๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 06 Haziran 2012, 10:58:23



Konu Başlığı: Hoşgeldin Ya Açılım
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 06 Haziran 2012, 10:58:23
Hoşgeldin Ya Açılım!
M. Mücahit KÜÇÜKYILMAZ • 55. Sayı / KÖŞETAŞI


Cumhurbaşkanı Gül’ün Kürt sorunuyla ilgili Mayıs başında dile getirdiği, ama açmadığı “tarihî fırsat” sözünden sonra başlayan süreç, yaz boyunca kamuoyunda dipten dibe ilerledi ve büyük ölçüde olgunlaştı. İmralı’dan Ağustos ortasında bir “yol haritası” geleceği haberleri bu süreci hızlandırmış mıdır, bilinmez; fakat Hükümet’in somut adım atma niyeti Ankara’nın düşünce çevrelerinde zaten biliniyordu. Hatta 2005’te Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır’da sarf ettiği “Kürt sorunu” ifadesi kamuoyunu hazırlamaya dönük bir adımdı ve 2006 çözüm yılı olacaktı. Ama erken başlayan Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları, Hrant Dink cinayeti, Cumhuriyet Gazetesi ve Danıştay provokasyonları, Ulus’ta patlayan bomba derken, nur topu gibi bir rejim sorunumuz oldu. Ayrıca hakkında efsaneler dolaşan derin Ergenekon yapılanmasının sanıldığından daha köklü ve yaygın olduğu anlaşıldı. İşin içinde sadece bazı üniformalılar değil, ülkenin “saygın kişileri” de vardı. Böyle bir ortamda Kürt sorununu çözmeye çalışanın sonu Şemdinli davasının savcısından beter olurdu elbet.

Demokratikleşme konusunda milim milim, ama istikrarlı biçimde yol alan AK Parti iktidarı, belli ki siyaseten gerekli bir fayda-maliyet analizi yaptı ve seçimlere iki yıl kala, görev süresinin tam ortasında bu işe girişti. “Tarihî fırsat” ifadesi de anlamını buldu. Buna göre, mevcut problemi, 19. yüzyıldan tevarüs eden Şark meselesinin bir devamı olarak düşünürsek, tarihî ve coğrafi şartların kesiştiği üç önemli çözüm alanı beliriyor:
1.     Ulusal Ölçek: Türkiye sınırları içinde artık kan dökülmemesi ve geçmişteki gibi bir ortak aklın barışı sağlaması gerektiği yönünde bir çözüm iradesi belirdi. Bu iradenin MGK bildirisinde görülen askerî-sivil bürokratik desteğin yanında, her zamankinden güçlü bir toplumsal desteğe sahip olduğu açık.
2.     Bölgesel Ölçek: Komşularıyla sıfır problem stratejisi uygulayan Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi ilgili bölgesel aktörlerin de desteğini almış durumda. Hatta Kuzey Irak Yönetimi de PKK’nın silah bırakmasından yana olduğunu açıklıyor.
3.     Küresel Ölçek: Türkiye, en son Nabucco Boru Hattı Anlaşması ile görüldüğü üzere, Balkanlar, Kafkasya, Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Orta Asya’nın kesişim noktasında stratejik bir ülke. Tarihî birikimi diplomatik alana yansıtmaya başlaması, onu, bu bölgelere ulaşmak isteyen küresel aktörler açısından vazgeçilmez kılıyor. Terörden arınmış, istikrarlı bir Türkiye, aynı zamanda Avrupa, Amerika ve Rusya’nın da çıkarına olacak.

Peki, bu tarihî fırsat değerlendirilebilecek mi, yoksa heba mı edilecek? Burada çözümün en çetrefilli kısmı olan iç kamuoyunda sivil siyasetin tavrına bakmak gerekiyor.

Bahçeli ile Ergenekon’un buluştuğu nokta

Devlet Bahçeli, seçim dönemlerindeki urgan şov benzeri hafif teatral gösterilerini saymazsak, şimdiye kadar “ülkücüleri Ergenekon’dan çıkaran adam” olarak tanındı. Ancak Bahçeli’nin partisi, daha açılımın A’sı duyulur duyulmaz, Oktay Vural düzeyinde bir söyleme teslim oldu. Bunun içinde neler yok ki! “Vatan hainliği”, “Mondros”, “Sevr”, “Amerikan projesinin uşakları”…

Aynı söylemi daha tutarlı ve kendine yakışan biçimde Ergenekon’un medya kanadı öteden beri kullanıyor. Başta Doğu Perinçek’in yayınları olmak üzere, bir kısmı tutuklu yargılanan Yalçın Küçük gibi isimler en azından yerine göre daha analitik eleştiriler yapıyor, hatta Mustafa Balbay ve Yılmaz Özdil, kendilerine pek komik geldiği anlaşılan kelime oyunlarıyla hicviye tarzını seçiyorlar. Üstelik köşe yazarı olarak herhangi bir örgütlü toplum kesiminin sözcüsü olmadıkları için bir sivil siyasi hareket kadar sorumluluk sahibi de değiller.

Ya MHP? Askerî bürokrasinin bile rasyonel bakıp –Türkçesi; aklını başına toplayıp– sivil siyasete MGK’da destek verdiği bir süreçte, Bahçeli ne yapıyor?

MHP Kongresi’nin arifesinde bile olsa, Bahçeli’nin tavrı hiçbir popülizmle açıklanamaz.

“Tarihî fırsat”ta yukarıdaki üç madde ile özetlenen büyük resmi okuyamayan ve çözümün önündeki tek ayrık otu haline gelen aktör, ne yazık ki sivil siyasetin içinden çıktı. Beşir Hoca tarihe geçerken, tarih Bahçeli’yi geçecek!