๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 02 Ağustos 2012, 14:03:55



Konu Başlığı: Meşhur Sahaflar Çarşısının hikâyesi
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 02 Ağustos 2012, 14:03:55
Meşhur ‘Sahaflar Çarşısı’nın hikâyesi
Önder KAYA • 83. Sayı / DİĞER YAZILAR


Sahaflar Çarşısı her ne kadar bugün eski fonksiyonunu ifâ etmenin çok uzağında olsa da, tarih içinde kitap kurtlarının her daim yeni bir heyecan ve umutla ziyaret ettiği bir mekân olageldi. Türk tarihinin en önemli yazmalarından biri olan Divan-ı Lügati’t Türk bu çarşıda keşfolunurken, pek çok yazma Batı’ya buradan taşındı. “Sahaf” kelimesi yazma eser satan kişilerin mesleği için kullanılsa da, 19. yüzyıldan itibaren matbu yani baskı eserler satan kişiler için de kullanılır oldu. Mesleğin hali hazırdaki duayenlerinden Halil Bingöl Beyefendi’den öğrendiğime göre Sahaflar Çarşısı’nın son şeyhi olarak da kabul edilen Muzaffer Özak Hoca zamanında, çarşı içinde yazma ve matbu eser satan kitapçılar belli olup, usul erkân çerçevesinde bu konuda ehil olmayan kişilerin yazma eser alıp satması memnû imiş.

Osmanlı ülkesinde sahaflık
Osmanlı ülkesinde sahaflık geleneğinin ilk tohumlarının genel itibariyle İstanbul’un fethi öncesinde Bursa ve Edirne gibi şehirlerde atıldığı kabul edilir. Bazı çalışmalarda sahaflık mesleğinin Orhan Gazi’nin Bursa’yı fethi ile birlikte başladığı söylense de, bu konudaki gayet kapsamlı bir çalışmasında İsmail Erünsal hoca bu iddiayı destekleyecek bir veri bulunmadığını, dahası İslamî alt yapısı olmayan ve yeni fethedilen bir kentte böylesi bir geleneği aramanın abes olduğunu belirtir. Muhtemelen kitapların ilk taliplisi olan öğrenciler de bütçelerine göre epey pahalı olan yazma eserleri satın almak yerine, istinsah etme yani çoğaltma yoluna gidiyorlardı. Bu mesleğin Osmanlı devletine özellikle doğudan pek çok âlimin gelmeye başladığı Yıldırım Bayezid devrinde şekillenmeye başladığını söylemek çok da yanlış olmaz. Ancak Osmanlı’nın asıl müesseseleşme devrinin Fatih zamanı olduğu düşülürse, 15. ve 16. yüzyılda yazma eserlerin alım satımını yapan bir zümrenin kesin olarak teşekkül etmiş olması gayet doğal. Bu dönemde bilhassa Fatih Külliyesi içinde yer alan Akdeniz ve Karadeniz medreseleri civarı, tabii olarak sahafların en gözde mekânlarıydı. Bu civarda bazen namlı kitap düşkünlerinin terekesinden çıkan kitapların da satışı yapılırdı. Misalen kitap konusundaki tutkusu dillere destan olan ve hatta esnafın yabancılara kitap satışını yasaklayan bir de buyruk yayımlayan Sadrazam Şehit Ali Paşa’nın kitapları, ölümünden sonra Sultan III. Ahmed’in emri ile sahaf esnafınca satılmıştı.

Kapalıçarşı’nın ilk nüvesini teşkil eden Sandal ve Cevahir Bedestenleri’nin inşasıyla, zamanla sahaflar da bu alışveriş kompleksinin içindeki yerlerini aldılar. 16. yüzyıldaki kayıtlar burada birkaç sahafın varlığına delalet eder. Esasen bu yüzyıl, sahafların altın çağının da bir nevi başlangıcıydı. Batı’da yaşanan Rönesans’ın da etkisiyle yabancı diplomatlar ve seyyahlar gerek İstanbul gerekse de Kahire, Halep, Şam, Kudüs gibi merkezlerden çok sayıda yazma eser topluyorlardı. Bu kişilerden bazıları kendi hesabına, bazıları ise bir kral, devlet adamı ya da aristokrat hesabına bu işi yapıyordu. Habsburg elçisi Busbeq, Fransız Antonie Galland ve Avusturyalı Joseph von Hammer bu konuda ilk akla gelen isimlerdi.

