๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 24 Temmuz 2012, 12:32:22



Konu Başlığı: Ruh portreye sığar mı
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 24 Temmuz 2012, 12:32:22
Ruh portreye sığar mı
Elif TUNCA • 78. Sayı / DİĞER YAZILAR


Binlerce yıllık geleneğin, düşünceyi ve yaratıcılığı genişletme değil de bir “hizaya sokma” aracı olarak kullanılması ne acı… Buna en çok akademik ortamlarda rastlanır; bir tez yazılacakken, bir kavramdan bahsedilecekken, bir dil ortaya konulacakken eski formlar bir “formül”e dönüştürülüp Demokles’in kılıcı gibi tepesine bindirilir insanın. Senaristlerin ustası diye bilinen Robert McKee, bir söyleşisinde “Ben insanlara bu işin formunu anlatıyorum oysa okullar ve diğerleri formül peşindeler” demişti.

Bu sığ düşünce bir yana bir de başta belirttiğimiz “yüksek sanat”a karşı ikircikli pozisyonumuz var, hele de bizim memlekette. Halkının dinlediği müziği yasaklayıp tek kanalda “Pazar Konseri” ile insanları, seveceği varsa bile, klasik müzikten nefret ettiren dinozor dayatmacılık ve onun bugüne kadar uzanabilmiş kollarından; opera ve bale sevgisinin düzeyinden bir insanın, kaçıncı sınıf vatandaş olduğuna dair hükme varan zihniyet…

Neyse ki geriden geriden takip ettiğimiz Batı’dan, bu konudaki kafa açıklığının örnekleri geliyor art arda; belki bizde de birilerinin ayılmasına vesile olur. Bunların da özellikle Danimarka, İsveç gibi intizamın üst düzeyde olduğu yerlerden gelmesi ayrıca işaretlenmesi gereken bir durum. Gazeteci Nihal Bengisu Karaca, bir Danimarka ziyareti sonrası yazdığı yazıda; ülkede bütün çimenlerin bile eşit boyda ve genel havanın boğucu bir nizam olmasını vurgulayarak “Lars Von Trier’in bu ülkeden çıkmış olması hiç şaşırtıcı değil” demişti. İşte bu kez de İsveç’ten bir film var ve gıcık olduğu şeyin, ruhları zapt u rapt altına almayı amaçlayan bu boğucu nizam olduğunu sözünü hiç de sakınmadan söylüyor.

Yaşamın Ritmi esasen yönetmenlerin 2001’de çektikleri Bir Apartman ve 6 Davulcu için Müzik adlı kısa filmin uzun metraja dönüşmüş hali. Uzun metrajda da “terörist müzisyenler”i canlandıran ekibin kısa filmde yaptığı, bir apartman dairesine girip evin her odasında 3’er dakika boyunca evdeki eşyaları kullanarak müzik yapmak. 2007’de ülkemizde bir konser veren Stomp grubunu hatırlatıyorlar bu haliyle; basketbol toplarını, tencereleri ve dahi vücutlarını kullanan bu grubun en gözde enstrümanı da çalı süpürgesiydi! Ve haklılık payı gayet yüksek olan görüşlerine göre zaten bu evrenin ve bizzat insanın bir müziği vardı ve onu duymak/ ortaya çıkarmak gerekliydi. Bu da bizi, daha önce bu sayfalarda da yer verdiğimiz, Beethoven’ı Anlamak filmine götürüyor. Beethoven ölüm döşeğindeyken artık baktığı kırların ve güneşin müziğini duyduğunu ve ilahî olanın bu olduğunu fısıldıyordu genç yardımcısına.

Yaşamın Ritmi’nde bu fikirlerin taşıyıcısı olan müzisyenlerden önce eski aile fotoğraflarına zoom yapılan zavallı Amedeus’la tanışıyoruz. Adından belli olduğu gibi müziğe saygısı had safhada olan bir ailenin çocuğu; kaldı ki diğer bilgileri de fotoğrafların üzerinden geçerken kendisi veriyor. Ailesinde kendisi hariç herkes müzikle uğraşıyor, kardeşi 4 yaşındayken piyano çalmayı öğrenmiş ve 12’sindeyken “başyapıt”ını yazmış, halen aile toplantılarında ve aile çevresinde klasik müziğin sorgulanamaz rüzgarı esiyor. Gel gör ki bu, Amedeus için tatlı bir esinti değil adeta bir tipi! Zira komiser Amedeus, aynı odayı paylaştığı iş arkadaşının bir yandan radyo dinlemesine bile tahammül edemiyor. Kendi deyimiyle “tek istediği sessizlik”. Fakat dahi kardeşinin yakın zamandaki konserine katılmak zorunluluğu, bu isteği yine ertelemesini gerektirecek.

Tam bu noktada devreye giriyor, imzası “metronom” olan “müzisyenler çetesi” ya da “terörist müzisyenler”. Önce bir kadın-bir erkek; alışılmış bir sıkkınlıkla konuşuyorlar. Derken adam kadına notlarını uzatıyor; Bir Şehir ve 6 Davulcu İçin Müzik. Kadının “Bu şimdiye kadar yazdıklarının en iyisi” yorumundan sonra 4 davulcu daha arayışı başlıyor. Ve onları; senfoni orkestrasında cinnet ortasında, sinirli komşular tarafından elektrikleri kesilirken, yaşlı çiftlerin danslarına bezginlikle ritm tutarken buluyorlar. Neticede bir araya geldiklerinde 4 aşamadan oluşan plana bayılıyorlar; plan, kadının deyimiyle “Bu lanet şehre gerçek müziğin ne olduğunu” hatırlatmak. Önce bir hastane, sonra bir banka ve daha sonra bir konserde gösterecekler “gerçek müziği”. Planın son adımı ise şehre ritmlerle “elektrik aşk” vermek.

Bütün bu “terörist” faaliyetlerin ardında bir metronom bırakan ekibin peşinde de tahmin edilebileceği gibi zavallı polisimiz Amedeus var. Müzik duymaya tahammülü kalmamış Amedeus, kardeşinin konserinden kaçsa bu ekibe yakalanıyor. Bir yandan da kendisini anlamayan amirlerine, “özgün soruşturma ve ipucu” yöntemlerini kabul ettirmekle uğraşıyor.

Lakin bütün bu güzel ve nispeten orijinal fikirler gelip final bahtsızlığına takılıyor. Bu anarşist tavrın bağlanabileceği tek yerin, Dövüş Kulübü’nün son sahnesinden öteye geçememesi, tam da son lokmanın boğaza takılması gibi bir şey. Ama yine de notaya/porteye sığmayan ruhlar için bir ufak teneffüs vesilesi…

Yaşamın Ritmi (Sound of Noise)
Yönetmen: Ola Simonsson, Johannes Nilsson
Oyuncular: Bengt Nilsson, Sanna Persson, Magnus Börjeson