> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Diğer Yazılar > Hikâyeden az önce
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hikâyeden az önce  (Okunma Sayısı 920 defa)
29 Haziran 2012, 20:42:20
ღ۩Bilgin۩ღ
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 1.936


Site
« : 29 Haziran 2012, 20:42:20 »



Hikâyeden az önce
Yıldız Ramazanoğlu • 63. Sayı / DİĞER YAZILAR


Üsküdar’dan vapura bindim. Üst katta Belkıs İbrahimhakkıoğlu. O anda kafamdaki bütün program silindi. Hoş bir sohbete daldık. Evin boşaltılması hayatın sadeleşmesi ve ağırlıkların atılması üzerine. Eşyanın baskısı bizi ele geçirmesi karşısında nasıl bir yol çizebiliriz? Eva de Vitray Mayerowitz’in Paris’teki evinde sadece bir halı ve bir Kur’an rahlesi gördüğünü yazmıştı Cemal Aydın. Mutfakta birkaç bardak. Böyle de yaşanıyor. Belkıs abla “Yazlıkta çok az eşyayla idare eder insanlar, geçici bir evdir, hep böyle yapabiliriz, bu mümkün” dedi. Evlerimiz boş ve sade olsa.

Herkes inmiş gitmiş, öyle dalmışız, sonra tramvay Sultanahmet. Derviş çay bahçesine gidelim derken ikindi ezanı. İkimizin de aşkı Firuzağa Camii. 1491’de İkinci Beyazıd’ın hazinedarbaşı Firuzağa tarafından yapılmış. Acele karşıya geçtik. Küçük avlu nice misafir ağırlıyor. Çocuk arabalarıyla babalar kanepelere oturup beklerken genç anneler yukarıda namazda. İşte bir şehir mucizesi. Biz de çıktık kadın katına. Süslemeler ne kadar hüzün verici yalınlıkta…

Camiden çıktık şimdi Küçük Ayasofya’da oturalım mı? Buluşacağım genç kadın şu an Yusufpaşa’da bir insan hakları örgütünün belgelerini tercüme ediyormuş, çalışadursun. Saba Melikesi Belkıs’la mı yürüyorum hızla aşağılara? Kalp melikesi. Konuşulacak şeylerin yoğunluğu, zihnimizin doluluğu yüzünden susmuştuk. Sola sapıp Su Terazisi sokağa girmişiz, ne iş. Muhteşem eski yapıların önünden geçiyoruz. Biri kuru fasulyeci. Bir genç arkadaşını durdurdu, iki elini kenetleyip tabanca şekline getirerek seni şöyle vursam dedi ihtirasla. Öyle doğal. Ah seni bir vursaydım. Sevdiklerimizi vurmak aklımızın bir köşesinde mi daima?

Sokullu Camii’ne vardık bilmeden. Bu şehirde her şey bilmeden, her şey ani. Bahçesinde mezarlar. Bahçe duvarındaki pencereden baktık. Demir mazgallardan içeri doğru mezarlar ve ağaçlar yükselmiş. Gölgelikler var. Yaşamın içindeki ölüm ikiz kardeşimiz. Can dostumuz, canımızdan bir parça. Çocuklar kadınlar ergenler erkekler ne büyük saygıyla dizilmiş yan yana. El Fatiha. Cumhuriyetin candan müdafilerinden Falih Rıfkı Atay’ı bile çileden çıkardı şimdiki mezarlıkların ruhsuzluğu. Bir makalesinde diyordu ki “yahu biz ne güzel yaşar, ne güzel ölürdük, sanatkârane mezarlıklarımız olurdu.” İnsanın yokluğa gönderilmesi başka, ebediyete ve Yaratıcı’ya, sevgiliye ve rahmete uğurlanması ayrı olur tabii. Bir adım sonra oradayız elbet. Bu mukadder. Ölümün her nefse yaptığı amansız çağrı. İçimizde tohum gibi taşıdığımız dile gelmez hissiyat. Bazen ağır bazen kuş gibi hafif. Mazgaldan bakmaya doyamadık. Yanlış mı geldik. Burası Küçük Ayasofya değil. Kaybolduk. Ne güzel kaybolduk. Aslında kayıptık. Pencerenin önüne gelene kadar. Uzaklardan, çok uzaklardan bir mezar taşının işaretlediği evimize döndük.

