Konu Başlığı: Ordu ve eleştiri Gönderen: Safiye Gül üzerinde 27 Mayıs 2012, 12:05:03 Ordu ve eleştiri Naci BOSTANCI • 58. Sayı / DİĞER YAZILARYakın zamanlara kadar orduya yönelik eleştiriler dile getirmek mümkün olmazdı. Ne zaman birisi eleştiri anlamına gelecek sözler söylemek ihtiyacını hissetse, adeta bin bir özür ile söze başlar, “ordunun gözbebeğimiz” olduğu hususunu muhakkak vurgular, alabildiğine yumuşak bir üslup kullanır, nihayet bütün bunların ardından kafasındakiyle yazı arasındaki mesafenin hayli derin olduğu bir anlatımla meramını dile getirirdi. Bu tutumun bir yanında ordunun milli birliğimiz ve beraberliğimiz bakımından hepimizin güvendiği “son kurum” olduğu düşüncesi, diğer yanında ise eleştirinin söylenmesi halinde belirsiz bir risk oluşturacağı kanaati yer alırdı. En azından arada bir gerçekleştirilen darbelerin de gösterdiği gibi “yine böyle bir durumun zuhur etmesi halinde” eski defterlerin karıştırılabileceği korkusu mevcuttu. Geçmiş dönemlerde askeriyeye yönelik olarak kimler hangi eleştirileri dile getirdiler, bunun karşısında neler yaşadılar, bunlara ilişkin yapılmış dört başı mamur bir araştırma yok. O yüzden işin “korku” tarafını çok bilmiyoruz. Fakat tüm “korku” hallerinde olduğu gibi burada da önemlice bir etkinin muhayyile tarafından üretildiğini söyleyebiliriz. Bir süredir ise tam tersi istikamette bir eğilim gözleniyor. Ordu çeşitli vesilelerle eleştiriliyor. Bazen bu eleştiriler ikna edici gerekçelerden mahrum bir şekilde de yapılabiliyor. Tabloya bakıldığında, dün eleştirmemenin bugün ise tam da onun negatif mukabili diyebileceğimiz “abartılı” bir eleştirinin olduğunu söyleyebiliriz. “Cinin şişeden çıkması” deyimi ile kastedilen, bastırılanın bir daha geri dönmemecesine ortaya çıktığı ve bastırmadan kaynaklanan bir motivasyonun da kendisine eşlik ettiğidir. Böylelikle cin, gerçek dünyada bir istikrar unsuru haline dönüşünceye kadar istikrarsızlık doğurma potansiyeliyle var oluyor. Orduya yönelik eleştiriler konusunu da bir tür cinin şişeden çıkması hali olarak görebiliriz. Muhakkak zamanla her şey yerli yerine oturacak, modern hayatın en önemli unsurlarından birisi olan “eleştiri” yasak alanların gitgide azaldığı bir dünyada çok daha öne çıkacak. Çünkü eleştiri, ilk bakışta kimi kısmî zararlar doğuruyor gibi görünse de, esasında genel toplumsal faydaya katkı sağlıyor. Eleştirinin yokluğu ilgili çevreyi şeffaflıktan ve peşinden nesnel akıldan mahrum bırakıyor. İşin mahiyeti gereği var olan gizliliğin yapısal bir mahremiyete dönüştürülmek istenmesi tarihte sayısız örneği görülen bir durum. Böylelikle mahremiyet meşrulaştırılırken denetimden yoksun iktidar ilişkilerine alan tanınıyor, “kerameti kendinden menkul” uygulamalara imkân veriliyor. Nitekim çeşitli araştırmalar ve ilginç haberler askerî örgütlenmenin mahrem arka planı hakkında kamuoyuna dikkat çekici bilgiler sunuyor. 1960’tan sonra iki darbe daha gerçekleştirmiş, yaklaşık on yıl kadar önce ise yarı vesayet sistemi kurmuş ordunun bulunduğu, geçmişte bu türden yapılanmaların hayat bulduğu alan tam da bu mahrem alan. Hem “ülkenin korunması” görevi, hem kendisini bütünüyle bağımsız ayrı bir kurum gibi hayal etmesi nedeniyle ordunun bu mahrem alanı dikkatlerden uzak tutmayı başardığı anlaşılıyor. Ancak bir ülke demokratikleşirken ülkenin bir parçası olan ordunun bu gelişmelerden etkilenmemesi düşünülemez. Demokratikleşme ordunun