> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Semerkand Aylık Tasavvuf Dergileri > Diğer Yazılar > Uzak Topraklara Düşmüş Çocuklarımız
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Uzak Topraklara Düşmüş Çocuklarımız  (Okunma Sayısı 727 defa)
24 Ağustos 2011, 11:02:51
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 24 Ağustos 2011, 11:02:51 »



Uzak Topraklara Düşmüş Çocuklarımız

Ocak 2008 - 109.sayı
 

Ahmet MİROĞLU kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Zamanla adları, sanları, mezarları unutuldu. Tuttukları bayrak belliydi ama yattıkları toprak meçhuldü. Sadece Osmanlı topraklarında değil, dünyanın dört bir yanında “şehit tepeleri” oluşturdular. Resmi kayıtlara göre yurt dışında 34 şehitliğimiz vardır. Fakat emin olun hakiki sayıya ulaşmak yıllar alacaktır.

Falih Rıfkı Atay, “Zeytindağı” adlı eserinde Cemal Paşa’yla birlikte Filistin cephesinden İstanbul’a dönerken yaşadığı iç hesaplaşmayı harika bir üslupla anlatır:

“Anadolu hepimize hınç, şüphe ve güvensizlikle bakıyor. Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya, şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz.

İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene:
– Benim Ahmed’i gördünüz mü? diyor.

Hangi Ahmed’i? Yüz bin Ah-med’in hangisini? Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor:

– Bu tarafa gitmişti, diyor.

O tarafa? Aden’e mi, Medine’ye mi, Kanal’a mı, Sarıkamış’a mı, Bağdat’a mı?
Ahmed’ini buz mu, kum mu, su mu, skorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi? Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed’ini görsen, ona da soracaksın:

– Ahmed’imi gördün mü?

Hayır… Hiçbirimiz Ahmed’ini görmedik. Fakat Ahmed’in her şeyi gördü. (…)

Şimdi Anadolu’ya, batıdan, doğudan, sağdan, soldan bütün rüzgârlar bozgun haykırışarak esiyor.

Anadolu, demiryoluna, şoseye, han ve çeşme başlarına inip çömelmiş, oğlunu arıyor.
Vagonlar, arabalar, kamyonlar, hepsi, ondan, Anadolu’dan utanır gibi, hepsi İstanbul’a doğru, perdelerini kapamış, gizli ve çabuk geçiyor.

Anadolu Ahmed’ini soruyor. Ah-med, o daha dün bir kurşun istifinden daha ucuzlaşan Ahmed, şimdi onun pahasını kanadını kısmış, tırnaklarını büzmüş, bize dimdik bakan ana kartalın gözlerinde okuyoruz.

Ahmed’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek… Fakat biz Ahmed’i kumarda kaybettik!”

Tren İstasyonlarına Bırakılan Umutlar

Ahmet Hamdi Tanpınar da “Beş Şehir” adlı eserinde Anadolu türküleriyle ilk defa Konya’da seferberlik sırasında tanıştığından söz eder. Bir akşam, bilmem niçin gittiği -bilhassa niçin geciktiği- istasyonda, kim bilir hangi cepheden öbürüne asker nakleden katarlardan birine rastlar. Yük vagonlarında isli lambaların altında bir yığın soluk ve yorgun benizli çocuklar (evet, “çocuklar”) birbirine yaslanmış, o ezik, eritilmiş kurşun gibi yakıcı ve yaktığı yerde öyle külçelenen türkülerden birini söylüyorlardı. (Ne yazık ki yazar, bu türkünün adından söz etmediği gibi bir iki mısra örnek de vermemiştir.)

Tanpınar’a göre hiçbir şikâyet bu kadar korkunç olamazdı. Vakıa, Kerkük’ten Konya’ya kadar gelişlerinde, o, Birinci Dünya Savaşı’na ait, on dört, on beş yaşlarındaki bir çocuğun cephe gerisinden görebileceği bir yığın facia görmüştü.

Fakat gördüklerinin hiçbiri ölüme ve her türlü acıya ve bakımsızlığa bile bile giden ve yaşanmamış, hiç yaşanmayacak bir yığın arzu ve sevgiyi kanlı bir köpük gibi bu istasyonun gecesine fırlatan bu biçarelere rastlayana kadar etrafında olup biten şeylerin manasını anlamamıştı.

