๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 31 Temmuz 2012, 10:56:55



Konu Başlığı: Şeytan politikada gizlidir
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 31 Temmuz 2012, 10:56:55
Şeytan politikada gizlidir
Elif TUNCA • 82. Sayı / SİNEMA


Hafızalarda “yakışıklı aktör” diye yer tutmuş George Clooney, yönetmenlik serüvenine başladığından bu yana kafayı politik filmlere taktı. İyi de yaptı; 2005 yapımı İyi Geceler İyi Şanslar’la sermayeden yemediğini de gösterdi üstelik. Clooney’in son filmi ise tabiri caizse iyice damardan; doğrudan Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasındaki seçim yarışında dönen dolapları ifşa ediyor, bunu yaparken de kimilerinin “sanat” olarak adlandırdığı politikanın nasıl da çatır çatır insan yediğini gösteriyor. İnsan yemeyi sadece harcanan yetenekler ya da iyi niyetler olarak algılamayın; insanın mahiyetinde mevcut “kötülüğü” yerinden oynatıp orta karar bir kişilikten kusursuz bir mephisto çıkarmak da bu cümleden...

Açılış sahnesinde karanlık bir salonda mikrofon başına geçen genç bir adam görüyoruz. “Ben ne Hıristiyan’ım ne ateist. Ne Müslüman’ım ne Yahudi” diye konuşan genç adam, sözlerini “Benim inancım, Amerikan Anayasası’dır” diye noktalıyor. Bu iddialı sözlerin hemen ardından gördüğümüzün sadece bir prova olduğunu anlıyoruz. Sahnedeki adam, Ohio’daki seçim kampanyası için münazaraya katılacak vali Morris’in kampanya ekibinden Stephen. İleriki sahnelerde valiye ve ekibin başı olan Paul’e sadakatini sık sık vurgulayacak olan Stephen’ın ne cin fikirli olduğunu ise daha bu sahnede görebiliyoruz: Genç adam, hazırlıklar tamamlanırken valinin, notlarını iyi göremeyeceği gerekçesiyle kürsüye ufak bir platform eklenmesini istiyor. Gerekçesini ise alçak bir sesle “1.70’lik adamın karşısında kısacık kalmamalı” diye açıklıyor hemen ardından.

Stephen’la tanışmamız için asıl gerekli olan notlar bunlar. Yoksa kampanya ofisinde her şeyi organize ettiğini, her detayla ilgilendiğini, uykusuz kaldığını elbette tahmin edersiniz. Zira bir yandan da ilgilendikleri sadece Ohio sonuçları değil; Ohio’daki sonuçların başkanlık yarışına doğrudan etkisi dolayısıyla aslında asıl hedefleri vali Morris’i başkanlık koltuğuna oturtabilmek. 40 yıldır bu işin içinde olan Paul ve gelecek vaat eden Stephen, bunun için var güçleriyle çalışıyor.

Karşı taraf da boş durmuyor tabii. Cumhuriyetçilerin kampanya ekibinin başkanı Tom da eski kulağı kesiklerden. Anketlerden basınla ilişkilere, bağışçılardan siyasi destekçilere her kapı zorlanıyor. Tabii bu arada “harpte hile caiz” düsturunca -seçimi de bir harp olarak gördüklerinden olsa gerek- karşılıklı hileli hamleler de havada uçuyor neredeyse. Elbette böyle bir hikâyenin olmazsa olmazı, meraklı ve araştırmacı bir gazetecimiz de mevcut. Kendisini sık sık bizimkilerle görsek de iki tarafa da eşit mesafede esasen.

Buraya kadar çok da şaşırtıcı olmayan hikâyenin dönüm noktasını da yine şaşırtıcı olmayacak bir olay tetikliyor. Kampanya ekibindeki bir stajyerle birlikte olmaya başlayan Stephen, birden tehlikeli bilgilere vakıf oluyor. Tam bu esnada rakiplerin oyununa da gelen Stephen için kampanya neredeyse bir ölüm kalım savaşına dönüşüyor artık.

Belki “Bize ne cumhuriyetçilerden, demokratlardan!” diyebileceğimiz bir film için bizi asıl ilgilendirecek nokta da burada başlıyor. Evet, bilinen pek çok eksiğine rağmen demokrasi yine de belki şimdiye kadar beşeri aklın bulabildiği en iyi idare sistemi. Ama siyasetle birlikte işin içine giren ve daha sonra ayrılmaz parçası haline gelen kazanma hırsı ve tarafgirlik, işin en zayıf halkaları değil mi? Bediüzzaman bu sebeple yani “Senin yanında olan haksız bir adamı, sırf senden taraf diye savunmak ve karşındaki haklı adamı, sırf karşında diye haksızlıkla itham etmek” gerektiği dolayısıyla kovulmuş şeytanla birlikte siyasetten Allah’a sığınmıyor muydu?

Clooney’nin, Beau Willimon’un oyunundan sinemaya aktardığı Zafere Giden Yol, bu anlamda siyaset açısından çok da umutlu bir film değil. Zaten onlar da aslında 2004 yazında hayata geçirmeyi planladıkları projeyi bu sebeple ertelemiş. Sonrasında Obama’nın zaferi üzerine de insanlara, siyaseten umutsuzluk verecek bir filmi doğru proje olarak görmemişler. Üstelik oyunun yazarı Willimon da Howard Dean’in seçim kampanyasında çalışmış biri! Başka bir deyişle hikâye gayet içeriden!

Film, bir oyundan uyarlandığı için aslında böylesi bir filmden bekleyebileceğimizden çok daha sade. Böyle olması belki de iyi. Zira bol diyalog mahkûmu ve haliyle bol planlı bir filmde hikâye karışsa veya uzasa izlemek külfetli bir hâl alabilirdi. Ancak bu haliyle de film bittiğinde ilk duygu “ama daha yeni başlıyorduk” şeklinde olabiliyor. Aslına bakarsanız bunda da kaliteli oyunculukları biraz daha seyretme isteği var alttan alta. Valiyi canlandıran George Clooney çok özel bir oyunculuk sergilemese de (ki aslında çok da sahnesi yok zaten) rakip kampanyaların ekip liderleri rollerindeki Paul Giamatti ve Philip Seymour Hoffman ve onlarla paslaşan Ryan Gosling, harika bir üçlü oluşturuyor. Neredeyse her sahnesinde yer alarak filmi adeta yüklenen Gosling’in kişiliğindeki değişimleri yüzünden takip etmek ayrı bir keyif seyirci adına. Darısı; hikâyesiyle, yönetimiyle, oyunculuklarıyla ve replikleriyle Türk sinemasının başına...

The Ides of March (Zirveye Giden Yol)
Yönetmen: George Clooney
Oyuncular: Ryan Gosling, Philip Seymour Hoffman, Paul Giamatti, George Clooney