๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 25 Mayıs 2012, 14:46:52



Konu Başlığı: Siyasette yeni bir dönem
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 25 Mayıs 2012, 14:46:52
SİYASETTE YENİ BİR DÖNEM
Mustafa ŞENTOP • 43. Sayı / KAPAKTAKİLER


Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) AK Parti hakkında vermiş olduğu kararı okurken, Türkiye’nin yaklaşık bir yıldır yoğun bir şekilde yaşadığı süreci göz önünde bulundurmazsak önümüzde açılan yeni dönemin farkına varamayız. Siyasetçilerin kararı nasıl okuyacaklarına dair henüz net bir fikre sahip olmadığını tahmin etmekteyiz. İkircikli yaklaşımların altında yatan sebep budur.

Kararı değerlendirmeye çalışırken, daha baştan, AYM’nin kapatma kararı vermediğini değil, “veremediği”ni ifade etmek gerekir. Mahkeme’nin kapatma kararı vermemesi, nihayetinde “iradi” bir durumdur; bu ifadeyi tercih ettiğimiz zaman, hem karar öncesinde bazı irtibatlardan ve “uzlaşma”dan söz etmek, hem de kararın AK Parti’ye bir “mesaj” verdiğini, bir “ihtar”da bulunduğunu kabul etmek mümkün hâle gelebilmektedir. Kararı bu şekilde okuduğumuz zaman, Türkiye’nin yaklaşık on yıldır yaşamış olduğu sürecin devam ettiği düşüncesini benimsemiş oluyoruz. Daha da kötüsü, karar, hukuk ve siyaset âleminde yeni bir açılıma imkân verecek bir şekilde değerlendirilemeyecektir. Yıllardır dile getirdiğimiz, “yargıçlar iktidarı” rejiminin güçlendirilmesini sağlayacak bir durum olacaktır bu.

AYM’nin AK Parti’yi “kapatamadığı”nı söylediğimiz zaman ise, hem dava sürecinde ve karar aşamasında dile getirilen bazı irtibat, ilişki ve uzlaşma iddialarına itibar etmemiş olacağız hem de kararla verildiği söylenen “mesaj”ı geçersiz kılacağız. Bu ifade, temenniye dayanan bir yorum olarak da algılanmamalıdır. Böyle bir ihtimâli ortadan kaldırmak ancak değerlendirmemizin dayanaklarını açıklamakla mümkün olacaktır.

Başörtüsünü üniversitelerde serbest bırakan Anayasa değişikliğinin TBMM’den geçmesiyle birlikte, laiklik çerçevesinde ortaya çıkan tartışmalar, akabinde AK Parti hakkında açılan kapatma davası, süreci doğru okuyanlar için çok açık bir şekilde kapatma kararının verileceğini göstermekteydi. Haziran ayı başında açıklanan ve başörtüsü serbestliği getiren Anayasa değişikliklerinin iptal edildiğine dâir karar “kapatma” kararının çıkma ihtimâlini son derecede arttırmıştı. Şimdi gerekçe ile ortaya konulmak zorunda kalınan “ideolojik laiklik” anlayışına olan inanç, üyeler için mevcudiyetini korumaktaydı. Ocak 2008 sonlarında verilmiş olan ve Temmuz 2008 başında gerekçesi yayımlanan Hak-Par ile ilgili kararda da görüleceği üzere, mahkeme üyeleri, siyasî inançlarının dışında, siyasî parti özgürlüğü ile ilgili olarak da oldukça daraltıcı bir yorum ve anlayışa sahiptiler. Hatta Anayasa’da yapılan bir değişiklikte insan haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmelerin iç hukuk kurallarından üstün olduğunun kabul edilmesi bile AYM üyelerince mümkün olan en dar bir yorumla değerlendirilmekte, parti kapatmanın önündeki her türlü engel aşılmaya çalışılmaktadır. Bütün bu çerçeve göstermektedir ki, AK Parti davasının görüşüldüğü günlere kadar, kararın kapatma yönünde çıkmaması için makul hiçbir sebep bulunmamaktaydı.

Kararı irtibatlarla, ilişkilerle ve “uzlaşma” ile açıklama teşebbüsleri de isabetli olamaz. Parti’nin kapatılmasına taraftar olan “lobi” ile kapatılmamasını isteyen “lobi” arasındaki güç ve etki dengesi her zaman (kanaatimizce halen de) birinciler lehinde gözükmektedir; bu dengeyi hiçbir “iyi ilişki” de değiştiremez. Kaldı ki, bu şekilde de olsa ortaya çıkan kanaat değişikliği meseleye bir izah getirmemektedir, açıklanmaya muhtaç olmaktadır.   

Bilindiği üzere kapatma kararının çıkmaması sadece bir üyenin kanaatine dayanmaktadır. “Kapatılmalı” diyenlerin sayısı 6 değil de 7 olsaydı karar kapatma yönünde çıkacaktı. Davanın açıldığı tarihten bugüne, kapatmaya taraftar olacak üyelerin sayısı 7 değil 9 olarak ifade edilmekteydi. Hatta kararın açıklandığı gün bile, 7 üyenin kapatma yönünde oy kullanacağı beklentisi mevcuttu. Başörtüsüne serbestlik getiren Anayasa değişikliğini bile iptal eden mahkeme, yaklaşık iki ay içinde, doğuracağı sonuçları itibariyle çok önemli olan bu noktaya nasıl gelmiş olabilir?

