๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 23 Mayıs 2012, 13:13:56



Konu Başlığı: Irkçılık Batı sömürgeciliğinin ürünüdür
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 23 Mayıs 2012, 13:13:56
IRKÇILIK BATI SÖMÜRGECİLİĞİNİN ÜRÜNÜDÜR
Rasim ÖZDENÖREN • 45. Sayı / KAPAKTAKİLER


Bir insan ve bir yazar olarak katı ve kesin hükümlerle bir meseleye yaklaşmaktan elimden geldiğince kaçınmaya çalıştığımı söyleyebilirim. Buna rağmen bu yazının başlığı için kullandığım cümlede ortaya çıkan anlamın kesinliğini yumuşatabilecek bir başka ifade şekli bulmayı ve bu kesin cümleyi onunla değiştirmeyi düşünmüyorum. Çünkü Batı Medeniyeti’nin ırkçı olduğuna dair bir genellemenin doğru, kesin ve değiştirtmesi elimizde olmayan bir vakıâ olduğunu kabul ediyorum. Aslında bu yazıya İngiliz tarihçisi Arnold Toynbee’nin şu cümleleriyle başlamak belki de daha çarpıcı olabilirdi. Adı geçen tarihçi 1948 yılında yayınlanan bir kitabında şunları söylüyordu:

“... Diğer bazı konularda İngilizce konuşan insanların başarıları üzerinde düşünmek gerekirse de, ırkçılık konusunda tam anlamıyla felâket habercileri oldukları zor inkâr edilir. Yeni Dünya’da yerleşen İngilizce konuşan uluslar, oradakilerle kaynaşamadılar. Orada bulunan ilkel kabileleri hemen hemen temizlediler. /... İngilizce konuşan insanların başarısı, insanlığı bir ırk sorunuyla karşı karşıya bıraktı. /... Irkçılık taraftarları ufukta görünmeye başladığında ve eğer bunların ‘ırk sorunu’na karşı tavırları etkili de olursa, bu, genel bir felâketin habercisi olabilir. /... Kabul edildiği takdirde İslamî ruh, bu hastalıkları (ırkçılık ve alkol), yüce bir ahlâk ve toplumsal değerle yok edecek kadar kuvvetlidir. /... İslam ruhunun barışı seven, toleranslı ve ırkçılığa karşı olan kişilerin yararına bir takviye olabileceği akla uygun geliyor”. (Medeniyet Yargılanıyor, Yeryüzü Yayınları sayfa 195-196, İst. 1980)

Amerikalı kara derili Müslüman Malcolm X’in (Malik el-Şahbaz) Toynbee’nin bu yazısını okuduğunu sanmam. O, kendi hayat tecrübesini konuşturuyor. 1964 yılında Mekke’ye yaptığı hac ziyaretinde gördüğü manzara onu “dehşete düşürmüştü”. Sarışınların en sarışınıyla, beyazların en beyazıyla aynı sofraya oturmaları, dirseklerinin birbirine teması ve aynı sofrada, aynı kaptan beraberce yemek yemeleri bu Amerikalı kara derili insana inanılmaz bir olay olarak görünmüştü. O coşkuyla New York’taki arkadaşına yazdığı mektupta Amerika’da beyaz ırkçılığa karşı kendilerinin de İslam’ı paravan olarak kullanıp siyah ırkçılık yaptıklarını, fakat Mekke’de gördüğü İslamî yaşantının ona İslam’ın ırkçılığa karşı olduğunu gösterdiğini, kendilerinin de İslam’ın hakîkatine dönmelerinin gerektiğini, üstelik bu dini sadece zencilere mahsusmuş gibi görmekten vazgeçmelerini, bilakis onu aynı zamanda beyaz insanlar arasında da yaymaya çalışmalarını, çünkü ancak bu suretle Amerika’da ve tüm yeryüzünde ırkçılık kanseriyle başa çıkabileceklerini yazıyordu. Nitekim ülkesine döndüğünde hareketin lideri olan Elijah Muhammed’e de aynı düşüncelerinden bahsetmiş, fakat ondan aldığı menfî cevap üzerine o hareketten ayrılmış, kendisi yeni bir hareketi başlatmanın arifesindeyken, faili hâlâ meçhul kalan bir suikastla şehit edilmiştir.

Malcolm X, aynı mektubunda Amerika’da ırkçılık felaketinin vukuunun yakın olduğunu da belirtiyordu. ABD’de zaman zaman patlak veren ırkçılık olayları beyazların tahrik ettiği kışkırtmaların tezahürü olarak değerlendirilmeli ve bu olayların arkasında yatan zihniyetin aslında bütün Batı Uygarlığı’nı temsil edebilecek bir karakter taşıdığı kabul edilmelidir. Irkçılık, Batılı insanın sömürgeciliğini sömürge ahâlisine meşrû gösterebilmesinin aracı olarak kullanılmıştır. Batılı insan, sömürmek üzere girdiği ülkeleri gönül huzuruyla ve vicdan rahatlığıyla sömürebilmek için kendisinin üstün olduğuna evleviyetle kendini, sonra da sömürdüğü insanı inandırmıştır. Irkçılığın ilmini yapmıştır. Kendisini uygar (medenî) görürken, ortaya koyduğu uygarlığı hâsıl edebilecek üstün vasıfların kendi fıtratında içkin olduğunu kabul etmiş, aynı kabulün neticesinde sömürdüğü insanlara da “ilkel” veya “vahşi”, hatta kara derili olanlara pervasızca “yamyam” diyebilmiştir.

İslam ülkesinde de ırkçılığın tohumlarını başta İngilizler olmak üzere, Batılı ülkeler atmıştır. Irkçılık güdüsünün gayr-i müslim tebaa üzerinde etkili olabilmesini her şeye rağmen izah edilebilir bir olay olarak görüyorum da, aynı güdünün Müslümanlar arasında nasıl olup da revaç bulabildiğini izahta güçlük çekiyorum.

Burada, bana, tarihî olayların seyrinden bahsetmeyiniz. Bu seyir, Müslümanlar arasında ırkçılık belasının nasıl yayılabildiğini anlamada, daha doğrusu onu mantıkî bir çerçeveye yerleştirmede yardımcı olabilir, ama olayın künhüne nüfuz etmekte yetersiz kalır. Ben bu olayın izahını, bazıları küçümseseler hatta bir totoloji (tautology) saysalar da, Müslümanların dinî duygularının zayıflamasıyla yorumlamaya yatkın duruyorum.

Şayet bu sebep üzerinde anlaşmaya varabilirsek, Türkiye’de ve bütün bir yeryüzünde yayılmakta olan ırkçılık kanserinin çaresini bulmakta güçlük çekmeyiz. İnsanların kalplerini hakîkate açmasının veya kalplerini hakîkate açık tutmasının kolay olmadığını, bunu yapabilmenin bazen insandan gayret istediğini biliyorum; fakat gelecek olan felaketin omuzlarımıza yükleyeceği külfet yanında şimdi göstermemiz gereken çabanın küçük kalacağını düşünerek, fakat her şeyden daha önemlisi hakîkatten yana tavır koymanın bizim insanlık haysiyetimizin bir gereği olduğu hususundaki bilincimizi muhafaza ederek, şimdi ve her zaman, kalbimizi hakikate açık tutalım, diyorum.