๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 02 Ağustos 2012, 14:07:25



Konu Başlığı: Modern edebiyatın sonu
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 02 Ağustos 2012, 14:07:25
Modern edebiyatın sonu
Celil CİVAN • 83. Sayı / DİĞER YAZILAR


Ulus-devletin oluşumuyla modern edebiyatın doğuşu arasında paralellikler var. Ulus-devletin ortaya çıkmasına yol açan toplumsal, kültürel ve siyasi sebepler modern edebiyatın, özellikle de romanın şekillenmesinde büyük etkide bulundu. Ulus-devletle birlikte “hayat tarzında” yaşanan değişimin hayata ve dünyaya bakışı da değiştirdiği görülüyor. Bu da yazının değişimi anlamına geliyor. Böylece bir yandan ulusal bir devlet kurulurken modern ve ulusal edebiyat da onunla birlikte, hatta karşılıklı olarak kendini inşa ediyor. Karşılıklı olarak diyoruz, zira Benedict Anderson’ın da belirttiği gibi “hayali bir cemaat”in oluşmasında yazının (gazete, roman vs.) çok mühim bir etkisi var. Büyük ihtimalle ömürleri boyunca bir araya gelmeyecek aynı ulusun vatandaşları bir gazetede yan yana haber olabileceği gibi, ülke çapında okunan bir roman da birlik ve beraberliği güçlendirici bir şekilde tesir ediyor. Dahası geniş anlamıyla halk romanı, tefrika gibi eserler ortak bir dil bilincinin ve bilgisinin de gelişmesine katkıda bulunuyor.

Kojin Karatani Derinliğin Keşfi: Modern Japon Edebiyatının Kökenleri isimli eserinde yukarıda çizdiğimiz iki hattı da takip ediyor: Bir yandan edebiyatın ulusal inşa sürecindeki etkisini, diğer yandan “modern” hayat tarzıyla birlikte bakış açısını, dolayısıyla yazının da değişim geçirdiğini. İmparatorluk dönemlerinin haiku şiirleri, metafizik resimleri Meiji Restorasyonu ile birlikte bir anlamda yaşam alanlarını kaybetmiş, yerini modern şiire ve gerçekçi resimlere bırakmıştı (Bir karşılaştırma için cumhuriyet öncesinin tasavvuf edebiyatı ve minyatür resmi ile cumhuriyet sonrasının sanat haritasındaki değişim incelenebilir.) Öncelikle metafizik ve soyut unsurlar yerini Karatani’nin geniş bir anlamda kullandığı “gerçekçiliğe” bıraktı:

“Rus biçimciliğinin kuramcılarından Viktor Şklovski, gerçekçiliğin özünün alışkanlığı kırmak olduğunu söylüyor. Yani bireyi, görmeye alışkın olduğu için aslında göremediği şeyleri görmeye zorlamak. Dolayısıyla, gerçekçilikte belirli bir yöntem yok. Bu alışılmış olan üzerindeki alışkanlığın kırıldığı aralıksız bir süreç. Bu anlamda, anti-gerçekçilik, sözgelimi Kafka’nın yapıtları da gerçekçiliğe aittir.”

Öyleyse bütün mesele farklı şekillerde ortaya çıkan gerçekçiliklerin (romantizm, natüralizm, absürd vs.) sürekli değişim gösteren bir “gerçekçilik” şemsiyesi altında toplandığını ortaya koymak. Ancak burada vurgulanması gereken en önemli şey şu: Bu gerçekçiliklerin ortaya çıkması tesadüf değil. Bunlar ancak modern ulusal devletin şartları dolayısıyla ortaya çıkıyor. Daha önceki dönemlerin toplumsal, siyasi ve kültürel şartları farklı olduğu için böylesi gerçekçiliklerin ortaya çıkması mümkün değil. Öyleyse siyasi şartlarla edebi şartların karşılıklı etkileşim içinde olduğunu söyleyebiliriz.

Bütün bu gerçekçilikle birlikte yine eski dönemde karşılaşılmayan öğeler devreye giriyor: Manzaranın keşfi, içselliğin keşfi, sistem olarak itiraf, anlam olarak hastalık, çocuğun keşfi. Burada en önemli unsur “içselliğin” keşfedilmesi, böylece modern, yalnız, özbilinçli ve öznel bir edebi kahramanın ortaya çıkması. Modernite öncesi edebiyatta böylesi bir içsellik ve öznellik görülmezdi. Dahası antik dönemde edebiyat handiyse herkesin kullanabileceği, katkı yaptığı “miri malı” gibiydi. Dolayısıyla aslında bugün anladığımız mânâda bir edebiyat mevcut değil. Oysa modern dönemin şartları modern romanı ve modern roman kahramanının doğmasına sebep oldu.

Ancak söz konusu dönüşüm günümüzde farklı bir boyut kazanmaya başladı. Modern dönemin bitip postmodern dönemin başlamasıyla edebiyat da eski kimliğini kaybetti: Eskinin gerçekçiliği, derinliği ve içselliği yerini parodinin, kelime oyunlarının, pastiş ve ironinin yüzeysel bir akışkanlıkla hareket ettiği postmodern edebiyata bıraktı. Zira tarihî şartlar gereği ulus-devletlerin yerini küreselleşen imparatorluklar aldı, ulusallık yerini etnisite’ye, ulusal ekonomi yerini küresel liberal kapitalizme bıraktı. Dolayısıyla Karatani’nin dediği gibi bir şeyin kökeni belirdiğinde sonu da aslında kendini göstermiş oluyordu. Ancak modern edebiyatın sonunun gelmesi, edebiyatın sonu anlamına gelmiyor. Yeni bir edebi ufkun beklentisine işaret ediyor.

Karatani, kitabının Japon Edebiyatı’na odaklanmasına rağmen çeşitli ülkelerden (Çin, Kore, Almanya, Türkiye vs) gördüğü teveccühü başlarda anlayamasa da sonradan bunun sebebinin söz konusu ülkelerin Japonya’ya benzer modernleşme serüvenleri yaşadıklarından kaynaklandığı söylüyor. Nasıl ki Karatani kitaptaki makaleleri Amerika’da, dili ve kimliği yabancı bir ülkede yazmaya başladıysa, nasıl ki kitapta sıklıkla söz ettiği yazar Natsume Soseki edebiyat teorisini İngiltere’den geldikten sonra inşa etmeye çalışmışsa bizim de kendi hikâyemizi bir Japon yazardan öğrenmemiz tuhaf olmasa gerek.

Kojin Karatani, Derinliğin Keşfi: Modern Japon Edebiyatının Kökenleri, çev. Devrim Çetin Güven-İnan Öner, 2011.