Mahkeme başkanı ve üyelerinin tesir altında hareket etmediklerini beyan etmelerine kimsenin bir itirazı olamaz. Ancak yine, sayın Başkan’ın da belirttiği gibi, AYM üyeleri de Türkiye’de yaşıyor; genel gidişatın tesirinin onlara da sirayet etmeyeceğini kimse söyleyemez. Özellikle, “Ergenekon Davası”nda iddianamenin açıklanmasıyla birlikte, kapatma davasının, daha açılmadan önce bile, çetenin en önemli konularından biri olduğunu, kapatma davası açmaya dâir bir tesir ve baskı oluşturmaya çalıştıklarını, Yargıtay Başsavcı Yardımcıları’ndan birinin adıyla kayıtlı bir CD’nin sanıkların arşivinden çıktığını artık biliyoruz. Aynı tesir ve baskının kapatma davası açıldıktan sonra da sürdürülmeye çalışıldığını tahmin edebiliriz. Temmuz 2008 başında “Ergenekon Davası” çerçevesinde gerçekleştirilen operasyonla, sadece devam eden soruşturma ve davaların değil, Türkiye’nin de istikameti değişmiştir. Kapatma davası açıldığı sırada ve belki Haziran sonlarına kadar, laiklik ve “rejim” ekseninde, taraf olanlar ve olmayanlar şeklindeki ayrışmanın temelden değiştiğini, demokratik hukuk devleti-çeteler ekseninde yeni bir ayrışmanın ortaya çıktığını söylemeliyiz. Bu yeni tablo kapatma davasını ve sonuçlarını “önemsiz” hâle getirmiştir. AYM, kapatma kararı verse de vermese de, Türkiye’nin yeni istikameti, hukuk dışı yapılanmaların tasfiyesi, demokratik hukuk devletinin güçlendirilmesi yönünde olacaktı. Bütün bu süreç, bir taraftan üzerinde kurulmaya çalışılan “baskı” mekanizmalarını bertaraf ederek AYM’nin çalışmasını olağanlaştırmış, öbür taraftan yeni Türkiye tablosunu etkileyemeyeceği görüldüğü için kapatma kararını önemsizleştirmiştir.

AYM’nin kararında, 10 üyenin, “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olma” tespitini de doğru değerlendirmek, bu yeni tablo içinde bir yere oturtmak gerekir. Bu tespit, AYM’nin “laiklik” kavramına ideolojik yaklaşımının göstergesidir. 1989’dan beri AYM laikliği bir “dünya görüşü”, bir “yaşam tarzı” olarak, bir ideoloji şeklinde algılamaktadır. Kapatma davası iddianamesinde Başsavcının laiklik yaklaşımı kendisine ait değildir; AYM’nin kararlarından derlenmiş bir yaklaşımdır. Bu anlayışı “misyoner” bir tutumla sürdüren Mahkeme’nin, birden farklı bir anlayışa dönmesini kimse beklememelidir. “Kapatmıyoruz, ama hazine yardımını kesiyoruz” kararı, bu laiklik anlayışına hâlâ sahip çıkıldığını göstermekten başka bir mânâ taşımamaktadır. Ancak, şunu da görmek lazımdır ki, bu laiklik anlayışına sadakat, son kararda, parti kapattıracak derecede bir güç hâsıl edememiştir.

AYM’nin kararını doğru bir şekilde okursak, “hazine yardımının kesilmesi” müeyyidesi de, kararın gerekçesi de bir “teferruat” olarak kalacaktır. Asıl mesele Türkiye’nin girmiş olduğu yeni istikamettir, yeni bir siyaset anlayışıdır. Kapalı kapılar ardındaki “uzlaşma”larla siyaset yapma dönemi bitmiştir; böyle bir siyaset artık siyasetçileri bitirmektedir. AK Parti, eğer  kapatma davasıyla başlayan süreci bir bütün olarak değerlendirip, iktidarda olduğu yaklaşık altı yılın muhasebesini yapar ve kararı öyle okursa, hem kendisinin hem de siyasetin geleceğinin korkmakta değil, cesaretle sorunların üzerine gitmekte olduğunu görecektir. AYM kararından çıkartılacak ders, çekinip ürkerek hareket etmek değil, Türkiye’ye bir kâbus yaşatan kapatma sürecine imkân veren hukukî zemini değiştirmektir. Kararı açıklarken AYM’nin sayın başkanının yaptığı konuşmaya da, bir bütün olarak bakacak olursak, çıkartılması gereken dersin siyasetin hukukî zeminini güçlendirmek olduğu anlaşılacaktır. Eğer 2001 Anayasa Değişiklikleri olmasaydı, AYM, hazine yardımının kesilmesi gibi bir alternatif bulunmadığı ve salt çoğunlukla kapatma kararı verilebilir olduğu için AK Parti’yi kapatmış olacaktı. O hâlde, bu karardan çıkartılacak ders, göstermelik bazı rötuşlar içeren bir Anayasa değişikliği “balon”u değil, siyasetin hukukî zemini başta olmak üzere, devletin teşkilatını ve işleyişini de düzenlemeyi içeren kapsamlı bir anayasa değişikliği paketi hazırlama mecburiyetidir.