Ancak onları dinledikten sonra komşu evlerin sessizliğini, adım başında karşılaştığı çocukların ve kadınların, yalnızlıkları içinde daha güzel kadınların yüzlerindeki çizgilerin manasını anlamıştı. Evet, ancak onlara rastladıktan sonra her akşam gezinti yeri olan Alaaddin Tepesi’nden inerken alaca karanlıkta acı acı uluyan köpeklerin bütün şehri bir anda niçin usturduğunu hissetmişti.

Tanpınar, aynı eserde Erzurum’-dan söz ederken Birinci Dünya Savaşı’nın yıkımına da yer verir. Tarihinde birçok acılar ve tahribatlar yaşamış şehir, bu kez derinden sarsılmıştır.

“Ölüm, geride kendinden başka hiçbir canlı şey koymamak ister gibi, şehre saldırmıştı.”
Aslında ölüm, sadece Erzurum’a değil, bütün bir Osmanlı coğrafyasına saldırmıştır. Fakat her şehir kendi elemiyle meşguldür. Erzurum sadece bir örnektir.

Sevgilinin Hayaliyle Yaşamak

Tanpınar’a göre hemen herkesin yalnız kendisinin anlatabileceği bir hikâyesi vardı. Hemen herkes birkaç kişiye ağlıyor ve akıbetini hâlâ bilmediği bir sevdiğini bekliyordu.
Yazara bir ihtiyardan bahsederler. Yıllardır pencere önünden ayrılmamıştır. Kafkasya’ya giden torununun dönmesini beklemektedir.

Bekleyen sadece Erzurumlu ihtiyardan ibaret değildir elbette. Bu satırların yazarının dinlediği henüz kayda geçmemiş seferberlik hikâyeleri de vardır. Mesela Ankara’da yeni evlendiği eşini elinin kınasıyla bırakıp cepheye koşan Halim Ağa’yı bekleyen taze gelin… Çeyiz sandığına güveyi ile birlikte yesinler diye konulan lokumları yıllar yılı ne kendi yer, ne başkasına yedirir. Ve nihayet gelin hanımı ikna ederek kutuyu açtıklarında lokumların betonlaştığını görürler.
Hiç şüpheniz olmasın geride bırakılanlar da en az cepheye gidenler kadar yiğittiler. Onlar şairin nitelediği gibi beklemişlerdi erlerini…

“Kadınlar bilirim ülkeme ait,
Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak,
Göğüsleri Çukurova gibi münbit.
Dağ gibi otururlar evlerinde,
Limanlar gemileri nasıl beklerse,
Öyle beklerler erkeklerini.
Yaslandın mı çınar gibidir onlar, sardın mı umut gibi.”

Eşini Çanakkale’ye gönderen Trabzonlu taze gelinin doksanlı yıllarda son nefesini verene kadar Ali’sini beklediği ve ne zaman bir yere gitse evliliklerinin biricik mahsulü evladını “Baban gelirse beni çağır oğul!” diye tembihlediği, son nefesini de “Hoş geldin Ali’m.” diyerek verdiği hâlâ modern bir efsane gibi anlatılmakta değil midir?

Tanpınar, aynı eserde adeta Falih Rıfkı’nın bıraktığı yerden devam edercesine Erzurum’un iç mahallelerinde her kapı çalınışının yine heyecanla karşılandığına, işin garibi, aradan beş yıl geçtiği halde, hâlâ tek-tük dönenlerin bulunduğuna yer verir.

Giden Kim, Dönen Kim?


Sibirya buzlarını çözdükçe, Hint cengelleri yol verdikçe yaşamakta oluşuna kendisi de şaşıran bir biçare yurduna dönüyor, kurtulduğu cehennemin hikâyesi, insanüstü kudretini katlanılan ızdırabın büyüklüğünden alan yeni bir Odise gibi şehre yayılıyordu.

Küçük bir köy kahvesinde Kamçatka’nın soğuğunu, Seylan’ın sıcağını, Madagaskar’ın yılanlarını her gün başka başka ağızlardan dinlemek kabildi.

Yazara bir dostu anlatmıştır:

“Daha şehre girmeden, Aşkale’de yattığım bir hanın kahvesinde, esirlikten yeni dönen yanık yüzlü, tek kollu bir biçare, bana giderken bıraktığı oğlu, karısı ve anasından hiçbirini, hatta evinin yerini bile bulamadığı için, girdiği günün akşamında şehri terk etiğini söyledi.