Sahaflar şeyhliği
Sahafların kitapları temin ettikleri adresler de farklılık gösteriyordu. Bunların başında hiç şüphe yok ki terekeler gelmekteydi. Ölen bir âlimin varisleri, şayet kitaplar önceden vakfedilmediyse çoğu zaman kitapları sahaflara yıkıyor ve burada mezata vermek suretiyle sattırıyorlardı. Kâtip Çelebi, Ahmet Vefik Paşa, Sadrazam Sait Paşa, Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın yanı sıra, Cumhuriyet döneminde Recep Peker, Mazhar Osman, İsmail Hakkı Uzunçarşılı gibi isimlerin kitaplarının son durağı sahaf dükkânları olmuştu. Kitapların geldiği bir diğer kaynak ise Osmanlı Sarayı’ydı. Saraydan legal ya da illegal yollar vasıtasıyla çıkarılan kitaplar da çarşıya geliyordu. Bazen saray kitaplığındaki yazmalar görevlilerce çalınarak fahiş fiyatlardan bilhassa yabancılara satılıyor, bazen de birtakım kitaplar ayıklanarak sahaflara gönderiliyordu. Eski zamanlardan beri alıcı ile satıcı arasındaki en büyük sorunların başında ise kitapların fiyatı meselesi geliyordu. Özellikle nadir yazmalar yerli yabancı kitap kurtlarının iştahını kabartıyor, bu da satıcının fahiş fiyatlar talep etmesine sebebiyet veriyordu. Kanuni ve I. Ahmed zamanlarında yayınlanan kanunnamelerde sahafların kâr oranı yüzde on olarak tespit edilmişti. Kitabı esnafa satan ve esnaftan kitap alan kişinin mağdur olmaması için de “sahaflar şeyhliği” denilen bir kurum tesis edilmişti. Esnafın her türlü kusuru, resmî makamların muhatap aldığı bu kişi tarafından çözülüyordu. Bugünkü yerine taşınmadan önce sahaflar, Kapalıçarşı içinde, İç Bedesten ile Şark kahvesinin arasında kalan bir alanda bulunuyordu.

Hakkâklar Çarşısı
Sahaflar Çarşısı’nın günümüzde bulunduğu yer, Kapalıçarşı ile Bayezid Camii arasında uzanan ve eski devirlerde “Hakkâklar” yani “Mühürcüler” Çarşısı olarak bilinen mevkiiydi. Buraya zaman içinde bazı sahaflar da yerleşmeye başlamışsa da, ağırlık uzun süre hakkâklarda oldu. 1894 İstanbul depremi ise çarşıdaki durumu ve dengeleri değiştirdi. Kapalıçarşı’nın da depremde zarar görmesi üzerine esnaf, şehrin çeşitli bölgelerine dağıtıldı. Sahafların da büyük bir kısmı Hakkâklar Çarşısı’na yerleştirildi. II. Meşrutiyet döneminden itibaren çarşıdaki hakkâklar, Kapalıçarşı’nın yolunu tutarken, onların boşalttığı alandaki sahaf sayısı her geçen gün arttı ve sonuçta çarşı, Sahaflar Çarşısı olarak anılır oldu. Sahafların bir kısmı da Bayezid Camii’nin avlusunda satış yapmaya devam etti.

Nitekim 19. ve 20. yüzyıllarda, büyük camilerin avlularında sahaflar sıklıkla sergi açıyorlardı. Ahmet Vefik Paşa, Said Paşa ve Rıza Paşa gibi kitap kurdu devlet adamları bu sergilerin sürekli müdavimleri arasında yer alıyorlardı. Ancak bazı durumlarda sahafların sergi şeklinde açtıkları dükkânları geçici bir süre yasaklanabiliyordu. Mesela Alman kayzeri Wilhellm’in 1889’daki İstanbul ziyareti sırasında, muhtemelen göze çok da hoş görünmeyeceği gerekçesiyle Bayezid Camii avlusundaki tezgâhlar kaldırılmıştı. Yine 19. yüzyıldan itibaren Fatih ve Bayezid sahasına yayılmış olan sahafların, zamanla şehrin farklı kesimlerine ve bilhassa Beyoğlu cihetine dağıldıklarına da şahit oluruz.

