๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 21 Haziran 2012, 17:34:54



Konu Başlığı: Süleyman Gündüz’ün gözünden Kafkas İslam Ordusu
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 21 Haziran 2012, 17:34:54
Süleyman Gündüz’ün gözünden Kafkas İslam Ordusu
Salih DEMİRHAN • 69. Sayı / BULUŞMALAR


Birinci Dünya Savaşında birçok cephede yenilgilerin alındığı dönemde Osmanlı’nın son şahlanışı olan Kafkas İslam Ordusu’nun günümüz insanına söyleyecek çok sözü var. Bu gerçeği gören ve bu dertle dertlenen Süleyman Gündüz önümüzdeki günlerde yayınlanacak Kafkas İslam Ordusu isimli beş bölümlük belgeselinde konuyu tekrar gündeme getiriyor.

Birçoğumuz Süleyman Gündüz ismini ilk defa Bosna savaşında duymuştu. O dönem Turgut Özal’ın danışmanlığını yapan Gündüz, Türkiye’de bir Bosna lobisi oluşturmak, uluslararası camiada Bosna’nın haklılığını duyurmak ve işgal altında her türlü insani ve askerî donanımdan uzak bulunan kardeş Bosna halkına yardım götürebilmek için canla başla çalışıyordu. Türkiye’de yardımların organizasyonunda ve uluslararası toplantılarda hep aktif rol oynamış ve rahmetli Aliya İzetbegoviç’in övgüsüne mazhar olarak çok zamanlar onun yakınında bulunmuştu. O zamanlar kulaklarımıza çalınan Süleyman Gündüz ismi sonraları çok kez karşımıza çıkacaktı.

Yeryüzü Doktorları ve benzeri kuruluşlarla birlikte dünyanın birçok yerinde ve özellikle savaş ve afet bölgelerinde yapılan yardım organizasyonlarında onu görmek artık kimse için şaşırtıcı değil. Genellikle yardım gönüllülüğü kimliği ile tanınan Süleyman Gündüz aslında çok daha “renkli” bir kişiliğe ve hayata sahip. Diş hekimliği fakültesini bitirdikten sonra sosyoloji yüksek lisansı yapan Gündüz profesyonel olarak fotoğrafçılıkla da ilgileniyor. Şimdiye kadar yurtiçi ve yurtdışında bir çok sergi açtı. Bu sergilerden Ağıtlar ve Anıtlar ve Tanrı Şehri:Kudüs, Sonsuzluk Çekimleri:Hattat Mehmed Şefik Bey, kitap olarak yayımlandı. Kısa film yönetmenliği de yapan Gündüz şu günlerde tamamladığı yeni projesinin heyecanını yaşıyor. TRT için 5 bölüm halinde hazırlanan Kafkas İslam Ordusu belgeseli Süleyman Gündüz’ün sanatçı kişiliğinde önemli bir sürecin başlangıcını işaret etmekte bizlere.

22. dönem milletvekili olduğu sırada TBMM tarafından Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmesinin ardından verdiği bir röportajda “Nobel almak önemlidir elbet ama hayır dua almak daha da önemlidir.” diyerek gönül zenginliğini gösteren Süleyman Bey’le Çamlıca'daki ofisinde yönetmenliğini yaptığı Kafkas İslam Ordusu belgeselini ve güncel meseleleri konuştuk.

“Geleceğini arayan bir zaferin hikâyesi”
Şüphesiz Kafkaslar etnik olarak dünyanın en karışık bölgelerinden biri. Jeopolitik olarak da oldukça önemli bir konuma sahip olan Kafkaslar bu sebeplerden dolayı her zaman çıkar çatışmalarının merkezinde bulundu. Osmanlı Devleti ile Kafkasya ilişkileri tasavvuf geleneğinin temelini oluşturduğu “müridizm” hareketinin başlangıcından sonra oldukça sıklaştı. Birçok farklı etnisiteye sahip Müslümanların yaşadığı bu topraklara Osmanlı’nın kayıtsız kalması elbette düşünülemezdi.

Birinci Dünya Savaşında birçok cephede yenilgilerin alındığı dönemde Osmanlının son şahlanışı olan Kafkas İslam Ordusu’nun günümüz insanına söyleyecek çok sözü var. Bu gerçeği gören ve bu dertle dertlenen Süleyman Gündüz ve arkadaşları gelecek nesillere ve dünyanın dört bir yanına dertlerini anlatabilecekleri bir belgesel çekmek için kolları sıvamışlar.

Kafkas İslam Ordusu belgeselini “geleceğini arayan bir zaferin hikâyesi” olarak niteleyen Süleyman Gündüz’ün belgesel çekimlerine ne saiklerle başladıklarını anlatırken kurduğu cümleler nasıl bir belgeselle ve ne kadar naif bir sanatçı duyarlılığı ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor: “Bugün bu coğrafyada yaşayan insanlar, Kafkaslar ve Balkanlar’da yaşayan halkları kendilerinden farklı imiş gibi ele alıyorlar. Oysa bugünkü sınırların çok büyük bir anlamı yok. Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Anadolu’da yaşayan halkların ortak bir kaderi var. Bir anlamda Kafkas İslam Ordusu belgeselinde farklı, fakat birbirine eklemli coğrafyalarda yaşayan insanların ayrı gibi görünen kaderlerinin ortak noktada nasıl buluştuğunu ve bu buluşmanın serüvenini anlattık. Kafkaslarda yaşayan halklar bu yapay sınırları anlamlı bulmuyorlar. Halklar arasına sınır koysanız da yürekler arasına sınır koyamazsınız.”

Birbirlerinden kopması mümkün olmayan bu halkların kaderinin anlatıldığı Kafkas İslam Ordusu, ortalama kırkar dakikalık beş bölümden oluşuyor. İlk bölümde 1800’lü yıllardan itibaren Kafkasların durumu ve o topraklarda yaşayan halkların kimlik inşasıyla birlikte 1864 Büyük Kafkas Sürgünü de anlatılıyor. Bu ilk bölüm Sezai Karakoç’un “yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.” mısrasından mülhem “Yenilgi Sanılan Zaferler” olarak adlandırılmış.

İkinci bölümde Kafkaslar’ın kaderini kendi kaderinden ayrı görmeyen Osmanlı’nın siyasi durumu, İttihad Terakki hükümetinin birinci cihan harbine girişi, Sarıkamış harekâtı, Çanakkale ve Kutül Amare zaferleri, savaşın genel gidişatı, Bolşevik Devrimi ele alınıyor,
Bu bölüme ise “Savaş Zamanı” adı verilmiş.

Üçüncü bölümde belgeselin bir bütün halinde verdiği mesaj olan “Kafkas ve Anadolu halklarının kader ortaklığının bir nüvesi olan Kafkas İslam Ordusu”nun kurulması anlatılıyor. Bir bakıma birinci bölümde kimlik inşasını tamamlayan Kafkas halkları ile ikinci bölümde dağılma sürecinde dahi büyük idealler peşinde koşan Osmanlı’nın birlikteliği (kaderlerinin kesişmesi) üçüncü bölümü oluşturuyor ve "Olmak veya Olmamak" adını alıyor.

Dördüncü bölümde Kafkas İslam Ordusu’nun gayretleriyle Bakü’nün geri alınması ve Kafkas devletlerinin kurulması anlatılırken, bu bölüm "Zamana Karşı" olarak adlandırılırken “Uzun Yol” adlı son bölümde Dağıstan’ın alınması, Mondros Mütakeresi ve sonrası bugüne kadar özetleniyor.

Enver Paşa’nın hayali
Osmanlı Devleti Harbiye Nazırı ve Başkomutan vekili Enver Paşa ve Kafkas İslam Ordusu komutanı Nuri Paşa 5 bölümün de en önemli yüzleri kuşkusuz. Resmî tarihin müstehzi bir şekilde dillerimize pelesenk ettiği “hayalperest” kelimesinin Enver Paşa’yı nitelemede ne kadar yanlış bir seçim olduğunu anlatan Süleyman Gündüz, Enver Paşa için şu cümleleri kuruyor: “Harbiye nazırı, Başkomutan vekili, Damad-ı hazreti şehriyari olduğu için yoğun bir Enver Paşa portresi var belgeselde. Enver Paşa’nın hayalini kurduğu coğrafya nihai olarak bizim bugün siyasal nüfuz ve ekonomik ilişki coğrafyamız. Enver Paşa Orta Asya’dan Cebelitarık’a kadar bir dünyayı arzu ediyordu. Bu Kanuni Sultan Süleyman'ın bıraktığı coğrafyaydı. Enver Paşa’nın düşünceleri 1930’lu yıllarda Mustafa Kemal’in, 1950’li yıllarda Adnan Menderes’in, 1980’li yıllarda Turgut Özal’ın, 2000’li yıllarda da Recep Tayyip Erdoğan’ın düşünceleriyle örtüşüyor. Dolayısıyla bu bir hayal değil, bir hedefti. Enver Paşa elbette hatasız bir insan değildi. Hataları çoktu. Biz bu belgesel çalışmamızda Enver Paşa’nın büyük yurtseverliğini, bütün hayalinin bir İttihad-ı İslam'ı kurmak olduğunu ve İmparatorluğu tasfiye etmek gibi bir düşüncesi olmadığını gördük. Enver Paşa’nın hayalini kurduğu coğrafyaları gezdim ve o coğrafyaların sorunlarının bir şekilde içinde oldum. Ve o coğrafyaların kaderinin Anadolu’nun kaderinden farklı olmadığını gördüm. Şu anda Türkiye’nin yaptığı şey Enver Paşa’nın hayal ettiklerinin çok da dışında değil.”

