๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 27 Temmuz 2012, 12:13:24



Konu Başlığı: Hem saf hem düşünceli
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 27 Temmuz 2012, 12:13:24
Hem saf hem düşünceli
Celil CİVAN • 80. Sayı / DİĞER YAZILAR


Orhan Pamuk’un Harvard Üniversitesi’nde verdiği Norton derslerinin başlığı olan Saf ve Düşünceli Romancı, Schiller’in “Saf ve Duygusal Şiir Üzerine” isimli ünlü makalesine atıf yaparken iki türlü roman yazarı ve okurunu işaret eder: Bir yanda yazdıklarının ve okuduklarının tümüyle gerçek olduğuna “safça” inananlar diğer yanda ise hem yazar hem okurken metnin gerçekliğini “düşünüp” kuşku duyanlar. Başka bir ifadeyle söylersek saf olan yazar dünyayla dili arasında bir ayrımın varlığını sorgulamazken düşünceli olan bu ayrımı sürekli hisseder.

Düşünceli yazarın ve okurun böylesi bir ayrıma odaklanması, kendi gerçekliğinden ve algılamasından kuşku duyması modernist bir durumdur. Zira söz konusu ayrım modern edebiyatın önemli bir unsuru olan ironinin ortaya çıkmasına sebep olur. İroni, Umberto Eco’nun tabiriyle dış dünya ile algımız arasındaki uyumsuzluktan ortaya çıkar. Aynı “düşüncelilik”, romanın gerçekliğini sürekli aklında tutup sorguladığı için bir diğer modernist unsuru ortaya çıkarır: Kurmaca ve kurgusallık. Düşünceli romancı, yazdığının sürekli kurmaca olduğunu, edebiyatın da kurgusallıktan ibaret olduğunun farkına varır. Aynı kurmaca ve kurgusallık, modern edebiyatın asıl meselesinin neden dil olduğunu da açıklar.

Romantik saf yazar ve okurla modernist düşünceli yazar ve okur arasındaki ayrım György Lukacs’ın tartışmalı eseri Roman Kuramı’nda dile getirdiği epik kahramanla roman kahramanı arasındaki ayrımı da hatırlatır. Lukacs’a göre epik kahraman kendi epik dünyasından ayrı değildir; onun bir parçasıdır. Dolayısıyla yaşadığı “serüven” bir tür ev kazasından ibarettir. Oysa roman kahramanı daha en baştan dünyayla arasındaki uyumsuzluğun farkına varır; ne yaşarsa yaşasın, hatta olgunlaşsın, dünyayla arasındaki “ironi mesafesi”ni kapatamaz – en başta da dil’in kendisi engeller bunu. Aynı mesafe, kurmacaya ağırlık vererek postmodern edebiyata yol açar: Gerçeklikten kuşku kurguya inancı getirir. İroninin melankolisi, parodinin histerik kahkahasına dönüşür. “Neden dünyayı tastamam algılayıp dile getiremiyorum?” diye kaygıyla soran modern yazarın yerine handiyse “dünya yoktur, o halde ben kendi dünyamı oluştururum” diyen oyunbaz bir yazar oturur.

Postmodern edebiyatın “gamsızlığı” karşısında modern yazarın eğlenceli bir ikilemi karşımıza çıkar. Bir yandan dünyanın tam da dile getirilemeyeceğini, her dile getirme çabasının eksik kaldığını, gerçekliğin kendisinin bile gerçeklik olamayacağını, dünyayı algılamasının önündeki en büyük engelin dil olduğunu bilmesine bilir hiç kuşkusuz, bu “düşünce” onu asla terk etmez ama diğer yandan bir hakikatin varlığına ve bunu bir biçimde bir gün dile getirebileceğine de “safça” inanır.

Pamuk hem roman yazarının hem roman okurunun hem de romanın kahramanının aynı ikilem içinde olduğunu yazar. Dolayısıyla Schiller’ci bir “saf mı, düşünceli mi?” ikiliğinden değil ama “hem saf hem düşünceli” bireyden söz etmek mümkün burada. Modern yazar, okur ve kahraman dünyayla ilgili kuşkularından arınmasa da, “gerçekler” karşısında temkinli olsa da, dünyayla arasındaki ironiden fazlasıyla haberdar olsa da Orhan Pamuk’un tabiriyle hayatın bir anlamı olduğuna, gerçeklerin arkasındaki bir hakikatin varlığına inanmak ister. Bir roman yazarı ve okuru (ve kimi kez roman kahramanı!) olan Pamuk, kendi tutumunun aynı olduğunu söyler. Ona göre roman hayatın gizli anlamını bulmak için yazılır ve okunur.

Derslerde dikkat çeken diğer “nasihatler” de benzer bir modernist tavra atıf yapar: Hayatı kavramak ve insanlığı anlamak için roman yazdığını, kendi tabiriyle “ihtiyatlı” hümanist bir yanının olduğunu söyler Pamuk. İnsanların romanların kurmaca olmasına rağmen gerçekmiş olduğuna inanmalarına ve bunun çok da yanlış olmadığına vurgu yapar. Romanın bir oyunbazlık olmadığını ama tam tersine içinde olduğumuz âlemi anlamamıza fayda sağlayacak bir araç olduğuna işaret eder. Hatta roman bir tür müzedir Pamuk için. Modern müze anlayışına yakındır yazarın görüşleri: Geçmişin kaybolmasını engelleyen, kendimize bir aidiyet sağlayan bir yanı vardır romanların. Dahası roman, öteki olmamızı sağladığı için özgürlük sağlar ve ötekileri anlamamıza yardım ettiği için siyasi (liberal demokrat, diyebiliriz sanırım) bir yönü de vardır.

Postmodern diye sınıflandırılan bir yazarın modernist nasihatler vermesi dikkatli okurun gözünden kaçmamıştır. Pamuk, roman serüveni boyunca farklı uğraklara (klâsik, modern, postmodern) uğradığını saklamaz ve son romanıyla en başa döndüğünü söyler: “Masumiyet Müzesi’nin yalnızca ele aldığı ve hikâyesini anlattığı çevrenin benzerliği yüzünden değil, “geleneksel roman” ya da “19. yüzyıl romanı” dediğimiz biçimi kullanışı yüzünden de ilk romanım Cevdet Bey ve Oğulları’nın dünyasına bir geri dönüş olduğunu hissediyordum. Sanki otuz beş yıllık romancılık serüvenim birbirinden farklı, çeşit çeşit duraklara uğrayarak kocaman bir daire çizmiş; başladığım yere geri dönmüştüm.”

Halka tamamlandığında başlangıç noktasında duran, artık ne tamamen saf ne de büsbütün düşünceli bir romancıdır. Modern dünyanın roman yazarı, tıpkı okuru ve kahramanları gibi ikilem içinde, çelişkilerle iç içe yaşar; hem saf hem düşüncelidir. Hem hakikati bulacağına hem de hakikatin imkânsızlığına inanır. Edebiyatın etkisi de bu umut ve korku arasındaki gerilimde saklıdır.

Orhan Pamuk, Saf ve Düşünceli Romancı, İstanbul: İletişim, 2011.