๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 22 Temmuz 2012, 13:19:31



Konu Başlığı: Muhalefet 2023’e hazır mı
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 22 Temmuz 2012, 13:19:31
Muhalefet 2023’e hazır mı?
M. Mücahit KÜÇÜKYILMAZ • 77. Sayı / DİĞER YAZILAR


İcracı yönünü öne çıkarmaya çalışan iktidar partisi, seçimden birkaç gün önce kabinedeki bakanlıkların niteliği ve sayısında değişiklikler yaparak aslında seçmene ve diğer partilere tekrar güçlü biçimde iş başına geleceği mesajını vermişti. Seçim sonrasında ise kabinedeki yeni bakanları ve bakan yardımcılığı gibi mevkileri belirleyerek icraata girişti.

Muhalefete gelince, her ne kadar CHP oylarını arttırdığı, MHP ise bütün sorunlara rağmen baraj üstünde kaldığı için sonuçlardan kısmî bir memnuniyet duysalar da, özellikle ana muhalefet partisinde kurultay sesleri yükseldi. Bir yıl önce iş başına gelen ve bu süre zarfında iki kurultay, bir referandum, bir de seçim gören Kemal Kılıçdaroğlu ve Gürsel Tekin ekibinde kampanya boyunca sergiledikleri çalışkanlığın sonucunu alamamanın hayal kırıklığı seziliyor. Deniz Baykal ve Önder Sav cephesinde yoğunlaşan parti içi muhalefet, Gürsel Tekin tarafından yüzde 30-40’lara konan başarı çıtasının çok altındaki oy oranını CHP’nin eksen kaymasına bağlıyor. Yönetim ise, eleştiri sahiplerini seçim kampanyası sürecinde yeterli çabayı göstermemekle suçluyor. Peki, Türkiye 12 Haziran öncesi nasıl bir seçim kampanyası süreci geçirdi; partiler ağırlıklı olarak nelere vurgu yaptılar?

Partilerin kampanya stratejileri
Nisan ayı ortasında adayların belirlenmesi ve kampanya startlarının verilmesinin hemen akabinde önce eski BDP’li bağımsız adaylardan 6’sının YSK tarafından veto edilmesi gündeme damga vurdu. Bu seçimin “mağdur” hareketinin BDP olacağı ortaya çıkarken, bir kez daha devlet-millet arasındaki makası açan bürokratik oligarşi hamlelerine şahit olduk. Bu mağduriyet kredisini sert söylemlerle harcayan BDP, kaset skandallarıyla sarsılan MHP’nin bir anlamda imdadına yetişti. Demokratik özerklik, Anayasa’da Kürt kimliğinin dile getirilmesi gibi ülkenin batısını şoke edici talepler, Öcalan’ın İmralı’dan giriştiği pazarlık süreciyle birleşince, Kürt ve Türk milliyetçiliklerinin karşılıklı yükselişi MHP ve BDP’yi birlikte yükseltti. Siyasal şiddetin dilini kullanan ve fizikteki bileşik kaplar kanununa uygun olarak seviyeleri yükselen bu iki partiye karşılık AK Parti ve CHP’nin daha projeci, toplumcu, vizyoner ve kalkınmacı bir kampanya dili kullandıkları söylenebilir. Bu konuda CHP’nin farkı, belki de eksiği karamsar bir propaganda dili ve pek çok enstrümanı dağınık biçimde kullanmak oldu.

CHP liderinin dosya siyasetinden proje siyasetine geçme girişimi seçmen nezdinde olumlu yankı bulurken, arada bir ortaya karışık nevinden ileri sürülen ama ispatlanamayan yolsuzluk iddiaları CHP’nin seçim kampanyasına zarar verdi. Bir başka dağınıklık ise, Kılıçdaroğlu’nun adeta Türkiye’yi doğu-batı olarak iki ayrı seçim bölgesi gibi düşünen vaat ve söylemlerinde kendisini gösterdi. Trakya, İzmir ve batı kentlerinde ideolojik CHP geleneğini sürdürüp Hakkâri, Diyarbakır ve doğu bölgelerinde muğlâk ve içi duruma göre doldurulacak “özerklik” ifadesini öne çıkarmak hem sadık CHP seçmenini ürküttü, hem de parti içi muhalefetin eline koz verdi. Üstelik bu CHP için fazlasıyla demokratik söylem, klasik tabanın bir kısmını, ulusalcı duyarlılıkları daha iyi savunacağı ümidiyle kaset skandallarından zarar gören MHP’ye yöneltirken, AK Parti ve BDP’de toplanan demokrat seçmenlerce de yeterince ikna edici bulunmamış olacak ki, ciddi bir oy miktarına dönüşmedi.