– Peki şimdi nereye gidiyorsun? diye sordum.

Bir müddet düşündü. Yüzü alt üst olmuştu. Nihayet:

– Efendi, dedi; nereye gittiğimi ne sorarsın? Geldiğim yeri sana söyledim, yetmez mi?”
Bazen de dönen bekleyene hiç umulmadık şartlarda ve hiç beklemediği bir anda rastlayabiliyordu. “Barabar” nakaratlı bir Anadolu türküsü bunların en yürek burkanlarından birisidir. Bu sade ve yalın manzum eser, olayı nefis bir hikâye kıvamında bütün ayrıntılarına değin anlatır:

Cepheden yeni dönmekte olan bir asker, memleketine giderken kucağında yavrusu ıssız yolda tek başına yürüyen bir geline rastlar. Yoldaş olurlar. Gelin önlerinin yoncalık, ötesinin çamurluk olduğundan söz açar. Sonra Ali’sinden bahseder. Ali cepheye gitmiştir. Zalım ayrılığın (vurgu bize değil, Türküye aittir) onu bırakıvermediğinden dem vurarak askerden Ali’sine bir mektup yazmasını ister. Asker, Ali’yi tanımadığını, mektup yazamayacağını, evli ise onunla birlikte yola devam etmesinin doğru olmadığını, karşı yola ulaşınca ayrılacağını bildirir. Bunun üzerine gelin bir yandan Allah’a kendisini Ali’sine kavuşturması için yalvarırken bir yandan da askerden hiç olmazsa gediği geçene kadar kendisine eşlik etmesini rica eder: “Gardaş!” der, “orıyaca beni gavuştur.”

Final harikadır:
Oğlan dedi ki:
“Ben ölem bacım!”
(“Ekin değmiş keçeye dönmüş saçı…”)

“İşte ben Ali’yim canımın içi!”

Yol üstünde ağladırlar ki barabar…
Aslında o asker eşinin yıllarca beklediği Ali’den başkası değildir ama ne gelin kocasını, ne de koca karısını tanımıştır. Yılların tahribatı o kadar büyüktür.

Bir Dava Uğruna

Olayın sıcaklığı içinde Falih Rıfkı dahil, hiç kimse işin vahametinin henüz farkında değildi. Kumara sermaye ettikleri “Ahmetler” Aden’de, Medine’de, Kanal’da, Sarıkamış’ta, Bağdat’ta kalsalar yahut şehit düşseler yine iyi idi. Zira vatan toprağında şehit düşmüş olacaklardı. Çünkü buralar, o zihniyet her ne kadar kabullenmese de vatandı ve Ahmetler bu vatan toprağını savunmak, İngiliz’e ve Fransız’a kaptırmamak, kurda kuşa yem etmemek için koşup gitmişlerdi.

Halbuki Aden’den de, Medine’-den de, Kanal’dan da, Sarıkamış’tan da, Bağdat’tan da öte yol vardı.

Bu yolun sonu bazen Mısır’a, bazen Akdeniz’in irili ufaklı adalarına veya Avrupa içlerinde bilmem hangi bölgeye çıkıyordu yahut yukarıda Tanpınar’ın da değindiği gibi çoğu kimsenin adını sanını ilk defa duyduğu Kamçatka’ya ve Asya’da, Afrika’da, daha bilmem nice garip diyarda bir meçhul yere.

Anadolu’nun çocukları, dondurucu soğuğa, kavurucu sıcağa, insanı yaşadığına pişman eden yağmura, ıslağa, rutubete, asla alışık olmadıkları tropik ve daha ne menem iklime -hem de en olumsuz şartlarda- direnm...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Uzak Topraklara Düşmüş Çocuklarımız
« Posted on: 29 Nisan 2024, 05:21:07 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Uzak Topraklara Düşmüş Çocuklarımız rüya tabiri,Uzak Topraklara Düşmüş Çocuklarımız mekke canlı, Uzak Topraklara Düşmüş Çocuklarımız kabe canlı yayın, Uzak Topraklara Düşmüş Çocuklarımız Üç boyutlu kuran oku Uzak Topraklara Düşmüş Çocuklarımız kuran ı kerim, Uzak Topraklara Düşmüş Çocuklarımız peygamber kıssaları,Uzak Topraklara Düşmüş Çocuklarımız ilitam ders soruları, Uzak Topraklara Düşmüş Çocuklarımızönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes