๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 22 Temmuz 2012, 13:20:32



Konu Başlığı: Temsil yanılsaması
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 22 Temmuz 2012, 13:20:32
Temsil yanılsaması
Alper Çeker • 77. Sayı / DİĞER YAZILAR


Anna Grimshaw, Fontana Modern Düşünce Sözlüğü için kaleme aldığı “Feminizm” maddesinde, bu hareketin tek bir kaynağının olmadığını, ancak çeşitli geleneklerde yer ettiğini vurgular. 1860-1930 yılları arasında oy hakkı mücadelesi farklı arka palanlardan gelen kadınları birleştirmişti. Grimshaw’a göre kadınlar bu süreçte siyasi partilere ya da örgütlü işçi sınıfı hareketine güvenemeyeceklerini ve eşitlik ve adalet için kendi mücadelelerini kendilerinin vermeleri gerektiğini anladılar.

1960’ların muhalif hareketleri içinde kadınlar yalnızca kadınlardan oluşan gruplar kurdular. Bu gruplar, ırk ve sınıf farkını göz etmemeye gayret eden kadınların birleşmesinden oluşuyordu. Ama 1960’ların bu evrenselci kadın hareketi, 1970 ve 1980’lerde işçi sınıfı, üçüncü dünya ve siyah kadınlar tarafından reddedildi.2

Türkiye’de 12 Haziran 2011 tarihinde gerçekleştirilen genel seçimlerde 78 kadın milletvekilinin meclise girmesi ile Cumhuriyet tarihinde bu alanda bir rekor kırıldı. Zaten siyasi partiler de seçim kampanyalarının bir bölümünü kadın milletvekili adaylarının artmış olmasına ayırmışlardı. Kadın milletvekili sayısının çoğalması birçok siyasetçi ve köşe yazarı tarafından bir ilerleme olarak görüldü. Hatta kadın milletvekili sayısının daha da artmasının Türkiye’yi daha da ilerleteceği, kadın-erkek eşitsizliğinin bu yolla ortadan kalkacağı söylendi.

Şu sorularla zihinleri bulandırmak istiyorum: 12 Haziran 2011 genel seçimi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne giren 78 kadın milletvekili, evlerinde çalıştırdıkları gündelikçi kadınlar ile aynı “kadınlar” mıdır? “Kadınlar” diye bir şey var mıdır? Öne sürülen tezlere göre kadın milletvekillerinin artışı ilerleme ise, bunun tam tersi yani erkek milletvekillerinin artışı bir gerileme demektir; sonuç olarak kadın olmak nitelikli olmakla, erkek olmak da niteliksiz olmakla özdeştir. O halde Türkiye’nin kadın başbakanı olan Tansu Çiller’in iktidarı sırasında ülkenin içine düştüğü buhran nasıl açıklanır?

Şimdi bu soruları yanıtlamaya başlayalım: Kadın milletvekillerinin sayısının ilerleme ya da gerileme ile bir ilgisi yoktur çünkü insanın niteliği, zihinsel birikimi cinsiyetinden kaynaklanmaz. Meclisteki kadın milletvekilleri evlerinde çalıştırdıkları gündelikçi kadınların ya da herhangi bir “kadınlar”ın temsilcisi değildir. BDP destekli kadın milletvekilleri Kürtleri, CHP’li kadın milletvekilleri modernist, seçkinci bir zümreyi, MHP’li kadın milletvekilleri Türkçülüğü, AKP’li kadın milletvekilleri de yükselen orta sınıfı, liberalleri, dindarları vb. temsil eder. Tüm bunlar etnik, dini ya da sınıfsal aidiyetlerdir ama bu aidiyetler arasında görüldüğü gibi cinsiyet yoktur. Eğer kadın milletvekilleri kadın cinsel kimliğini temsil ediyor olsalardı, parti genel başkanı ile eşi arasında seçim yapmak zorunda kaldıkları hallerde tercihlerini eşlerinde yana kullanırlardı. 
   
Aidiyet, bir bilinç durumudur. Türkiye’de çalışan kesim üzerinde yapılan alan araştırmaları, işçilerin kendilerini işçi sınıfı aidiyeti yerine dinî aidiyet ile tanımladıklarını göstermektedir. Bu nedenle aynı zamanda muhafazakâr bir söylemi olan merkez sağ partiler Türkiye’de yıllardan beri çalışan kesimin oylarını ellerinde tutmaktadır.

“Kadın seçmen”in yokluğuna karşılık orta sınıf seçmen, liberal seçmen, dindar seçmen, Kürtçü seçmen, Türkçü seçmen vb. seçmen grupları vardır. Bu seçmen gruplarından birinin niceliğinde görülen artış ya da düşüş, ilerlemenin ya da gerilemenin işareti değil (zaten ilerleme ve gerileme karşıtlığı totaliter ülkelere ait bir söylemdir); yorumlanmayı gerektiren toplumsal bir veridir.

Kaynak:

1 The Fontana Dictionary of Modern Thought (1988), “feminism” maddesi.