Çarşı 1950’de yandı
Çarşı en büyük kırılmalardan birini 6 Ocak 1950’de maruz kaldığı yangın sırasında yaşadı. Söz konusu günün akşamında Bayezid yangın kulesinden çarşıda yangın olduğu görülmüş ve beş dakika içinde de itfaiye ekipleri olay yerine intikal etmişlerdi. Ancak itfaiye ekipleri geldiği sırada çift no’lu dükkânlardan 2, 4, 6, 8, 10 ve 12 numaralı dükkânların alevler içinde olduğu, yangının 5, 7, 9 ve 11 numaralı dükkânlar ile Ali Paşa ve Bodrum Hanların çatılarına sıçradığı tespit olunmuştu. Bayezid havuzu ve yangın musluklarından temin edilen su ile derhal yangına müdahale edilmiş ve yangın gece yarısına doğru tamamen kontrol altına alınmıştı. Yapılan tahkikat sonrasında yangının 4 numaralı saatçi dükkânında bulunan mangaldan sıçrayan bir kor sebebiyle çıktığı tespit olunmuştu. Dükkân sahibi ihmalinden dolayı sorgulanmış ve tevkif edilerek cezaevine gönderilmişti. Yangın sonrasında 15 dükkân tamamen, 5 dükkân da kısmen yanmıştı. Gerçi yangının çıktığı sırada çarşıda varolan dükkânların çoğu çorapçı esnafına aitti. Yanan sahaf dükkânı sayısı ise beşti. Büyük bir talihsizlik eseri olarak çarşıda kolonyacı ve çorapçı gibi olası bir yangında parlamalara sebebiyet verecek malzemeleri içeren dükkânlar bulunuyordu. Sahaf dükkânlarının da kolayca tutuşacak kitaplardan oluştuğu düşünülürse, küçük bir kıvılcımın beraberinde getireceği kaçınılmaz akıbet kendiliğinden ortaya çıkar. Üstüne üstlük çarşıdaki dükkânlar da ahşaptandı.

Esasen çarşıda yaşanan, beklenen ve korkulan bir durumdu. Şevket Rado, Akşam Gazetesi’nde olayın hemen ardından 11 Ocak 1950’de kaleme aldığı makalesinde, çarşıya çok uzun bir zaman yangın korkusundan dolayı elektrik dahi verilmediğini, hatta bir vakitler sigara ve mangal yasağı konduğunu belirtiyordu. Ancak sonradan çarşı içine dükkân açan ve mesleği sahaflık olmayan esnafın bu yasaklara riayet etmediğini, sonuçta da korkulanın olduğunu dile getiriyordu.

Çarşı yeniden imar olunuyor
Yangın sonrasında yapımına başlanan yeni Sahaflar Çarşısı 3 Ekim 1952’de bizzat vali ve belediye başkanı Fahreddin Kerim Gökay’ın katılımıyla düzenlenen bir tören sonrası hizmete açıldı. Doğal olarak törende çok sayıda profesör, ilim adamı ve gazetecinin yanı sıra milletvekili, il genel meclisi üyeleri de hazır bulunmuştu. Törende konuşan Sahaflar Derneği Başkanı, çarşının eski bir geleneğin temsilcisi olduğunu ve 450 milyonluk İslam âlemine hizmet veren bir fonksiyon ifa ettiğini belirtmişti. Fahreddin Kerim de yaptığı konuşmada eski eserlerin inşasına 1953 yılı itibariyle daha da büyük bir bütçe ayrıldığının altını çiziyor, benzeri faaliyetlerin devam edeceğini müjdeliyordu. Yapılan konuşmaların ardından çarşının açılış kurdelasını gazetecilik mesleğinin duayenlerinden ve Sahaflar Çarşısı’nın müdavimlerinden Hakkı Tarık Us, “Hayırlı olsun” temennisiyle kesecekti. Sonrasında katılımcılar sahaflara tahsis edilen 22 dükkân, 1 kahvehane, 1 mezat salonu ve 1 modern tuvaletten oluşan çarşıyı gezdiler.

Cumhuriyet Gazetesi muhabiri Ferdi Öner, törenin hemen ardından Bayezid Camii avlusunda ikamet eden sahaflarla kısa bir röportaj gerçekleştirmişti. Muhabir, en genç sahaf olarak takdim ettiği 27 yaşındaki Hilmi Mutlu ve en yaşlı sahaf olarak tanıttığı Mahmud Cevad ile görüşmüştü. Hilmi Mutlu, Sahaflar Çarşısı’nın kısa bir tarihçesini vermişti. Onun anlatımına göre çarşı, yaklaşık bir buçuk asır evvel şekillenmişti. Eski Sahaflar Çarşısı esmalara bürünmüş, yeşil çardaklar altında, hem teni hem de gönlü ferahlatan bir mekândı.

