๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 25 Temmuz 2012, 14:35:30



Konu Başlığı: Mısır usulü ‘devrim’
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 25 Temmuz 2012, 14:35:30
Mısır usulü ‘devrim’
Taha KILINÇ • 79. Sayı / DİĞER YAZILAR


Tarihi kaynaklar, İslâm Devrimi arefesinde bütün İran gösterilerle sarsılırken, Washington’un kelimenin tam anlamıyla ‘uyuduğunu’ belgeliyor. Devrimin eli kulağındayken, CIA’in “İran, bölgenin en stabil devletidir. Herhangi bir rejim değişikliği öngörmüyoruz. Yaşanan gösteriler ülke çapına yayılmaz” türünden raporlar yayınladığını artık biliyoruz. Hatta ABD Başkanı Jimmy Carter’ın, Şah’ı “ülkesinin Ortadoğu’daki en güçlü müttefiklerinden biri” olarak ilan edişinin, devrimden çok kısa bir süre öncesine rastladığı da kayıtlara geçmiş durumda.

Ancak tarihler 1979’un Şubat ayını gösterdiğinde, İran ABD’ye çok tatsız bir sürpriz yaptı. Sonraki süreci ise yaşamaya devam ediyoruz.

Yeni bir risk alınamazdı
32 sene sonra, benzer halk hareketleri bu defa Mısır’da yaşanmaya başladığında, ABD artık oldukça temkinli hareket etti. Ders alınmıştı. İran’da ‘gevşek’ davranmanın faturası halen acı bir şekilde ödeniyorken, Mısır riske edilemezdi.

Bu yüzden Mısır’da hem halkın tepkileri ciddiye alındı, hem de ‘eski ortak’ Mübarek’e ‘şık’ bir jübile hazırlandı. Mübarek, devrik İran Şahı gibi süklüm-püklüm ülkesini terk etmek zilletine düşmedi, Şarm eş-Şeyh kentinde ‘zorunlu emekliliğe’ ayrıldı.

Muhtemelen Hüsnü Mübarek’e “Vazgeç, yoksa olayların önü alınamayacak” denildi. O da -yine muhtemelen- yargılanmama ve Mısır’ı terk etmeme garantisi alarak çekildi.

Gösteriler devam ederken, Hüsnü Mübarek, koltuğunu korumaya odaklanmıştı. Bu, birçok kişinin iddia ettiğinin aksine, sıradan bir hırs değildi. Mübarek içinde yaşadığı ve mensubu olduğu halkı iyi tanıyordu. Koltuğunda ölmeyi başardığı takdirde, halkının kendisini affedeceğini çok iyi biliyordu. Mısır halkı, kendisine ekonomik ve siyasi anlamda büyük acılar yaşatan Cemal Abdunnâsır öldüğünde milyon milyon sokaklara dökülmemiş miydi? 1970 yılının o sıcak Eylül gününde Kahire, tarihinin belki de en büyük kalabalığını ağırlamamış mıydı? Ve Abdunnâsır, Araplara tattırdığı onca hezimete rağmen, hâlâ “milli kahraman” olarak anılmıyor muydu? İşte halkların hafızası bu kadar zayıftı ve Mübarek bunu çok iyi biliyordu. Direnip gösterilerin dinmesini sağlayabildi mi, hele de bir koltuğunda ölebildi mi, her şey bambaşka olacaktı.

Bütün bunları hesapladı Hüsnü Mübarek.

Kendisinin ‘iplerini’ ellerinde tutanların planı ise, muhtemelen, sağlığının bozuk olduğu gerekçesiyle Mübarek’i gözlerden uzak tutarak kalabalıklarca unutulmasını sağlamaktı.

Ancak planlar aksadı, Mübarek’in yargılanması için güçlü bir kamuoyu baskısı oluştu. Bu arada Mübarek de ‘eceliyle’ ölmeyince, yeniden Tahrir Meydanı’nda toplanmaya başlayan halkın talebine kulak vermekten başka çare kalmadı. Mübarek’in ‘kurban’ edilmesinde karar kılındı.

Nihayet geçtiğimiz günlerde Mısır’ın başkenti Kahire, gerçekten tarihî bir güne tanıklık etti: Bir zamanların muktedir adamı Hüsnü Mübarek, İslâmcı muhalifleri için yaptırdığı kafesin içinde yargılanmaya başladı. Kendisiyle birlikte iki oğlu Alâ ve Cemal ile eski bakanları da yanındaydı üstelik.

