๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 25 Mayıs 2012, 14:49:15



Konu Başlığı: İttihat ve Terakkinin günümüze izdüşümü
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 25 Mayıs 2012, 14:49:15
İTTİHAT VE TERAKKİ’NİN GÜNÜMÜZE İZDÜŞÜMÜ
Rasim ÖZDENÖREN • 43. Sayı / KAPAKTAKİLER


İTTİHAT VE TERAKKİ’NİN GÜNÜMÜZE İZDÜŞÜMÜ

Türkiye Cumhuriyeti, inkâr etmesine rağmen, Osmanlı’dan (daha açıkçası İttihat ve Terakki’den) müdevver bir idarî-siyasî zihniyete sahiptir. Bu zihniyet, siyasî otoritenin devamını sağlamak için orduyu memnun etme anlayışına dayanır. Osmanlı Devleti’nde mahiyeti icabı demokratik kaygılar yoktu. Olması da gerekmiyordu. Çünkü İslâm, demokrasiden daha fazlasını haizdi. Osmanlı idarî düzeninde adalet ilkesi geçerliydi.

İmdi, Osmanlı’nın varisi olarak Türkiye Cumhuriyeti de kuruluş aşamasında demokratik kaygılardan uzak durmuş, fakat Osmanlı’nın en azından klasik dönemindeki idarî yapısını da ipka edemediğinden, nevi şahsına münhasır bir bünye oluşturmuştur. Bu idarî-siyasî bünye fazlaca yadırganmadan 1980’li yıllara (Özal’ın ANAP hükümetleri dönemine) kadar gelmiştir. Yadırganmadan diyoruz, çünkü kör-topal uygulanmakta olan demokrasinin zaman zaman askerî darbelerle kesintiye uğratılmasına, demokrasi havarisi geçinenler bile alkış tutabilmiştir. 1960, ’71, ’80, ‘97 (28 ?ubat), ’07 (27 Nisan e-muhtıra) askerî darbeleri bu ülkenin basınında olsun, sivil toplum örgütleri diyebileceğimiz kesiminde olsun anti-demokratik kalkışma sayılıp müstahak olduğu tepkiyi görmemiştir.

Hâlen, askerî darbeyi gerekli sayanlara rastlanabilmektedir. Durum, bir açıdan, toplum olarak bizim demokratik idare ve düşünme biçimine yabancı olmamızla izah edilebilir. Fakat burada gerekli tepkinin verilmeyişi daha çok İttihat ve Terakki’den tevarüs edilmiş olan darbeci, tepeden inmeci zihniyetin yöneticilerin ve bir takım toplum kesimlerinin kafasına onmaz bir hastalık hâlinde yerleşmiş bulunmasıyla ilgilidir.

Bu ülkenin siyasal ve idarî yapısının demokratik idare ve düşünme biçimine yabancı oluşu bizim temel iddialarımızdan biridir. Ancak demokratik yönetim biçimine yabancı olmak asla adalet ve hukukun üstünlüğü ilkesine de yabancı olmak anlamını taşımaz. Bilakis, Osmanlı ve daha genelde İslam siyasal yapısının demokrasi dışında bir dizgeyi benimsemiş olması gerçeği bir yanda dururken, öbür yanda aynı dizgenin adalet ve hukukun üstünlüğü ilkesine sadık kaldığı söylenebilir. Demem o ki, demokrasi de her zaman adalet ve hukukun üstünlüğü ilkesiyle örtüşmeyebilir. Ancak demokrasinin mahiyetinin ortaya konulması şimdi üzerinde durduğumuz konunun dışına düşüyor. (Demokrasi üzerine mülâhazalarımız için, bkz. Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti, İz Y.).

Demokratik düşünme biçimine yabancı oluş, demokratik oluşumları zorlaştırır. Temelde bir geleneksel süreç konusudur. Hiçbir dizge bazılarının keyfi öyle istedi diye tepeden inmeci yöntemle bir topluma monte edilemez. Edildiğinin sanıldığı her defasında kritik anlarda arızalar kendini göstermekte gecikmez.           

Türkiye Cumhuriyeti’nin şimdiki teşkilât yapısının başka bakımlardan olduğu gibi, rejim üzerinde askere zımnî bir vesayet yetkisi verilmiş olmasının kökeninde keza İttihat ve Terakki’den tevarüs edilmiş teamüllerin ve alışkanlıkların izini sürmek mümkündür. Bu ülkede sayısı binlerle ifade edilen faili meçhul cinayetlerle İttihat ve Terakki’nin komitacılarının cinayetleri arasında bağlılaşım vardır. Cumhuriyet sonrası darbelerin her birinde 31 Mart Vak’ası’na tekabül eden olayların tekrarını ve izdüşümünü görmek mümkündür. 31 Mart Vak’ası’nda “?eriat isterük!” diye ortalığa salınan ne idüğü belirsiz kalabalıklar nasıl ki, II. Abdülhamid Han’ın hâl edilmesinde gerekçe olarak kullanılmışsa, Cumhuriyet dönemindeki hükümet darbelerinin arifesinde de benzer “gerici oluşumlar” icat edilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin şimdiki siyasal yapısında sivil toplum örgütleri demokratik biçimde iş görmekten uzak bulunuyor. 28 ?ubat sürecinde kimi sendikaların, kimi meslek kuruluşlarının, dahası yargı mercilerinin askerî vesayete alkış tutması aynı talihsiz geleneğin günümüzdeki izdüşümü olarak değerlendirilebilir. Durum, kimilerinin telkin etmeye çalıştığı gibi salt iyi niyete dayanarak açıklanmaya elverişli değildir. Vesayete alkış tutanlar, bazı kesimlerce yurt ve ulus sevgisiyle meşbu kişiler olarak öngörülüyor. Onların iyi niyetli kişiler olarak yurt ve ulus sevgisiyle meşbu bulunması siyasal tutumlarının diktacı, askerî vesayete eğilimli olmasını engellemiyor. 

Sivil toplum örgütleri, tanımları icabı, siyasal iktidara karşı olan muhalefetlerini demokrasiden yana çıkarak göstermesi gerekirken, bu ülkede nasıl oluyor da askerî vesayetten, darbeden ve son tahlilde diktadan yana tavır koyarak gösteriyor? Bunun bir nedeni, devletin kendi ideolojisini, sivil toplum örgütlerine de hedef olarak dayatmasıyla açıklanabilir. Öte yandan etnik kökenlerin kimlikleri tanınmamaktadır. Bu gerekçeler, bu ülkedeki bazı sivil toplum örgütlerinin kimliğinin açıklanmasını engellemiş olabilir. Aynı gerekçeler, insanlar istese bile, kurulu düzenin demokratik bir bünye ihraz etmesinde engel olarak görülebilir. Bütün bunlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin taşıdığı zorunlu, yapısal çelişkilerdir. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı mirasını reddediyorum derken, aslında, onun İslamî yapısını reddetmek istiyordu. Nitekim kendi teşkilatlanmasını da, dine karşı gerçekleştirmiştir. Buna rağmen, Türkiye Cumhuriyeti son tahlilde genelde Osmanlı’nın, özelde İttihat ve Terakki’nin varisidir. Bosna-Hersek’e olsun, Irak’a olsun, Kafkas Ülkesi’ne olsun, kayıtsız kalamaması Osmanlı’ya verasetin işaretidir ve bir anlamda kaderin bir ironisidir.

Demokrasiyi zorlamalara rağmen kuramamasının sebebini de, onun kaynaklandığı köklerde aramalıyız. Yani, onun İttihat ve Terakki’nin varisi oluşunda... Elma tohumundan buğday üretmek gibi bir şey. Asker, adı üstünde, bir sivil toplum örgütü değildir. Yani, demokratik mekanizmada kararların alınmasında ona verilmiş bir rol yoktur. Onun rolü, sivil otoritenin düşmana karşı vermiş olduğu savaş kararını uygulamaktan ibarettir. Asker, düşmana karşı hazırlandığından, ancak ona karşı kullanılabilir. Hedefi şaşırtılırsa, sivili de düşman olarak görme tehlikesi ortaya çıkar. Elinde çekiç tutan birinin, her şeyi çivi sanması gibi.

Osmanlı, siyasal yapısında bu çelişkiyi taşımıyordu. Ama hedefini şaşırdığı her zaman, yeniçeri de kazan kaldırmaktan uzak durmamıştır.

Son söz: Demokrasi talebinin yerini bulması hâlen toplumun muhtelif kesimlerinde etkisini sürdürmekte olan İttihatçı zihniyetinden baki kalan artıkların arındırılmasıyla bağlantılıdır.