> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Diğer Yazılar > Yol
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Yol  (Okunma Sayısı 863 defa)
24 Mayıs 2012, 16:23:13
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


Yol
« : 24 Mayıs 2012, 16:23:13 »



YOL
Rasim ÖZDENÖREN • 44. Sayı / KAPAKTAKİLER


Bu yol nereye gider hemşerim?

Kim soruyor bu soruyu?

Bu soruyu soranın aklına şaşmaz mıyız?

O, gideceği yeri sormuyor, üzerinde bulunduğu yolun nereye gittiğini merak ediyor.

İyi de o yolun üzerine nasıl düşmüştür?

Bilmeden gelip bastığı bu yola neresinden, hangi yönünden girmiştir?

Besbelli ki, o bir şaşkındır.

Hayır, şaşkın sıfatını kınamak için kullanmıyorum. Bu sıfat burada bir belirlemedir.

Çünkü o, yolunu yitirmiş olsa bile bunu umursamıyor.

Ondan pekâlâ şöyle bir soru yöneltmesini de bekleyebilirdik: “Arkadaşım ben nerdeyim?” Bu soru aynı zamanda ben kimim demek de olur.

Cebindeki kimliğini yitirmiş olan birinin kendini kanıtlamaktan yoksun bırakılmışlığının mutlak umarsızlığı yaşanır burada.

Ve tam da bu noktada kişi kim olduğunu sormaktan mahcubiyet duymaz olur. O yalnızca kendini kanıtlama, kim olduğunu başkasına anlatabilme çabası içine gömülmüş olarak durur.

Gene bu aynı noktada, yol ve kim sorularının özdeşleştiğini görüyoruz.

Öyle değil mi? Bana yolunu söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. İşte budur.

Yol ve kimlik.

Yoldaşın da senin kimliğini açıklamada yardımcı olur. Ancak yoldaşla kimlik arasındaki bağlantı ikincildir.

Yol ile kimlik arasındaki bağlantı önde gelir.

Kişi bir menzile yoldaşsız olarak da ulaşabilir. Ama yol olmadan, yola çıkmadan şimdiye değin kimsenin herhangi bir menzile ulaştığı ne görülmüştür, ne işitilmiştir…

Türkler göçebe bir kavmin evladı olarak yolu daima bozkırların üzerinde düşünür, onun için yol daima karadan geçer. Yola düşmüş bir Türkmen evladı dağ, bayır aşma cehdindedir. Önüne su gelirse orada durur. Meğerki su, paçalarını sıvayarak geçmeye müsaade edecek denli alçakgönüllü olsun.

Ama yol derya ile kesilmişse, orada biraz durup düşünmek gerekebilir.

Bu niye böyledir? Niye deniz görünce dururuz? Ve niye havada yolumuzu bulamayacağımızı düşünürüz?

Sanıyorum biz, yürüdüğümüz güzergâhta izimizi bırakmak ve bıraktığımız izi gözümüzle görmek isteriz.

Oysa suda iz bırakmak mümkün görünmüyor.

Havada adım atmaksa hiç mümkün değil.

Demek ki biz, yol ile ayaklarımız arasında da bir bağlantı kurma eğilimindeyiz.

Öyleyse deniz ülkesi çocuklarıyla bizim aramızda aşılmaz bir mesafe duruyor. Ada çocuklarıyla da…

Tıpkı at ile gemi arasındaki uzaklık kadardır bu açıklık.

Kimse deryayı at sırtında geçmeyi denemez. Kara yolunda da gemi yürütmeyi… Ceddimiz bu işin üstesinden bir kez gelmiş: O da denizde yürütemediği gemiyi karadan sürerek işin içinden çıkmayı düşündüğü için… Bir deniz çocuğunun böyle bir işin üstesinden geleceğini asla tahayyül etmemiz mümkün değildir.

Yol… Bu kelime bizim için dağ tepelerinin ufukta yitip gittiği yerlerde bizi üstünden aşıracak çıkışı işaret eder.

Bu kelime, sahilde izleyeceğimiz çizgiyi gösterir.

Fakat ille de dağdan aşan yollar söz konusudur. Kahır, dağ yollarınadır. Küskünlük, kırgınlık, dargınlık hep dağ yollarına yöneltilir.

Zulüm dağ yollarına atfedilir. Ayrılık, uzaklık, yurt özlemi çoğunca dağ yollarıyla eşleştirilir.

Yayla yolları dağ yollarına oranla masumdur, belki biraz dişildir…

Yayla yollarından geçilir, fakat dağ yolu aman vermez, merhamet nedir bilmez. Sevgili daima bir dağ yolunun ardında saklıdır, fakat oraya nasıl ulaşılacağı, hangi geçitten oraya varılacağı kestirilemez. Şaşkınlık başlar. Umarsızlık…

Sevgiliye varmak için geçirilen umarsızlık süreci, aynı zamanda aşkın başladığı, kıvamını bulduğu, yoğunlaştığı yerdir de…

Orada geçit yoktur. Orada pencere yoktur.

Penceresiz bir yayla yolunda sevgili aramaya çıkmanın dehşetini düşünün.

Bu dehşeti ben düşünmek istemiyorum. Çünkü o dehşetin yaşandığı yer, insanın mecnuna dönüştüğü yerdir… Belâlı, amansız, merhametsiz, zulme dönük…

Elbet tren yolunu unutmuyorum. Rayları…

Aslında bir bozkır ortasında uzayıp giden bir çift ray orada cali bir varlık olarak durmaktadır. Ancak insanımız bu cali varlığı hiçbir zaman itici görmemiştir. Daha doğrusu o bir çift rayı hep göz ardı etmiştir. Çünkü onun önem atfettiği değer rayın üzerindeki lokomotif ve birbiri arkasından uzayıp giden vagonlardır.

İnsanımız trene canlı muamelesi yapmıştır. O koca tren onun evinin atı, öküzü gibi bir canlı varlıktır. Onu uzaktan okşar, sever.

Trenin yorgun puflayışları bu insanın döşünde rikkat duyguları uyandırır.

Trenin ikinci oktavdan yekindirdiği bozkır ortasındaki çığlığı, onun bağrını dağlar. Özlemini dayanılmazlaştırır. Çılgınlığını vecde dönüştürür.

O, tren düdüğünün bozkır ölçeğinde büyültülmüş ney sesine vurgundur.

Trenin dumanını savurarak sıcak bozkırda oflayıp puflayarak yol alması, köylünün yüreğinde trene karşı şefkat ve merhamet duygularını harmanlar.

Tren canlı bir varlıktır. Trenin rayı onun atının nalı gibi bir şeydir.

Katarlar bir bakıma onun evi, ağılı mesabesinde durur. O, katara koyun sürüsüyle birlikte doluşur. Orada, sığırlarının yanında uzanmış yatarken kendini evinde duyumsar. Tren sıcaktır. Canlıdır. İnsancıl bir yaratıktır.

İnsanımız trene yakınlık duyar. Onu evin horantası sayar.

Trenle yolculuk yolculuktan başka bir şeydir. Trense ulaştırma aracı olmanın ötesinde bir anlam sahibidir.

Yol, yolculuk, otobüs, gemi, tren ve bunlara özgü yollar, bitmeyen, uzayan, dolanan, sarmalanan yollar… Ufukta yiten, bizi alıp götüren, bize özlem, dövünme, kavuşma, ayrılık yaşatan yollar… Bütün bu yol ve yolcu, yol ve araç karmaşası, içimizdeki göçebeyi uzaktan tırmalar, karıncalandırır, bizi bilmediğimiz, bilmediğimizi sandığımız dünyalara taşır. O dünyaların içinde, kim bilir Kafkaslar tarikiyle uzayan İpek Yolu menzillerini geçerek ulaşacağımız Orta Asya’mız da yer almaktadır.

Semerkand’dan Mostar’a uzanan bir çift çelik parıltısı ne kadar göz alıcı ve heyecan vericidir, bir düşünsenize!

Belki biraz da yüreğimizdeki bu özlemin ateşiyle yollar bize böylesine hazin büklümler olarak görünmektedir.

Hazin büklümler… Çünkü göçebe için yollar bitmez, uzayıp gider ve hüzün oradan bileğilenir… Ama bükülen yolların hazin olması, onun heyecan verici olmasını önlemiyor: O, orada heyecan verici, kışkırtıcı, umut yumaklarını desteleyici olarak da büklümleniyor, kalbimizin mağribinden maşrıkına, içimizden dışarıya ve dışarıdan içimize yol buluyor. Uzayıp gidiyor.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Yol
« Posted on: 27 Nisan 2024, 21:21:31 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Yol rüya tabiri,Yol mekke canlı, Yol kabe canlı yayın, Yol Üç boyutlu kuran oku Yol kuran ı kerim, Yol peygamber kıssaları,Yol ilitam ders soruları, Yolönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes