๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 14 Haziran 2012, 18:07:17



Konu Başlığı: İsrail i ancak Türkiye durdurabilir
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 14 Haziran 2012, 18:07:17
İSRAİL’İ ANCAK TÜRKİYE DURDURABİLİR
Mustafa ŞENTOP • 48. Sayı / KAPAKTAKİLER


Dünya, çaresizlik içinde, naklen yayımlanan İsrail Devleti’nin katliamını izlemektedir. İsrail, kurulduğu coğrafyada başından itibaren açık veya örtülü bir şekilde tam anlamıyla terör faaliyeti sürdürmektedir. Konuşan veya yazan, pek nadir Mossad ajanlarının anlatımlarında, devlet kararıyla işlenen cinayetler, kurumsal teröristlik bütün vahametiyle ortaya konulmaktadır. Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilişiyle birlikte, hâkim olduğu bütün coğrafyada gözlenen sahipsizlik tablosu, Ortadoğu için çok daha acı bir şekilde ortaya çıktı. Batılı devletlerin hesaplaşma alanı olarak görülen bu topraklar, yüzyıldır huzur yüzü görmedi.

Ortadoğu’da cereyan eden bütün bu hadiseleri “komploya inanmayan”, çocukça bir yaklaşımla sadece ekonomik ve aktüel meselelere indirgeyen zihniyetler, onyıllardır Türkiye’yi adım adım bir çaresizliğin, nihai anlamda da büyük bir tehlikenin içine atmışlardır. Son operasyonla artık sadece “komplo”cular değil, dünyada pek çok aklı başında adam, Avrupa ve ABD gazeteleri, köşe yazarları, Ortadoğu’daki savaşın bir ekonomi savaşı olmadığını, ideolojik, siyasî ve dinî bir savaş olduğunu, hakikatte Büyük İsrail Projesi’nin gerçekleştirilmesi için yapılan hazırlıklar olduğunu dile getirmektedirler. Her şeyden önce, İsrail’in, bu bölgede kuruluşu ideolojiktir; dinî ideallere, Siyonizme dayanmaktadır. İsrail’in kuruluşu öncesinde, kuruluşunda ve günümüze kadar sürdürmüş olduğu politikaları anlayabilmek için, Siyonizmin tarihçesini ve ideallerini bilmek gerekir.

Türkiye, uzun zamandır sırtını döndüğü coğrafyanın güvenliğinin bizatihî kendi güvenliği olduğunu “cahil”ce politikalar sayesinde unutmuştu. 1925 yılında, Fransız işgali altındaki Suriye’de bağımsızlık mücadelesi yürüten bir zatın askerî yardım talep eden mektubuna, Mustafa Kemal imzasıyla gönderilen cevapta, bizzat asker göndererek yardımın mümkün olmadığı, ama bağımsızlık mücadelesinin desteklendiği belirtilmekte, ileride birlikte bir devlet, “konfederasyon” kurarak yaşama idealine açıkça atıf yapılmaktadır. Türkiye, 27 Mayıs’a kadar, en “zayıf” zamanlarında bile, Batı karşısında aşağılık kompleksi taşıyan yöneticilere malik olmamıştır.

Bugün, artık yüksek sesle dile getirilmesi gereken, uluslararası hukukun geçersizliğidir; İsrail’i bağlamayan hukuk kurallarının başka devletleri de bağlayamayacağı bir hakikattir. Bugün, Birleşmiş Milletler teşkilatı başta olmak üzere, oluşturulan uluslararası kuruluşların ve uluslararası hukukun ikiyüzlülüğünü açık bir şekilde ve yüksek sesle ortaya koyma zamanıdır. Daha önce alınmış muhtelif Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına uymayan, hâlen de alınacak yeni bir ateşkes kararına uymayacağını peşinen açıklayan İsrail’e hiçbir müeyyide uygulanmazken, Irak, aynı kuruluşun kararlarına uymadığı için işgale uğramıştır. Güvenlik Konseyi kararlarını İsrail için veto eden ABD, İsrail’in kendini savunma hakkından bahisle sınır ötesi harekâtın meşrûluğunu ileri sürerken, Türkiye’nin terörist takibi amacıyla yapacağı sınır ötesi harekâta uzun süre karşı çıkmıştır. Bu kadar açık ikiyüzlü tutumlar karşısında, dünya kamuoyunu gafletten uyandırma amacıyla, Türkiye’nin atacağı adımlar olmalıdır.

Şunu bilmek gerekir ki, Birleşmiş Milletler Teşkilatı’ndaki problem, ABD’nin kararları veto etmesi değildir; asıl problem ABD ve diğer dört ülkeye veto yetkisi tanıyan sistemdedir. Dünyadaki bütün devletleri çatısı altında toplayan bir teşkilatta, birinci sınıf devletler-ikinci sınıf devletler ayrımının bulunması, daha kuruluşundan itibaren bu teşkilatın adaletsizlik üzerine oturtulduğunu göstermektedir. Batılı hukuk anlayışı çifte standartlıdır; ancak bu çifte standart bir uygulama sorunu değildir. Çifte standart modern Batı’nın tek standartıdır. İki dünya savaşıyla insanlığa vaad edeceği hiçbir şey olmadığını gösteren Batı karşısında, adaletli bir yapı çağrısını dile getirecek yegâne ülke Türkiye’dir. Birleşmiş Milletler teşkilatının yapısının adalet ve eşitlik temelleri üzerine oturtulması için bir uluslararası mücadele başlatılmalıdır. Bugün yaşanan hadiseler böyle bir kampanyayı hem haklı hem de güçlü kılacak niteliktedir. Türkiye, bir strateji dâhilinde, Birleşmiş Milletler teşkilatını kuran sözleşmenin değiştirilmesi, imtiyazın ve imtiyazlıların olmadığı bir teşkilat için acilen, bir kampanya başlatmalı, tesir gücünü kullanarak bu kampanyaya katılacak ülke sayısını arttırmalıdır. Böyle bir talebe karşı çıkılması hâlinde, Birleşmiş Milletler’deki faaliyetlerini sınırlama ve teşkilatla ilişkileri dondurma dâhil her türlü “yaptırım” seçeneğini ortaya koymalıdır. Her şeyden önce, Türkiye dâhil, yüzün üzerindeki devleti “ikinci sınıf devlet” olarak kabul eden böyle bir anlaşmaya karşı çıkmak, devletin haysiyetini savunmak demektir; çok geç kalınmış bir görevdir. Uluslararası anlaşmaların ve kuruluşların güçleri itibarîdir; kabul ettiğiniz, saygı duyduğunuz, uyduğunuz sürece mevcuttur. İtiraz edildiğinde, karşı çıkıldığında her türlü uluslararası anlaşma, uluslararası hukuk bütün sihrini, gücünü, etkisini kaybeder.

I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti), II. Dünya Savaşı’nı önlemede başarısız olunca, daha etkin bir kuruluş olarak Birleşmiş Milletler kurulmuştur. Bugün görüyoruz ki, Birleşmiş Milletler, ABD ve İsrail’in güdümünde, dünya barışına hizmet etmekten uzak, her şeyden önce eşitsizlik ve adaletsizlik üzerine temellendirilmiş bir kuruluş hâlindedir. Aynı Cemiyet-i Akvam’da olduğu gibi, Birleşmiş Milletler de kuruluş maksadını gerçekleştiremediği için yeniden inşâ edilebilmelidir. Bu maksatla Türkiye’nin ilk adımları atması tarihî bir sorumluluktur.

Hükümetin aktif tutumu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin usulüne uygun desteği olmadan sonuç vermez. Ülke içinde ortaya çıkan hemen hemen her olayla ilgili beyanatta bulunan askerî yetkililerin İsrail konusunda da sessiz kalmaması gerekir. Bölgenin tarihini, siyonizmin nihaî hedeflerini doğru okuduğumuz zaman açıkça görülecektir ki, vaktiyle dizginlenemeyen bir İsrail’in Türk ordusuyla karşılaşması kaçınılmaz olacaktır. Orduların savaş dışında da etkin rolleri olabilir.

Reel politika söylemi, korkaklıklar üzerine kurulu bir politikanın mazereti olmamalıdır. Uluslararası alanda da, sabit siyasî güçler yoktur; siyasî güç itibarîdir. Kullanırsanız artar, terk ederseniz karşı tarafa güç olarak naklolunur.