Birçok Mısırlı için bu, bir rüyanın gerçekleşmesi demekti. Pek çoğunun canını yakmış olan adam, ‘Reis’, orada, parmaklıkların arkasındaydı.

Iraklıların suçu neydi?

Mısır’da yaşanan süreç, ülkelerin dünya sistemi içindeki yerine göre, nasıl farklı farklı muamelelere tabi tutulduğunu gösteren bir örnek oldu.

Ocak ayında olaylar başladığında, Mübarek de güvenlik güçlerine -tıpkı Suriye’de haftalardır yaşandığı gibi- kendi halkına karşı ateş emri vermişti. Ancak ölümlerin katliam boyutuna varmasına izin verilmedi. ‘Devrim yorgunu’ Tahrir sakinlerinin ‘şehit nostaljisi’ yaşayabilmesine izin verecek bir sınırda durdu ölümler.

Mısır’ı Suriye ile kıyaslamak, Ortadoğu’da işlerin nasıl yürüdüğü konusunda bir fikir verebilir:

“Mısır, eğer dünya sisteminin gözden çıkarmak istemediği stratejik bir müttefik ve İsrail’le masaya oturmuş çok önemli bir Arap ülkesi olmasaydı, Hüsnü Mübarek 17 gün içinde devrilebilir miydi?” sorusu iyi bir başlangıç olabilir. Bunu hiç şüphesiz şu soru izleyecektir: “Suriye’de yaşayan halkın suçu, Baas rejiminin İran’la olan yakınlığı ve bu rejimlerin dünya sistemince ‘makbul’ addedilmemesi mi?”

Irak da verilebilecek bir diğer örnektir. Saddam’a kızan uluslararası sistem, sayısız çocuğun gıdasızlık ve hastalıktan ölmesine göz yumabilmiştir. Tek suçu sadece “Saddam gibi ‘makbul görülmeyen’ bir adam tarafından yönetilmek” olan yüz binlerce Iraklı, on yıllar boyunca tarifsiz acılar çekmiştir. Ancak Irak’a uygulanan vahşi ambargo, Saddam’a zarar vermek şöyle dursun, onun koltuğunu daha da sağlamlaştırmıştır.

Devrim nedir?
Peki, Mübarek’in yargılanması ve meydanlarda atılan ateşli nutuklar, bizi Mısır’da bir ‘devrim’in yaşandığına ikna edebilir mi?

Eğer devrim kelimesini “umulmayan bir gelişme” anlamında alırsanız, evet. Mısır’da Hüsnü Mübarek gibi bir adamın sedye üzerinde de olsa, mahkemeye çıkarılabilmiş olması Mısır halkı açısından bir zaferdir, bir devrimdir.

Ancak eğer ‘devrim’i “Eski düzenin sembol isimlerinin cezalandırılmasından sonra yerlerine bambaşka zihniyette insanların gelmesi, sembol kurumların ilga edilerek yerlerine bambaşka yapıda kurumların ikame edilmesi” olarak tanımlarsanız, Mübarek’in yargılanması sadece mizansendir.

Maalesef, bugün Mısır’da yaşananlar, ikinci duruma daha yakın bir vaziyette seyrediyor. Mübarek’in kurduğu düzen ve o düzeni omuzlayan sembol isimler halen güçlerini koruyorlar. Eskinin adetleri de, alışkanlıkları da dağ gibi yerinde duruyor.

Siyasal sistemler, hele de askerlerin on yıllar boyunca köklerine kadar nüfuz ettiği sistemler, kalabalıkların on beş gün slogan atmasıyla değişmez. Bu gerçeği görmemiz gerekiyor. Elbette birçok değişim yaşanıyor, hayat bugünden yarına bile değişirken, ülkelerin yerinde sayması beklenemez.

Ancak Mısır gibi köklü, dolayısıyla hantal bir ülkenin değişimi de öyle kolay olmayacaktır. Dolayısıyla, her ne kadar ‘umulmadık gelişmeler’ yaşanıyor da olsa, bütün bu değişimleri ‘devrim’ olarak adlandırmada acele davranmamak gerekiyor.