üzerinde “mahremiyetin azaltılması” ve “denetim altına alınması” doğrultusunda bir etki yapmalı. Bunlarla birlikte demokratikleşmenin asıl etkisi, “ülkenin nihai dayanağı” türünden hissi bir motivasyonla her vakit ülkenin kaderi üzerinde son sözü söyleme hakkına sahip olduğu anlayışını ilga etmesi olmalı. Bu paragrafın girişindeki “zamanla her şey yerli yerine oturacak” ifadesini bir kez daha vurgulamak uygun olacak. Buradaki zamanla sözü, “Devlet işleri aheste gerektür” sözünü bize hatırlatan bir zihin durumunun ürünü değil. Problemler karşısında inisiyatif üstlenmek yerine kenara çekilerek “bir gün bir şekilde bu nasıl olsa hallolur” tarzındaki kendini nesneleştirme de değil. Zamana yapılan vurgu, toplumsal ve politik alanda her “yeni” durumun kastına uygun bir mecrada yürüyebilmesi için çok yönlü muhakemeyi gerektirdiği, bunun da bizatihi eleştiri sahiplerinin kendilerine tanıması gereken bir “zaman”ı icap ettirdiği hususu dolayısıyla yapılıyor. Çünkü o çok yön, “durup soluklanarak” okunması gereken bir alan. Hemen bunun yanında üzerinde durulması gereken ikinci husus ise, toplumsal algı. Eğer siz az çok bağlam ortaklığına sahip olduğunuz dar bir alanda bu sözleri söylemiyor, tüm toplumu muhatap kabul ediyorsanız, yanlış anlamalara, buna dayalı dirençlere, ilke düzeyinde olanın adeta belli bir çevrenin politik bir programı gibi okunabilmesine de yol açabilirsiniz. Eleştiri marifetiyle önü açılmak istenen şeffaflık da bundan yara alır ve siz aslında kendi üslubunuz ve yaklaşımınızla kastınıza zarar verebilirsiniz. Nihayet bir başka husus, eleştirinin muhatabı olan topluluğun da, oradaki geleneksel muhakeme biçimini, meslekî dayanışma duygusunu, atfedilen anlamları dikkate alması gerektiği hususu. Bunları yok sayarak bütünüyle ortamın ruhuna uygun olduğu düşünülen, bazen de ön açıcı olduğu varsayılan bir yaklaşımla eleştirileri dile getirmek, eleştiri hususunda ittifak edilebilecek farklı kesimlerin de karşıda durmasına yol açabilir. Eleştirinin muhatabı olmak kolay bir konum değil. Bunu eleştiri sahipleri bile sözlerinin ardından gelen mukabil eleştirilerle tecrübe ediyorlar. Sözün bağlamıyla anlam kazanması gibi eleştiri de “anlaşılma” biçimiyle değer kazanır ya da kaybeder. Yaşadığımız “hız” çağı, öyle anlaşılıyor ki sadece ulaşım ve iletişim araçlarına “hız” kazandırmıyor, aynı zamanda başka alanlarda da tezahürler doğuruyor. Bunlardan birisi olarak eleştiri, “kişisel dehanın hızı” ile “toplumsal algının muhafazakârlığı” arasındaki mesafe hiçe sayıldığında kendi üstüne kapanabiliyor. Her gün yeni bir “olay” ile izleyicinin karşısına çıkmayı var oluşunun asli unsuru sayan kitle iletişim araçlarının formatı kulaklara, eleştirinin gücünün de “olay” olmasından, “şaşırtıcılığı”ndan kaynaklanabileceğini fısıldayabilir. Ancak bu, skandal ile eleştiriyi aynı kategoride gören bir aklın ürünü. Belki televole türü “pırıltılı hayatlar”ın anlatıldığı programlarda her şey “skandal”dan ilham alınarak kotarılabilir fakat aynı ruh ile toplumsal ve politik konular üzerine konuşulamaz. Skandal ile eleştiri birbirine karıştırıldığında muradın ne olduğu da belirsizleşiyor. Bir kere daha belirtmek gerekirse, evet, hiç kimse, hiçbir kurum eleştirilemez değildir, ancak her söz eleştiri değildir. Öte yandan unutmayalım ki “bilge akıl” skandaldan, eleştiri sayılamayacak sözlerden dahi kendi adına sonuçlar çıkarabilen akıldır. |