๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 27 Mayıs 2012, 12:00:20



Konu Başlığı: Kıskanmak
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 27 Mayıs 2012, 12:00:20
Kıskanmak: Kırılma
Ahmet TERZİOĞLU • 58. Sayı / SİNEMA


TDK'nın sözlüğüne göre kırılma sözcüğünün üçüncü manası fizik bilimine ayrılmış bir terim: “Saydam bir ortamdan başka bir saydam (örneğin havadan cama) geçen bir ışının doğrultusunun değişmesi.” TDK böyle tanımlıyor kırılmayı. En azından fiziksel olanını böyle tanımlıyor.

Zeki Demirkubuz'un reddettiği evladı C Blok'tan (1994) bu yana anlatageldiği karanlık hikâyelerin ulaştığı son nokta olan Kıskanmak da, Zeki Demirkubuz sineması için bir kırılmanın ilk emaresi, gidilmekte olan doğrultudan ilk sapma olarak okunabilir.

Optiğe özel bu terim, Zeki Demirkubuz sinemasının bir ortamdan başka bir ortama geçtiğinin ve bu geçişin beraberinde yaklaşık 15 yıldır gidilmekte olan doğrultuda mecburi bir sapmayı getireceğinin altını çizip, bundan sonra olacakları daha iyi anlamlandırabilmemiz için ihtiyaç duyduğumuz şerhi, Kıskanmak'ın kenarına iliştirmemizi sağlıyor.

Fiziksel kırılma
Zeki Demirkubuz, Kıskanmak ile olanaksızlığın dayattığı mecburi, ama izleyenler tarafından içselleştirildiği için artık bir alametifarika olarak rahatlıkla görülebilen estetiğin hudutlarından çıkıp, olanakların vaat ettiği estetiğin alanına geçti. Yani bir estetik tutumun hüküm sürdüğü ortamdan bir diğerine geçti. Bugün bir kırılmadan söz edebiliyorsak eğer, ilk gerekçemiz bu.

Daha önceki filmlerinde olanaksızlıklar içerisinde kendisine bir anlatı evreni kurmaya mecbur kalan Zeki Demirkubuz, şimdi eskiye göre daha fazla imkâna sahip ve Kıskanmak özelinde inşa ettiği anlatı evreni, filmografisindeki diğer filmlere nazaran çok daha stilize. Daha önceki filmlerinde malum olanaksızlıklar nedeniyle filmlerinin “aksayan yanlardan” (özellikle işitsel ve görsel yetersizlikleri gözünüzün önüne getirin) bir üslup ve stil belirlemeye mecbur kalırken, Kıskanmak, Zeki Demirkubuz filmografisinin oluşturduğu yekpare film gövdesine ait eski üslup ve stil üzerinden bir kez geçip, imkânsızlığın yol açtığı gedikleri kapama yolunda atılmış bir ilk adım gibi duruyor.

Kıskanmak'da daha estetize bir evren ile karşı karşıyayız. 1930'ların haletiruhiyesini bize aktarmak uğruna yoğun bir çaba harcanmış olduğunu filmin ilk sahnesinden itibaren hissedebiliyoruz. Görselliği kılı kırk yararak oluşturulmuş; kostümleri itinayla belirlenmiş; mizansen üzerine daha önceki örneklere kıyasla daha fazla düşünülmüş... Bir dönem filmi olarak Kıskanmak'da oyuncuların yaptıkları telaffuz hataları ya da uzun cümlelerden oluşan repliklerini bir solukta sahne aldığı müsameredeki görevini sonlandırmak isteyen bir öğrenci gibi hızla tüketmeye çalışmaları gibi, Kıskanmak gibi iddialı bir film için kolaylıkla eksiklik olarak tanımlayabileceğimiz şeyler pek tabii ki var. Ancak film, içinde bulunduğumuz piyasanın koşulları göz önünde bulundurulacak olursa, yerine getirilmesi gereken estetik şartların olabildiğince fazlasını, hem de Zeki Demirkubuz'un daha önceki filmlerinde görülmemiş bir ataklıkla yerine getirmiş. (Ancak yeri gelmişken biraz soluklanmamız gerekebilir, çünkü yanılıyor da olabiliriz: Kıskanmak'ı kıyaslayabileceğimiz bir başka başarılı dönem filmi örneğine neredeyse sahip olmadığımız için Zeki Demirkubuz'un Kasım ayında Altyazı ile yaptığı söyleşide Pasolini'den alıntıladığı gibi bir durum da söz konusu olabilir: “Çölde her şey mucize etkisi yapar”.) Bu kırılmanın tam anlamıyla fiziksel yönü – kuşkusuz bunun düşünsel yönle de ilintilenen bir boyutu var.

Düşünsel kırılma
Kıskanmak'ın Zeki Demirkubuz sinemasında meydana getirdiği düşünsel kırılma ise sessiz sedasız kurgu odasında gerçekleşiyor. Demirkubuz bize yine insan davranışlarının doğasındaki nedensizlik üzerine odaklanan bir hikaye anlatırken, birkaç dakikalık görüntü toplamında. Kıskanmak'da reji eskisi gibi sadece görselleştirmekte olduğu metnin temel sorunlarıyla meşgul değil de, hikâye anlatmanın hazzı üzerine de tefekküre dalmış olmanın getirisi olan hamleler yapma arzusuyla filmi kurgulamış gibi. Özellikle de bir romanı –ya da genel anlamda söylemek gerekirse, bir metni– görselleştirmenin en büyük zorluklarından biri kalemi elinde tutan yazarın “metin zamanı”na metni görselleştiren yönetmenin ayak uydurabilmesidir. Metinlerin anlatı ekonomileri sinemanınkinden farklıdır; metinler anlatıcılarına daha fazla soluk alma imkânı tanırlar, sinema ise –genellikle– izleyicisine soluk alma imkânı tanımaktan yana tercihini yapar.

Zeki Demirkubuz Kıskanmak'da, hem izleyiciye hem de kendisine soluk aldırmanın yolunu bulduğu birkaç sahneye yer vermiş. Bu sahneler, hikâye anlatmaktan artık haz almak isteyen bir yönetmen ile bir hikâyeyi izlerken kendisine soluk alacak mecra bırakan bir anlatıcının özlemi arasındaki dengeyi gösteriyor. Ayrıca anlatı sinemasıyla (narrative cinema) anlatı dışı sinema (non-narrative cinema) arasında film boyunca kurulan geçici ortaklık, Demirkubuz'un bundan sonra ilerlemek istediği mecra hakkında fikir veriyor. Seniha'nın, abisi hapse girdikten sonra aradan geçen yıllarda öğretmenlik yapmaya başlamasının anlatıldığı sahne, bu sahnelerin ilk örneği. İkinci ve üçüncü örnekler olarak ise, Mükerrem'in Nusret ile kaçamağı ile Halit'in Nüsret'i öldürdüğü anlar. Bu anlara flashback'e klişe bir biçimde başvurmak yerine geriye dönüşe travmatik anların yoğunluğuna göz kırpan biçimde, özellikle de Demirkubuz sinemasının çizgisel işleyişine pek de uymayacak şekilde başarılı birer anlatı manevrası olarak başvurulmuş olması gösterilebilir.

Zaten Demirkubuz'un zihnini meşgul eden sorunlardan birinin de anlatı sineması ile anlatı dışı sinema arasında uzun süreli bir anlaşma sağlayarak yeni bir sinema dili oluşturmak olduğunu, yapmış olduğu son söyleşilerden birinde* görebiliyoruz:

“Biçim olarak Kıskanmak'ta gördüğümüz sizin sinemanız için 'yeni' diyebileceğimiz şeyler bundan sonra da devam edecek mi?

Evet, olacak. Hatta benim için 'iyi' ama birçok insan için 'kötü' gelebilecek bir şeyi de söyleyeyim. Ben iyi Hollywood filmlerine kadar götüreceğim bu işi. Biçim olarak sinema benim için iyi yapılmış Hollywood filmleridir. Yani muhteşem oyunculuklardır, Al Pacino'lardır, Jack Nicholson'lardır, Natalie Portman'lardır. Estet numaralarına girmeyen, insanları numaralarla kandırmayan sağlam çerçevelerdir. Hak ettiği kadar süre taşıyan kurgulardır. Dolayısıyla bu gidişatı gücümün yettiği oranda bunun bedelleri karşısında iyi konumlanarak götürebildiğim yer kadar, John Ford filmlerine, Cohen Kardeşler'in filmlerine kadar bunu götürme niyetim var. Burada yapacağım tek şey, bu özü, benim meselelerimi, dertlerimi, korkularımı böyle bir biçimle anlatarak sinemaya daha büyük bir hizmette bulunmak.”

Ve sert biçimde ekliyor sıradaki sorunun yanıtına Demirkubuz:


“[...] beceri yoksunluğu yüzünden konular, kültürel, etnik, sosyolojik, politik numaralar bu kadar öne çıkıyor. Basit, hiç kimsenin karşı çıkamayacağı hikâyeler bu kadar öne çıkıyor. Neden? Çünkü buradaki beceriksizliğin üstü ancak bu şekilde kapatılmaya çalışılıyor. Ve seyircinin de kafası buna alıştırıldı. Bir filmi izledikten sonra herkes içeriği konuşuyor. Oradaki meseleyi herkes aynı politik dille, gündelik hayattaki kötü cümlelerle, yaklaşımlarla konuşuyor. 'Bu büyük cümlenin hakkı filmde nasıl verildi, nasıl oynandı?' diye hiçbir şey yok. […] Adamın hiçbir numarası yok, bulmuş bir çerçeve, çekiyor da çekiyor. Hiçbir şey anlatmıyor, hiçbir beceri yok. O yüzden John Ford'lar, Bergman'lar, Antonioni'ler bugün film çekse kimse yüzüne bakmaz. Sebebi de bu. Ben bunu yapabilir miyim, gücüm yeter mi bilmiyorum ama günün birinde Hollywood'un bu inandırıcılığının içine kendi meselelerimi koyarak yaptığım sinemayı böyle bir yere götürmek istiyorum.”

Kıskanmak'ı tek başına bir film olarak ele aldığımız takdirde karşımızda çok da kuvvetli bir ürün olduğunu söylemek güç. Ancak film, anlatı sinemasıyla anlatı dışı sinema arasında bir anlaşma sağlayarak kendi dertlerini hikâye etmek isteyen bir yönetmenin kafasına gerçekleştirmeyi koyduğu değişim yolunda atılan bir ilk adım olarak çok manidar. Bir ortamdan bir başka ortama giren ve bu nedenle de kırılan bir anlatı evreninin, fiziksel ve düşünsel değişiminin ilk neticesi Kıskanmak. Kendi sinemalarının parodisini yapmanın ötesine gidemeyen onlarca yönetmeni göz önünde bulundurduğumuz takdirde, Zeki Demirkubuz'un cesareti hem takdir edilesi, hem de desteklenesi türde. Kıskanmak'ı bir tür vaat olarak ele almakta hiçbir sakınca yok. Ama C Blok gibi bir gün yönetmeni tarafından reddedilebileceği ihtimalini de unutmamakta fayda var.

* http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=912989