İlk defa mağdur olmaksızın bir seçim süreci yaşayan AK Parti’ye gelince; Kılıçdaroğlu’nun yeni CHP’sinin sosyal projelere ağırlık vereceğini gören Başbakan Erdoğan, Kanalistanbul ile başlayan projelerle bu hamleye cevap verdi. Hatta laik duyarlılığı yüksek İzmir’de 35 proje açıklayan iktidar partisi, bu girişimin karşılığını sahillerde ve büyük şehirlerde oylarını arttırarak aldı. Ancak iktidarın seçim kampanyasının en önemli yönü, ‘2023 Türkiye’ hedefini ve yeni Anayasa vaadini merkeze koyması oldu. Erdoğan’ın karizması ve inandırıcılığıyla birleşen uzun vadeli müreffeh Türkiye hedefleri seçmeni 9 yıl sonra bile hâlâ heyecanlandıran unsurlar içeriyor; ayrıca iktidarın önümüzdeki yıllar için de kendisine güvendiği izlenimi veriyordu. Bunu destekleyen bir başka unsur, dış politikadaki açılımların Başbakan Erdoğan ve bakanları tarafından başarılı bir şekilde kamuoyuna aktarılması ve özgüven sahibi bir Türkiye algısının toplumda inşa edilmiş olmasıydı. Buna mukabil, bu konuda yapacak fazla bir şeyi bulunmayan muhalefetin dış politika çerçevesindeki eleştirileri de seçmende kabul görecek ciddiyette değildi.

Erdoğan’ın “seçimi”
12 Haziran seçimleri pek çok boyutuyla Tayyip Erdoğan’ın seçimi oldu. Bugüne kadar girdiği bütün seçimlerden zaferle çıkmış, ancak her seferinde zaferini ya mağduriyete borçlu olduğu söylenen ya da hisseyi yanındaki güçlü arkadaşlarla paylaşan Erdoğan, bu kez hem mağdur değil, hem biraz da kendi tercihinin sonucu olarak yalnızdı. Listeleri tek başına belirleyen, seçim kampanyasının ana eksenine karizmatik lider figürü olarak oturan Erdoğan, sadece parti içinde değil, Türkiye çapında ve balkon konuşmasının da gösterdiği gibi yakın bölgede en güçlü lider olduğunu gösterdi. Peki, buraya kadar başarıyı getiren güçlü liderlik, icraat dönemi niteliğindeki seçim sonrası için aynı işlevi görecek mi?

Ülkenin önünde duran ve kampanya sürecinde AK Parti ve BDP tarafından bir gereklilik olarak dile getirilen yeni anayasa, mevcut meclis aritmetiğinde bir uzlaşmayı icbar ediyor. Ne var ki, yeni Anayasa’yı imkânsıza yakın kılan bazı engeller var. Öncelikle seçimden en az birkaç hafta önce siyasal aktörler arasında çalışmaya başlaması gereken dip iletişim kanalları işlemedi ve AK Parti, CHP, MHP, BDP hem seçim meydanlarında verilen karşılıklı hasarları tamir etmiş değiller, hem de yeni Anayasa’nın muhtevasına dair genel bir çerçeve dahi yok. Bunun dışında, BDP-MHP ikilisi, mevcut siyasal pozisyonlarından geri adım atmadığı sürece, yeni Anayasa girişimlerinin en baştan daha ilk görüşmelerde tıkanması mümkün. Demokratik açılım sürecindeki kilitlenme biraz da Deniz Baykal faktörünün yıpratıcı müdahaleleriyle gerçekleşmişti ve Kılıçdaroğlu, en azından meydanlardaki görüntüsüyle, yeni Anayasa’ya soğuk bakmadığı izlenimi veriyor. Fakat kendi iç sorunlarıyla boğuşan bir CHP’nin Anayasa sürecine sağlıklı bir katkı veremeyeceğini tahmin etmek zor değil. Bu durumda, yıkıcı-engelleyici davranan taraf yine muhalefet olacak ve yapıcı davranan AK Parti iktidarı, muhtemelen Erdoğan’sız gireceği 2015 seçimleri için de en güçlü aday haline gelecektir.

Hedef 2023, Türkiye hazır; şimdi hep birlikte muhalefetin de hazırlanmasını bekliyoruz.