmek için hâlâ ufkumuzda çınlamaya devam eden çığlıklar bırakmıştır.

Yazıyı haritaya çevirme pahasına tekrar edeyim ki, bugün de aynı acılar aynı coğrafyada yaşanmakta, eşi emsali görülmedik zulümler işlenmekte ve bütün bunlardan "iletişim devrimi" sayesinde sağır sultan bile haberdar olmaktadır. Her gün televizyonlardan, sanal haber kanallarından, gazetelerden zihnimize akan yüzlerce "kanlı" haberin vicdanımıza temas etmeden, ertesi günü beklemeden silindiğini, tüketildiğini söylemek de sonucu değiştirmeyecektir. Bağdat'ın alevler içinde yanması, Filistin'de her gün ocakların yıkılması, modern Nazi Toplama Kampları'nda müslümanlara akıl almaz işkenceler yapılması, Afrika'da insanların acından ölmesi, yalnızca ajansın geçtiği bir haber olarak değer kazanmakta, vicdanımız ayağa kalksa bile, bir sonraki yahut karşı sayfadaki magazin haberiyle paşa paşa yerine oturmaktadır.

Elbette, Habil ve Kabil kıssasından başlayarak bu yazının yazıldığı dakikalara kadar yeryüzünde insanın aklını, izanını ve vicdanını çılgına çeviren nice işkenceler, nice kıyımlar nice katliamlar yaşanmıştır. Ne var ki tarihin hiçbir döneminde insanoğlu bu kıyımlardan, bu işkencelerden yahut bireysel acılardan bu kadar haberdar olmamıştır.

Aptal kutusu denilen, beyaz cam denilen televizyonun, teknolojinin bu alabildiğine renkli ve büyülü oyuncağının karşısında insanoğlu afyonlanmış gibi elini kolunu kımıldatmadan dünyada olanı biteni seyrederek salt haberdar olmakla bir şey yaptığını sanmaktadır. Doğrusu, sanmakta mıdır, Allah bilir. Yine de diyelim ki, bizimsanmalarımızdan beslenen o muazzam ve dehşetli sanal dünyanın insanoğluna yapıp ettiğini Nemrut da, Hülagu da, Hitler de, ve dahi Stalin de yapmamıştır. Görüntünün istilası Moğol istilasından da, Nazi istilasından da daha tahripkâr, daha tecavüzkâr ve daha kıyımcı bir nitelik arz etmektedir.

Elbette insanoğlu yeryüzündeki en dayanıklı, tahammül sahibi varlıktır. Ne var ki, yaşadıklarımız karşısındaki tepkisizliğimizin tahammülle, dayanmakla, katlanmakla, hatta alışmakla izah edilir bir tarafı bulunmamaktadır. "Kanıksamak" denilen bu illet neredeyse Aytmatov üstadımızın kavramlaştırdığı " mankurt"laşmaya eş değer bir şeydir ki, içine düştüğümüz "kurt kapanı"nda başta vicdanımız olmak üzere insanî olan yanlarımızın farkında olmadan koptuğunu söylemek yerinde olacaktır.

Eskiler, "göz görmezse gönül katlanır" demişler ya, bu sözün başka manaları olsa gerektir; yoksaşuyörüngeden çıkmayası dünyada gözlerimizin görmediği bir zulüm neredeyse kalmamıştır. Savaşları, doğal afetleri, linç girişimlerini, hatta cezaevlerinde mahkumlara yapılan akıl almaz işkenceleri gözlerimizle görüp, o yürek dayanmaz çığlıkları kulaklarımızla işittikten sonra, sanki hiçbir şey olmamış gibi "normal hayat"a devam etmek bir başka "görme" ve bir başka "katlanma" olmalıdır. Biz katlandıkça sözü rahmetli Arif Nihat Asya'nın ağzından alarak söylersek "yeryüzünde riya, inkâr, hıyanet" ve tabii ki zulüm altın devrini yaşamaya devam etmektedir.

Sözü uzatmadan ve yüreğinizi daha fazla kanatmadan diyeyim ki, kardeşler, bizler birbirimizin azasıyız, insanoğlu aynı annenin ve aynı babanın çocuklarıdır, insanlık ağacının bir dalı, bir yaprağı, bir çiçeği bir meyvesi olarak bulunuyoruz bu dünyada... Bunu bilmenin yolu kendimizi bilmekten, Rabbimiz'i bilmekten geçer. O zaman bu iletişim çağında "haberdar olma" tuzağından kurtulabiliriz ancak. Şairin;

"Afrika'da öldürülse bir yerli
Canı benden çıkıyor
Seni bildim bileli"

dizelerinde anlattığı hassasiyeti ancak o bilme sayesinde kazanabiliriz. O zaman değişir dünya...