๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 09 Haziran 2012, 18:03:36



Konu Başlığı: Kültür Sanat
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 09 Haziran 2012, 18:03:36
Kültür Sanat
Mostar Dergisi • 53. Sayı / KÜLTÜR SANAT


Pera Müzesi’nde iki yeni sergi

150 yıllık geçmişi ve zengin koleksiyonlarıyla dünyanın önde gelen sanat ve tasarım müzelerinden biri olan Victoria ve Albert Müzesi Seramik Koleksiyonu’ndan derlenen sergi, antik çağlardan günümüze dünya seramik sanatının en çarpıcı örneklerini sunarken, geleneklerine ve gelişimine de ışık tutuyor.

Çin heykellerinden, İtalyan Rönesans çömleklerine, İznik çinisinden, Sevr porselenlerine, modern seramiklere dünyanın her köşesinden 115 parça benzersiz yapıt, Kore, Almanya ve Suriye’den sonra İstanbul’da Pera Müzesi’nde 19 Temmuz’a kadar sanatseverlerle buluşuyor.

Pera Müzesi’ndeki diğer sergi ise “Osmanlı Donanmasının Seyir Defteri: Gemiler, Efsaneler, Denizciler”. Sergi birbiriyle bütünleşen üç farklı deniz mitolojisini iç içe geçiriyor. Osmanlı denizcilik tarihinin zihinlere kazınmış gemileri, katıldıkları savaşlar ve bu savaşlarda efsaneleşen kahramanlar, tarihsel boyutuyla uygarlık sahnesinde yerlerini alıyorlar. Kurgunun merkezinde geleneksel denizcilik anlayışından modern denizciliğe geçişin olağanüstü serüveni var. İktidar arzuları, yıkılan tahtlar ve insanın kendi kaderini denizle özdeşleştirmesi bu serüvenin ardındaki belki de en eski öykü. Günümüze miras kalmış 16. yüzyıl Osmanlı kadırgasından Yavuz zırhlısına uzanan bir tarihin köşe taşları, denizcilerin anılarıyla yeniden günışığına çıkıyor. Bu sergi de, 4 Ekim 2009’a kadar Pera Müzesi’nde görülebilir.

Gümüş Sakal ve Zarif Şair

Baharın bohçasını dürüp, yerini yaza terk ettiği Haziran ayı edebiyat camiamızın çok önemli iki isminin dünya hayatının sonuna geldiği ve ebedi hayatlarının başladığı bir ay. Bu edebiyatçılarımız Nusret Özcan ve Cahit Zarifoğlu.

İki yıl evvel 22 Haziran günü gözlerini kapayan Nusret Özcan “Kar Kelebekleri”, “Leyla ile Mecnun” gibi önemli romanlarıyla edebiyatımızda önemli yer edinmiş bir isim. Acısı hâlâ taze olan Nusret Özcan, Tarık Zafer Tunaya Kültür Mekezi’nde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği bir programla anıldı. Anma programına Özcan’ın ailesi ve arkadaşları Abdurrahman Şen, Hasan Kaçan, Ayhan Yılmaz, Mehmet Şeker ve Ali Murat Güven katıldı. Arkadaşları Nusret Özcan’ı bir arkadaş ve edebiyatçı olarak nasıl tanıdıklarını anlattılar. 

Haziran ayında kaybettiğimiz diğer edebiyatçımız Cahit Zarifoğlu. Yazdığı şiirlerle edebiyat camiasında çok önemli bir yer edinmiş olan Zarifoğlu 7 Haziran 1987 günü hayatını kaybetmişti. 47 yıllık ömrüne onlarca şiir ve kitap sığdıran ünlü şairin hatırası, başta İstanbul’da olmak üzere yurt genelinde düzenlenen birçok etkinlikle geniş katılımcı kitlesi tarafından yadedildi. Bunlardan en geniş katılımlısı olan “ Zarifoğlu’nu neden sevdik” programı Yazarlar Birliği Kızlarağası Medresesi’nde düzenlendi. Programa katılan genç yazar ve şairler Zarifoğlu’nu niçin sevdiklerini, onun hangi yönünü örnek aldıklarını anlattılar. Ayrıca, 100 temel eser arasında kitapları yer alan Zarifoğlu için birçok okulda da anma programları düzenlendi. –Salih Özdemir

Karatani: ‘Kapitalizmin vadesi doluyor’

Japon felsefeci, edebiyat profesörü ve aktivist Kojin Karatani “Sermaye-Ulus-Devletin Ötesinde: Bastırılanın Geri Dönüşü” adlı konferansıyla Bilgi Üniversitesi’ndeydi. Disiplinerarası yaklaşımıyla matematikten iktisada, felsefeden dilbilimine kadar çeşitli akademik alanları biraraya getiren Karatani, Transkritik (Metis, 2008) adlı çalışmasında genel çerçevesini çizdiği Kantçı Marksisizm bağlamında dünya tarihine yeni bir yorum getiren konuşmasında son
krize de değindi.

