๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 18 Haziran 2012, 17:57:18



Konu Başlığı: Kurulu düzenin ahlakı
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 18 Haziran 2012, 17:57:18
KURULU DÜZENİN AHLÂKI
Rasim ÖZDENÖREN • 47. Sayı / KAPAKTAKİLER


İnsanın içinde yaşadığı her düzen kendi ahlâkını da yedeğinde taşır. Şöyle de söylemek mümkün: Her düzen, kendine hayatiyet bahşeden “ilke” veya “ilkeler”in kendi içinde barındırdığı zihniyete göre bir ahlâkî yapıyı da oluşturur. O düzenin parçası olarak yaşayan kişilerin o ahlâkî yapıyı benimsemeseler bile, bir başlarına değiştirmeleri zor veya imkânsızdır.

Monarşizmin, aristokrasinin, demokrasinin, sosyalizmin ve bunlarla bağlantılı olarak yaşanan iktisadî dizgelerden her birinin gerektirdiği ve kişiyi öyle yaşamaya ve davranmaya zorladığı bir ahlâkî yapı mevcuttur. Sosyalist dizgede yaşayıp monarşizmin gerektirdiği siyasal davranışı tutturamazsınız; demokratik dizgede yaşayıp anarşizmin isteri olan tutumu dayatamazsınız. Böyle dayatmalara giriştiğiniz anda, içinde yaşadığınız dizgenin, önünde sonunda sizi dışlamasına boyun eğmek zorunda bırakılabilirsiniz.

Şimdi, bütün dünyada yaygınlaşan demokrasinin de insanlardan talep ettiği bazı ahlâkî tutum ve davranış biçimleri mevcuttur: Rekabet, ona bağlı olarak bencillik, ona bağlı olarak bireycillik, ona bağlı olarak açgözlülük, ona bağlı olarak oportünizm (fırsatçılık), ona bağlı olarak ilkesizlik ve ona bağlı olarak kişinin kendini ahlâkî kayıtlardan azâde hissetmesi hâli... 

Kimilerinin sandığı gibi, demokrasi ahlâksızların, ikiyüzlülerin, alçakların, mürailerin, üçkâğıtçıların, dolandırıcıların, sözünde durmayanların, emniyeti suiistimal edenlerin, vurguncuların, soyguncuların, talancıların, beleşçilerin foyasını meydana çıkaran bir rejim değildir. Bilakis bu tür fırsatçılara hayat ortamı açan bir rejimdir. (Tabi akıllı insanlar, bizim bu cümlemize bakarak onun mefhumu muhalifinden bizim despotluğu talep ettiğimizi çıkartmaz!).

İmdi demokratik düzenin gerektirdiği ahlâkî ortam içinde insanın mandepsiye (tuzak) düşmemesi için uyanık olması gerekir. Sadece mandepsiye düşmemek yetmez, mümkünse ve elinden geliyorsa başkalarını mandepsiye bastırmanın ortamını hazırlamak da gerekir. Aksi takdirde kimse kimsenin gözünün yaşına bakmaz. İnsanlar, birbirinin iffetinden, tecrübesizliğinden, iyi niyetinden, saflığından (saffetinden) yararlanmanın yolunu arayıp bulur. Çünkü böyle davranmamak enayilik telakki edilir. Bundan da, enayi yerine konulmamak için başkasına enayi muamelesi yapma gerekliliği gibi bir çelişkili sonuç ortaya çıkar.

Bütün bunların üstesinden gelebilmek, yani fırsatçılık yapabilmek, yani başkasını enayi yerine koymak, yani başkasını mandepsiye bastırabilmek için acımasız olmak da gerekiyor; hem acımasız, hem muhteris!

Yazık ki, ihtiras, bizatihi kendi zaafını da bünyesinde taşıyan bir “hâldir”. İhtiras tamahkâr olmayı gerektirir. Tamahınsa gözü kördür: Küpün içindeki hindistancevizine tamah eden maymun onu oradan çıkarmak için elini küpe sokar ama yumruğunu açmayı akıl edemediği için de mandepsiye basmış olur.

Günümüzde bazı insanlar bu muhteris maymunun konumuna düşmüş bulunuyor ama kendi durumunun bilincine sahip değil…

Bazı siyaset erbabı elini hindistancevizi küpüne daldırmış, belki oradaki nevaleyi avuçlamış da bulunmakta, fakat elini küpten dışarıya çıkartmadıkça avucundaki nevaleden sebeplenmesi imkân dışı. Fakat umurunda mı? Çünkü o, ihtirasının ona oynadığı oyunun farkında olmadan çelişkisini sürdürmeyi deniyor. Avucunu açsa nevaleyi düşürecek, nevaleyi yemesi için avucunu açmaması lazım; avucunu açmadığı takdirde de avucunu küpten dışarı çıkartması imkân harici… Böylece o, bilmeden kendi ihtirasının tuzağı içine gömülmüş durmaktadır. Onu içine düşmüş bulunduğu tuzaktan kim çıkartacak dersiniz? Tam da, onu o tuzağa düşüren irade… Fakat artık bu noktada tuzaktan kurtulmak değildir söz konusu olan, esir edilmektir.

Şöyle bir noktaya gelebiliriz sanırım: Toplumsal/siyasal dizge ile o dizgenin üyesi olarak yaşayan birey arasında ahlâkî açıdan bağlılaşım var. Biri ötekinin besleyicisi konumunda bulunur.

Böylelikle İslâm ahlâkını yaşamak isteyen birey öyle bir ortamın içinde yaşama durumunda kalır ki, bu durum, kişiden o İslâmî hayat ortamının hazırlanması talebini getirir. Aynı biçimde, İslâmî ortam da, aynı kişiden Müslümanca ahlâkın gereklerini yerine getirmesi talebinde bulunur.

Sonuç: Küp kurulu düzen ise ve küpün içindeki hindistancevizi de onun ahlâkî telâkki tarzını ifade ediyorsa, oradan kurtulabilmek için elimizi o cevizden kurtarmamız gerekiyor. Cevizin iştahımızı köpürten çekiciliğinden vazgeçmemiz isteniyor. Özgürlük elbette bir bedel ister. Onun bedelini ödemeden özgürlük talebinde bulunmak ve onun gelmesini beklemek hülyadan başka bir kapıya yol açmaz.