๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 15 Ağustos 2012, 16:13:00



Konu Başlığı: Okumak Yazmaktır
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 15 Ağustos 2012, 16:13:00
Okumak Yazmaktır
Celil CİVAN • 88. Sayı / DİĞER YAZILAR


Sıradan bir önermeyle başlayalım: Kitap okumak etken bir faaliyettir. Kitap okurken gözlerimiz kelimelerin üzerinde akar, zihnimiz okuduğumuz kelimeleri bir araya getirip bir anlam üretir. Dolayısıyla çoksatan romanlar veya anaakım sinema filmlerinin aksine okumak bizi edilgen kılmak yerine metnin içine katar. Bu ifade aynı zamanda okumanın sadece etken ve pratik bir faaliyet olmadığını, aynı zamanda düşünceyle eylemi bir araya getirdiği için pratiği de aşarak bir “praksis” olduğunu söyler. Metnin yabancı dillerdeki karşılığı olan “tekst, text” gibi kelimelerse metnin kelimelerin bir araya getirilmesiyle dokunduğunu, bir ağ oluşturduğunu işaret eder. Öyleyse her okuma metnin bu ağına girmek, o ağın içinde, yumakta olmak demektir. Yumakta olmak ama yumağı çözmek değil. Zira Jacques Derrida’nın dediği gibi: “Metin, kompozisyonunun yasasını ve oyununun kuralını ilk bakıştan, önüne ilk gelenden saklıyorsa metindir ancak. Metin zaten daima algılanamaz olarak kalır.”

Metin ve algılanamazlık
Öyleyse metin daima algılanamazdır; buradaki olumsuz gibi görünen önerme (algılanamazdır) aslında okumaya yüklediğimiz praksis göz önünde bulundurulduğunda olumlu bir anlama bürünüverir: Okur işte bu metni, kendi ipliklerini de katarak yeniden yazar. Öyleyse metnin daima algılanamaz oluşu, onun okumaya açık oluşunun da teminatıdır. Zira böylelikle her metin Derrida’nın başka bir yerde söylediği gibi serbest bir bölgede (free zone) hareket eder. Bir amaçlılık peşindeki yorumcunun gözünü korkutacak bu serbestlik ifadesi, her şeyin yorumdan ibaret olması gerektiği gibi bir kaygıyı öne çıkarsa da bu saha aynı zamanda praksisin kendi serbestliğini, okurun kendi okuma özgürlüğünü de ima eder. Demek ki okuma, bir metnin düğümlerini çözmekten önce kendini de o ağın içine katmakla mümkün hâle gelir. Zaten Derrida da metnin “kendi dokusunu sonu gelmez bir şekilde yeniden oluşturduğunu” söyler. Bu yeniden oluşun imkânı gene metnin algılanamaz oluşundan kaynaklanır. Tıpkı aynı algılanamazlığın özgür bir okumanın da kaynağı olması gibi.

Yazarın ölümü
Bu anlamda post-yapısalcı düşünürlerden Roland Barthes, Michel Foucault ve Derrida’nın niçin yazarın ölümünü işaret ettiklerini tekrar ele almakta fayda var. Yazar ölmüştür, yazar daha yazarı da aşan bir Dil’in içinde kendisinin sandığı metnini var ederken, metnini örmeye başlar başlamaz metnin algılanamazlığında kaybolurken, metnini karanlıktaki bir okura sunarken hayatını kaybetmiştir. Yazar metnine ne kadar hâkim olursa olsun, dahası bunu iddia ederse etsin, gene de metin başedilmez salınımlar, kırılmalar, çatlaklar oluşturur. Metnin “sağlamlığını” da bu oluşturur zaten. O yüzden metin söz konusu olduğunda “pharmakon” tabirini kullanır Derrida. Pharmakon, Yunancada hem ilaç hem zehir demektir. Pharmakon bu yapısıyla metnin muğlâklığına atıf yapar. Yazı pharmakon’dur: Baştan çıkarmak suretiyle işler, doğal ve alışkanlığa dayalı genel yollar ve yasalardan dışarı çıkarır. Pharmakon, kendi devası kadar kendi zehrini de ağının içinde taşıyan metindir.

Yazı “deva”dır

Derrida’nın pharmakon’u Platon’un Eczanesi’nden çıkarıp felsefenin tezgâhına yerleştirmesi tesadüf değildir. Metinleri çözdüğünü, metinlerin belli yapı ve kurallara uyun olarak işlediğini söyleyen yapısalcılığın bu naif tutumuna karşılık Derrida, yapının kendisinin de ancak metindeki çatlakların, salınımların örtbas edilmesiyle mümkün olacağını söyler; başka bir ifadeyle söylersek pharmakon’u sadece deva olarak görmekle. Yapısalcılığın metne bir “nesne” gibi bakması, onun ipliklerinden elini kurtarmaya çalışması söz konusu düşüncenin hiçbir zaman metni anlayamayacağını ima eder. Derrida’nın Writing and Difference’te dediği gibi: Merkezin varlığı da merkezsizliğe, merkez-dışına ihtiyaç duyar. Bu cümleyi şöyle de okuyabiliriz: Yapının varlığı yapısızlığa, yapı-dışına ihtiyaç duyar. Yapısalcılık bu yapı-dışını görmezden gelmekle yapıya odaklanarak sorunu aştığını zanneder. Ama hem yanılgıya düşer hem de “serbest bölge”nin imkânlarını kaçırır. Nesnellik ilkeleri, metnin ağına girmeden, ipliğine bulaşmadan, okurun kendi ipliklerini metnin o karmaşık ağına katmadan, metinle birlikte düğüm olmadan mümkün değildir. Tekrar edelim öyleyse: Okumak yazmaktır.

*Jacques Derrida, Platon’un Eczanesi, çev. Zeynep Direk, Pinhan, 2012