Belgeseli hazırlarken bilgiye ve dokümanlara ulaşmada oldukça zorlandıklarını belirten Gündüz, yine de seyirciyi sıkmamak için belgeseli uzman görüşleriyle doldurmamaya özen gösterdiklerini özellikle vurguluyor. O döneme ait resimlerin, filmlerin, fotoğrafların ve kendi oluşturdukları dramaların da yer aldığı belgeselde zaman zaman imgeye yüklenilmiş. Belgeselde ayrıca Kafkas İslam Ordusu’nda bulunmuş askerlerin çocuklarının da tanıklığına başvurulmuş. Geleceğini arayan bir zaferin hikâyesi olan belgeselin Kasım ayı içerisinde TRT’de gösterime girmesi bekleniyor.

Aliya’dan sonraki Bosna

Siz rahmetli Aliya İzetbegovic’in yakınında bulunmuş bir isimsiniz. Geçtiğimiz aylarda yapılan seçimlerde işbaşına Aliya İzetbegovic’in oğlunun gelmesini Bosna ve Türkiye açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aliya’dan sonra, Bosna'da Boşnakları temsil eden yönetimler Türkiye ile hep yakın olmuştur. Çünkü Türkiye savaş döneminde Bosna’da yaşanan drama kayıtsız kalmamış; gerek millet ve gerekse hükümet, olarak yardımlarını esirgememiştir. Bosna Hersek’te bugün Aliya İzzetbegoviç’in oğlu Bakir İzzetbegoviç’in Boşnak etnisitesini temsilen Cumhurbaşkanı olması Türkiye ile Bosna arasındaki bundan sonraki ilişkilerin daha sağlam, daha güçlü olarak devam edeceğinin en önemli göstergesidir. Bakir İzzetbegoviç Türkiye’nin bölgesel ve küresel siyaset açısından hangi zeminde oturduğunu çok iyi bilen bir siyasetçidir. Elbette hiç tanımadığımız, Türkiye ile irtibatı zayıf bir siyasi liderin olmasındansa bildiğimiz, tanıdığımız, birlikte mücadele ettiğimiz, birbirimizi aile bireyleri olarak saydığımız birinin Bosna Hersek Cumhurbaşkanı olması Türkiye için çok önemli. Türkiye, Bosna’nın kaderini kendi kaderinden ayrı görmüyor. Türkiye bunu yüksek sesle de dile getirdi. Çünkü Aliya İzzetbegoviç ölmeden önce Bosna’yı önce Allah’a, sonra da son görüştüğü insan olan Recep Tayyip Erdoğan’a emanet etmiştir. Bu aslında Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında Türk milletine bir emanettir. Bakir İzzetbegoviç’in işbaşına gelmiş olması Bosna halkının Aliya ile ilgili olan düşüncelerinin somut bir işareti olmuştur. Dolayısıyla Bosna halkı Bakir İzzetbegoviç’e hatırşinaslık göstererek Aliya’nın bilgeliğini ve liderliğini takdir etmiştir. Kaldı ki Bakir İzzetbegoviç Bosna Hersek cumhurbaşkanı olacak yetkinlikte ve siyasi donanımda bir adamdır. Bosna’nın önündeki süreç Dayton anlaşmasının revize edilmesi, Bosna’nın birlik ve beraberliğinin temin edilmesi, iki yapılı Bosna’dan tek yapılı Bosna’ya dönüşmesi, siyasi anlamda AB’ye, askerî anlamda da NATO’ya üye olmasını sağlamaktır. Türkiye öteden beri bu konularda desteğini sürdürüyor. Önümüzdeki günlerde de Avrupa Birliği Bosna’ya vize uygulamasını kaldırıyor. Çok yakın bir süre içerisinde Bosna Hersek Avrupa Birliği ile müzakerelere başlayacak.

Kusturica meselesi

Boşnak asıllı yönetmen Emir Kusturica’nın Antalya Belediyesi tarafından Altın Portakal Film Festival’ine davet edilmesinin ardından “sanat duyarlılığı” ve “insani duyarlılık” başlıkları altında çok hararetli tartışmalar yaşandı. Bosna konusunda hassasiyeti ile bildiğimiz bir sanatçı olarak bu konuda neler söylersiniz?
Bir sanatçı için “sanatı ayrıdır, düşünceleri ayrıdır” diye düşünmek hiçbir zaman mümkün değildir. Nihai olarak insanın sanatı düşüncelerinden beslenir. Düşünceleriniz ne ise onu icra edersiniz, düalist bir anlayış yoktur. Ben, Nemanja Emir Kusturica’nın kendini değiştirebileceğine inanıyordum. Emir Kusturica’nın Türkiye’ye gelmeden önce çıktığı televizyon programları ve verdiği röportajlar nedeniyle değişmekte olduğuna dair inancım artmıştı. Türkiye’ye geldikten sonra ve özellikle Türkiye’de ortaya çıkan tepki nedeniyle ortaya koyduğu refleks Emir Kusturica’nın hiç değişmediğini gösteriyor. Kendisine karşı gösterilen tepkileri hoşgörü ile karşılayacağına barbarlık olarak nitelendirmesi zaten bize Kusturica’nın görüşlerini anlatıyor. Kaldı ki Kusturica, Bosna Hersek Sırp saldırganlar tarafından işgal edildiğinde; orada yüzbinlerce insan öldürülüp, onbinlerce kadına tecavüz edilip ve milyonlarca insan göç ettirildiğinde buna kayıtsız kalmış ve hatta kendi ülkesinin siyasetini ve halkını suçlamış insanlardan bir tanesidir. Türkiye’de Kusturica’ya verilmiş tepki son derece doğru ve vicdani bir tepkidir. Bu tepki konulmamış olsaydı, Türk milleti Bosna duyarlılığını inkâr etmiş olacaktı. Dolayısıyla bu tepki anlamlıydı. Bence bu tarz kişiler davet edilmeden evvel o kişilerin arka planlarının da çok iyi bilinmesi gerekiyor. Daha önce Bosna’daki saldırılar döneminde büyük bir duyarlılık sergilemiş olan CHP gibi bir partinin belediye başkanının –ki o dönemki genel başkan işgal altındaki topraklara gitmiş ve oradaki kadınlara Anadolu yaşmağı dağıtmıştı– “Onun düşünceleri beni ilgilendirmez, beni ilgilendiren sanatıdır” gibi son derece yakışıksız ve anlamsız bir savunma yapmasını ve CHP’nin de bu konuda duyarsız kalmasını doğrusu hazmedebilmiş değilim. CHP mutlak anlamda o olaya karşı bir tavır ortaya koymalıydı. Emir Kusturica’nın daha öncesinde Bursa Belediyesi tarafından No Smoking grubu içinde davet edilmesi nasıl yanlışsa, bu da o şekilde yanlıştır. Emir Kusturica Türkiye’ye gelebilir, gezebilir, Türkiye’de film çekebilir ama uluslararası bir film festivalinde jüri başkanlığı yapamaz. Hiç unutmadığım bir tablo var: CNN International Zagrep, Belgrad ve Sarayevo’dan bir canlı yayın yapmıştı. Sarayevo’da şair ve Kusturica’nın birçok filminin senaristi Abdullah Sidran, Belgrad’da Nemanja (Emir) Kusturica ve Zagrep’te de Kusturica filmlerinin müziklerini yapan Goran Bregoviç vardı. Orada bu üç arkadaş içinden Abdullah Sidran çok önemli bir söz söylemişti: “Entelektüeller, sanatçılar muhaliftir. Yeryüzünde bir zulüm işleniyor, haksızlık yapılıyor. Sen bu haksızlığı yapanlardan yana tavır koyuyorsun. Ben milletimle birlikte Sarajevo'dayım. Sen nerdesin, Belgrad'ta.” Bir sanatçı ister Müslüman, ister Hıristiyan ve isterse Musevi olsun; Bosna’da olan bitene tarafsız kalması mümkün değildir.