Ulus-devlet veya sadece sermaye gibi kavramsallaştırmaların yetersiz olduğunu bildiren Karatani, “ulus-devlet-sermaye”nin birlikte anılması, mücadelenin de bu üçünü aynı anda göz önünde tutması gerektiğini ileri sürüyor. İlerlemeci bir Marksist anlayışı eleştiren felsefeci, tarihi üretim biçimlerinden ziyade mübadele tarzları ekseninde okuyarak üretim biçimlerine denk gelen mübadele biçimlerinin yok olmadığına, aynı zamanda birarada mevcut olduklarına işaret ediyor. Kapitalizmin feodal düzeni yıkmadığını, birçok yerde feodal mübadele düzenini devam ettirdiğini söyleyen Karatani bunun kapitalizme tezat oluşturmadığını bilakis kapitalizmin var olması için mübadele tarzlarının bu tür iç içe geçişlerinin hayati olduğunu öne sürüyor.

Kantçı bir evrensellik anlayışıyla postyapısalcı “öteki” kavramına da atıf yapan Karatani Hegelciliği temel alan “ilerleme” fetişizmine ve Avrupamerkezci sola da eleştiri getiriyor.

Konuşmasından sonra soru cevap kısmında Karatani’nin polemikçi yönü de görülmüş oldu. Son mali krizin kapitalizmi yıkıma götüreceğini ileri süren Karatani hiçbir öngörüde bulunmadığını, söylediklerinin aynen gerçekleşeceğini iddia etti. Kapitalizmin 30-40 yıllık bir ömrünün kaldığını ifade eden felsefeci sol temelli bir mücadele gerçekleşmezse sermayenin geçici de olsa yeniden toparlanabileceğini söyledi. Sermayeci düzene karşı “evrensel din” diye tabir ettiği yeni bir mübadele ve ahlâk biçimini ileri sürse de bu konuda yeterli bir açıklama getiremedi. Dahası sermayeye karşı solun mücadele etmesi gerektiğini, sol ayağa kalkmazsa “köktendinci” akımların gelişeceğini ifade ederek “küçük burjuva” argümanlar ileri sürmekten de geri kalmadı.

Slavoj Zizek’in Paralaks (Encore, 2008) adlı kitabında atıf yaparak okuryazar kesiminde tanınmasını sağladığı Karatani’nin konferansı kapitalizme yönelik yeni bir çözümleme sunmasıyla verimli geçti. Ancak gelen dinleyicilerin çoğunun Karatani’yi okumadığı sorulardan belli oluyordu.

Özel bir  üniversitede yaptığı konuşmasında akademisyenliğin önemsiz bir iş olduğunu ve kapitalizmin yıkılacağını söylemek ise baştan başa ironiden ibaretti. -Celil Civan

16. Altın Koza Film Festivali: Festival’e Ceylan imzası

Bu sene on altıncısı düzenlenen Altın Koza Film Festivali’nde ödüller sahiplerini buldu. Ödül dağılımına baktığımızda garip bir tablo vardı ortada. Tıpkı Antalya Film Festivali’nde olduğu gibi Türk sinemasının son dönem iddialı yapımlarının yarıştığı yarışmada ilginç bir şekilde ödül almayan film yoktu. Belki de festivalin asıl garipliği katılan her filme ödül verilmesinden daha çok ödül töreninde yaşananlardı. Cannes Film Festivali’ndeki jüri tecrübesinden sonra Adana’da da jüri başkanlığı yapan Nuri Bilge Ceylan bir jüri olarak festivale asıl damgasını vuran isimdi. Jürinin hangi filmlere neden ödül verdiğine dair yaptığı konuşmalarla ödül töreni kavramına yepyeni bir yorum getirdi Ceylan. Jüriyi temsilen bu açıklamaları yapmak yerine de kullandığı üslupla jürinin kendisinden ibaret olduğuna dair bir hava oluşturdu. Türkiye’de işler biraz da bu şekilde yürüyor olabilir. Özellikle çeşitli sanat disiplinlerinde kıyıda köşede kalmışlığı (tabii kime göre kıyıda köşede kalmış?) sürekli suratına çarpılan ve adından söz ettirebilmek için merkeze oynayan bizim gibi ülkelerde gerekli mercilerden onayı çoktan almış Ceylan gibi sanatçıların bize sürekli yaşattığı bir tecrübe bu aslında. Taşrada olma hissiyatıdır belki de bunun sebebi. Tabii bunu salt Ceylan’ın Altın Koza’da yaptığı konuşmalar değil, çektiği filmler üzerinden söylüyoruz. Belki Celil Civan’ın şu sözlerini alıntılarsak meramımızı dile getirebiliriz: Nuri bilge Ceylan “kendi memleketinde Çehov’u dillendiren, Uzak’ta kar altında bir İstanbul’u çekerek, kozmopolit bir şehri bile nötr hale getiren, evrenselleştiren bir yönetmen.” Bu sinemasal tavrın ödül törenlerindeki yansıması da böyle oluyor demek ki.

Şunu da ekleyelim: Uğur Vardan Radikal’deki festivali değerlendirdiği yazısında jürinin seçimlerinin ve Nuri Bilge Ceylan’ın açıklamalarının sanki Antalya Film Festivali’ndeki jüri seçimlerine bir misilleme olduğunu belirtiyordu. Vardan’a katılmamak elde değil. –Enes Özel