Yukarı doğru tırmanıyoruz. Sebzeciler bir küçük hal kurmuş. İnsanlar şevkle alışveriş yapıyor. Mazgaldan bihaber. Biz de unuturuz birazdan. Karşıda Çandarlı Halil Paşa’nın silahtarı Hacı Hasan Ağa’nın yaptırdığı Nakilbend Camii var. Biraz daha yukarı çıkınca Türk Edebiyatı Vakfı’nın her yıl iftar verdiği, oradan bildiğim Türkistan Aşevi. Önünde İsa Yusuf Alptekin parkı.

Geldik Derviş çay bahçesine. Mustafa Kutlu Uzun Hikâye adlı kitabını burada yazdığını söylemişti. Etrafımız Hindli misafirlerle dolu bugün. İstanbul büyüsü yapılmış gibi hepsinin gözleri şehla bakıyor.

Sümeyye çıkageldi. Senaryo yazıyor, sosyoloji okuyor, yeni evli. Sultanahmet Camii’ne bakan bir kanepeye oturduk. Burası latif bir yer, üstelik tenha. Tramvay yoluna arkamızı dönmüş ağaçların arasından görünen minareleri seyrederek koyu bir sohbete koyulmuştuk. Hayatı, evliliği, okulu, gündelik yaşamı, ev düzenini, vakti örgütlemeyi, hızlıca yemek yapmayı, mutfakta senaryo yazmayı, yatmadan Kur’an okumayı ve güneşli bir balkonu konuşuyorduk. Yeni açılan İstinye Park’ta sosyal sınıfların nasıl kat kat istiflendiğini anlatıyordu genç sosyolog. Laleler ne çabuk geçti, nasıl büküldü boyunları dedim damdan düşer gibi. Aklım gidip geliyor sağa sola.

Bir ara arkama bakma isteği geldi sebepsiz. Gördüğüm şey dehşet vericiydi. Birbirini tanımayan Babil Kulesi’nden fırlamış onlarca insan hem de bir çıtırtı bile çıkarmamayı başararak, kameraları ile bizi görüntülüyordu. Onlara göre inanılmaz bir Türkiye fotoğrafıydık. İki başörtülü kadın kaptırmış kendini atmosferin ahengine, Doğu’ya dair tuhaf akıl almadık şeyler konuşuyor, ALLAH bilir haremden sözediyorduk! Önlerinde geniş bir alan, binbir çeşit insan manzarası, asırlık ulu çınarlar kestaneler, satıcılar, sokak ressamları, el ele tutuşmuş ergenler. Hey Ya Rabbim…

Vapurda güverte karanlık. Galata Kulesi ışıl ışıl parlıyor. O mahallede mistik dans dersleri veren, New York’da İslam’la buluşmuş bir arkadaşımı ziyarete gidecektim günün son görüşmesi olarak ya, vazgeçtim hikâyelerin toplaşması yüzünden. Gümüşsuyu yokuşu. Arabaların inişi bir ışık seli. Çıkışı da arka spot lambaların kırmızısıyla yangın yeri. Sonra Çırağan Sarayı mat bir ışıkla parlıyor. Arkasındaki tepede görülmeden bilinir, Yahya Efendi, ışığı içimizde. Durulaşma, kamaşma yeri. Yan tarafında Yıldız Parkı. Sonra şaşaalı ışıkları maviden kırmızıya değişip duran baştan çıkarıcı Boğaz Köprüsü. Başında bir maneviyat halesiyle her daim genç, 1853 yapımı, barok üsluplu Büyük Mecidiye Camii. Ortaköy Camii deyip geçtiğimiz güzellik. Haluk Dursun’a göre camilere hakiki isimleriyle seslenmek İstanbullu olmanın önde gelen alâmeti.

Gece geliyor hikâye. Klavyenin içinden Selimiye’de askerliğini yapan Erzurumlu bir delikanlı yükseliyor buharıyla birlikte. Belkıs’la konuşuyor. Belkıs şehre çoktan arkasını dönmüş, yoksa şehre yaslanmış mı demeli, tamamen ona çevirmiş nazarını. Bütün varlığıyla olanca sanatıyla dinliyor.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hikâyeden az önce
« Posted on: 25 Nisan 2024, 22:21:39 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hikâyeden az önce rüya tabiri,Hikâyeden az önce mekke canlı, Hikâyeden az önce kabe canlı yayın, Hikâyeden az önce Üç boyutlu kuran oku Hikâyeden az önce kuran ı kerim, Hikâyeden az önce peygamber kıssaları,Hikâyeden az önce ilitam ders soruları, Hikâyeden az önceönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes