๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 24 Temmuz 2012, 12:31:33



Konu Başlığı: Şairin diliyle savaşı
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 24 Temmuz 2012, 12:31:33
Şairin diliyle savaşı
Said YAVUZ • 78. Sayı / DİĞER YAZILAR


Şairlerin kendilerine sorulanlara verdikleri cevaplar, hayreti mucip bir veçheyi işaret ederken bir yönüyle de okurlar ve genç şairler için büyülü birer hazine niteliği taşırlar. Kendi şiirine dair ipuçları veren bu cevaplar birkaç kitabı okuyup bitirdiğimizde bile elde edemeyeceğimiz sarsıntılı, samimi, yol gösterici birer ırmak haline dönüşür, bizi alır ve büyük şiir denizlerine taşırlar. Edebiyat dergilerinin aksiyonu, ciddi bir şiir görüşünden daha önde tuttukları; dedikoduyu sağlam eleştirilerden öne aldıkları bir dönemde Türk şiirinin yakın geçmişine dönüp bakmak gerekiyor. Tarih gibi şiir de kökene bağlı, geçmişle kurulacak bir köprüye ihtiyaç duyar. Celal Fedai’nin derlediği Şiiri Konuştular kitabı kendisinin ifadesiyle geçmiş zamanların ruhunu çağırma işlevi görüyor. Turgut Uyar’ın deyimiyle portakal dilimleri gibi kuşak dilimlerinin saptandığı, elle tutulur bir şiir atılımı olmadığı halde her on yılda bir kuşağın icat edildiği zamanlarda dönüp şiirin has adamlarına bakmak, onların başarıları ile bugünü iyice bir elemek icap ediyor.

Şiiri Konuştular’daki sohbetler öyle rasgele seçilmiş değiller. 1940-1970 arası şiirimizin ciddi arayış ve atılımlara gittiği dönemdir. Celal Fedai bu aralıkta birçok şairin farklı seste olduklarını bilmektedir. Farklı seslere rağmen hemen hepsinin şiirde bir şahsiyet ortaya koyduğu bir gerçektir. Günümüz şiirinin en eksik kısmına böylece vurgu yapan Fedai, şairlerin cevaplarında bu kişiliğin nasıl tesis edildiğine kulak kesilmiş ve her birimizi dinlemeye davet etmiştir.

Söyleşilere baktığımızda şairlerin birbirlerini duyduklarını ve birbirlerine cevap verdilerini görürüz. Mesela Melih Cevdet’in “Divan şiiri mısracıdır” sözüne bir başka söyleşide Oktay Rıfat enfes bir cevap verecektir: Divan şiirlerinin bir bütün oluşturmadığı da masaldır. Kasideler, mersiyeler, naatlar, rubailer, bir bütün oluştururlar. Yalnız gazellerdir ki bir kafiye çevresinde söylenmiş, birbirleri ile bir ilintisi yokmuş gibi görünen, tıpkı Topkapı sarayı gibi ayrı bütünlerden oluşan bir yapı kurarlar.

Bu derlemeyi esaslı kılan hem genç şairlerin hem de Türkiye’nin konakladığı düşünce alanlarının Türk şiiriyle rabıtasını keşfedenlerin söyleşileri bütünlüklü olarak birarada görmeleridir. Türk şiiri hangi dehlizlerde saklanmış, hangi caddelerde boy göstermiş ve hangi durumda Batı’ya kafa tutar bir hale gelmiştir, bütün bu macera bu söyleşilerin satır aralarında bir film şeridi gibi gözlerimizin önünde beliriyor.

Nurullah Ataç’ın Anday’ın ifadesiyle tek parti yönetiminden –bildiğimizin aksine– hiç himaye görmediğini, Nazım’ın Orhan Veli’ye “evladım olsa reddederdim” dediğini, İkinci Yeninin halk şiirinden değil divan şiirinden etkilendiğini –bir kez daha– bu sohbetlerden öğreniyoruz. Ece Ayhan’ın tehlikeli bir şair olduğunu da. Hilmi Yavuz onun kendisini izleyen genç şairleri bir labirentin içine soktuğunu ifade ediyor. Söyleşilere dikkatle baktığımızda şairlerin birbirleri hakkındaki ifadelerinin giriş kısmında belirttiğim o düzlemde ifadeler olduğu anlaşılıyor. Birbirlerine karşı oldukça acımasızlar. Türk edebiyatı bu tür eleştirilerle doludur. Şeyh Galib’in Nabi’ye yönelttiği eleştiriler gibi modern edebiyatımızda da sıklıkla bu tip eleştirilerle karşılaşırız. Ne zaman bu yargıları ciddiye almak gerekir? Bir şairin bencilliğinin bitip hakkaniyetinin başladığı yere geldiğimizde!

Behçet Necatigil’in ifadesiyle, önceki şairlerin maceralarına bigane kalırsak ya da ben bu toplamın ancak şu kesitini kabul ederim, bunun üzerine düşeceğim, ben kişiliğimi burada bulacağım dersek, bu işi tam yapamayacağımız anlamına gelir. Bu nedenle Celal Fedai, her kesimden şairi konuk etmiş kitabına. İdeolojisini Türkçe olarak belirlemiş. Önceki şairlerin maceraları aynı zamanda o şairlerin şiiri nerede konumladıkları anlamına da geliyor. Bütün bunları öğrenmeden genç şair, işlediğinin neye tekabül ettiğini bilemeyecek. İlimsiz şiir olmaz diyen Fuzuli, bize çağlar öncesinden ilhamın bilgisiz hiçbir işe yaramadığını ilan ediyor.

Söyleşilerin bize salık verdiği en büyük hakikat çocukluğu elden bırakmamak. Uyar’ın “çocukluğu bir ozan tabiatını belirleyen niteliklerden biri olarak” övmesi, Zarifoğlu’nun “bazı büyük şeylere, büyük olgulara çocuk yanımızı koruyarak sahip olabiliriz” demesi boşuna değil. Bir yapraktaki şiiri görmek gerek ve her şiire, şiire yeni başlamanın titremesiyle yaklaşmak…

Sadece şiir için değil, sanatın bütün dalları için böyle değil mi? Sanatın da değil bütün bir hayatın özeti bu!