Yaşı 90’a merdiven dayamış Mahmud Cevad ise maziden ziyade bugünden ve sahafların problemlerinden bahsediyordu. Ona göre sahaflar, hem İslam âlemine hem de garp mütefekkirlerine hizmet eden önemli bir ocaktı. Dahası, pek çok nadide yazma ve kıymetli eser bakkal dükkânlarında kese kâğıdı olmaktan yine bu çarşı sayesinde kurtulabilmişti. Zira eski kültüre yabancı olan halk, evindeki bu türden eserleri hurdacıya, eskiciye satmak yerine çarşıya getiriyor ve böylelikle geçmiş devrin kuvvetli bakiyeleri, araştırmacılarla buluşma imkânına kavuşuyordu. Sahaflık büyük bir birikim isteyen, ancak getirisi çok yüksek olmayan bir meslekti. Bir sahafın, mesleğini düzgün icra edebilmesi için kitabiyat bilgisinin ya da yazma eserlere olan hâkimiyetinin tam olması lazımdı. Bu da ancak büyük bir emek mahsulü olarak elde edilebilirdi. Dolayısıyla belediye, sahafların oynadığı bu rolü de göz önüne alarak dükkânlar için çok yüksek bir kira bedeli talep etmemeli, mutevazi bir gelire sahip olan sahafları, bu yolla desteklemeliydi.

Mahmud Cevad Bey’in talepleri ses getirmiş olmalı ki yangın sonrasında yeniden imar edilen çarşıda, sahaflardan çok cüzi bir miktar talep edilerek dükkânlar kiraya verilmişti. Ancak ilerleyen günlerde bir dizi aksama baş gösterdi. Öncelikle mezat salonu ve kahvehane zamanla dükkâna dönüştürüldü. 1970’lerin sonlarında Bayezid meydanındaki işportacılardan bazılarına geçici olmak koşuluyla çarşı içinde yer gösterildi. Ancak bu satıcılar çarşı içinde inşa ettikleri barakalar kanalıyla buranın sürekli müdavimi haline geldiler. Doğal olarak bu kişiler yazma kitap bir yana çoğu zaman kitap dahi satmıyor, kırtasiye malzemeleri pazarlıyorlardı. Ne yazık ki zaman içinde çarşı, asli fonksiyonunu büyük ölçüde yitirdi. Bu çarşıdan yetişen çoğu sahaf, Kadıköy, Beyoğlu, Galatasaray gibi merkezlerin yolunu tuttu. Bir iki dükkânı saymazsak bugün değil yazma, ikinci elden nitelikli kitap satan dükkân bulmak dahi zor. Dükkânlar daha ziyade kırtasiye malzemesi, üniversite hazırlık kitapları ya da mevcut piyasa kitaplarını satıyorlar. Öyle görünüyor ki Sahaflar Çarşısı da zamana yenik düştü. Yine de çarşı varlığı ile dahi bir kültürün izlerini taşımaya devam ediyor. Bazı dükkânların tabelalarında efsane sahafların isimleri hala okunuyor. Çarşının içine sinen Muzaffer Özak, Nizamettin Aktuç, Raif Yelkenci (ki dükkânı çarşının Kapalıçarşı tarafındaki çıkış kapısının karşısındaydı), Ekrem Karadeniz gibi üstatların maneviyatı, yine de kitap müdavimlerini bir nebze olsun ferahlatıyor.

Kaynakça

- Cumhuriyet gazetesi, 4 Ekim 1952
- Hikmet Münir Ebcioğlu; “Sahaflar Çarşısı… İstanbul’un Kitap Borsası…”, Yıllarboyu Tarih, sayı: 1, Ocak 1982, s. 17-21
- Ü. Melda Ermiş; “Sahaflar Çarşısı”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, cilt: 35, İstanbul 2008, s. 510-511
- İsmail E. Erünsal; “Osmanlılarda Sahaflık ve Sahaflar: Yeni Bazı Bilgiler ve Belgeler”, Osmanlı Araştırmaları, cilt: 29, İstabul 2007, s. 99-135
- Antoine Galland; İstanbul’a Ait Günlük Hatıralar (1672-1673), (çev: Nahid Sırrı Örik, İstanbul 1987
- Arslan Kaynardağ; “Çeşitli Yönleriyle İstanbul Sahaflar Çarşısı”, Tarihte Doğu Batı Çatışması, Semavi Eyice’ye Saygı, İstanbul 2005, s. 603-609
- Tarık Özavcı; İstanbul Yangınları (1923-1965), İstanbul 1965
- Ömer Faruk Yılmaz; Tarih Boyunca Sahhâflık ve İstanbul Sahhâflar Çarşısı, İstanbul 2005