> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Havf ve Recâ
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Havf ve Recâ  (Okunma Sayısı 925 defa)
30 Ekim 2010, 13:45:27
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 30 Ekim 2010, 13:45:27 »



Havf ve Recâ


"(Allâh'ım!) İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günâh) yüzünden hepimizi helâk edecek misin?" (el-A'râf, 155)

İnsan hayatı, havf ve recâ, yâni "korku" ve "ümid"lerin çalkantısı içinde seyreder. Bir mü'min gönlünde havf ve recânın karşılıklı bir âhenk ve denge içinde yaşanabilmesi, zarûrîdir. Zîrâ korkunun ifratından "yeis", tefritinden ise "emniyet ve te'minat" hissi hâsıl olur. Bu itibarla Allâh'ın azâbından emîn olmak veya zıddı olan rahmetinden ümidsizliğe düşmek, menedilmiştir. Kâmil bir mü'min, bu iki hâli dengeli bir şekilde devam ettirendir. Âyet-i kerîmede buyurulur:

"(O muttakî kimseler, geceleri namaz kılmak ve istiğfâr etmek için) yanlarını (tatlı) yataklarından kaldırırlar.. RABBLERİNE, AZÂBINDAN KORKARAK VE RAHMETİNİ UMARAK DUÂ EDERLER. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da hayır yollarına infâk ederler. " (es-Secde, 16)

Mutlak yeis, yâni ümidden kesilme, insanın kendisini afv ve mağfiretin dışında görme gafletidir. Neticede Allâh'ın rahmet tecelliyatını, kudret ve azametini inkâr etmektir.

Mutlak yeisin tam zıddı olan mutlak emniyet de, Cenâb-ı Hakk'ın esmâ-yi ilâhiyyesinden "Kahhâr" sıfatına karşı duyarsız kalmak veya azâbı küçümsemektir.

Hâsılı Allâh korkusunu mutlak yeis hududuna getirmemek ve aynı zamanda ümîdi de mutlak te'minat altına yaklaştırmayıp dengeyi muhâfaza etmek lâzımdır. Yaşadığımız deprem hâdisesi gibi fevkalâdelikler, bu dengeyi muhâfaza etmenin güçleşmesi gibi bir netice doğurur.

Bir mü'min "Cennete bir tek kişi girecek!" dense "Acaba ben miyim?"; "Cehenneme bir tek kişi girecek!" dense "Yoksa ben miyim?" hâlet-i ruhiyesinin içinde bulunmalıdır.

Allâh -celle celâlühu-, ilâhî korkuları kulların kalblerine işlemek ve onları hevâ-heveslere ve şehvetlere düşmekten korumak için göklerden indirdiği, yerlerden infilâk ettirdiği birtakım âfet ve musîbetlerlerle de îkâz ve terbiye etmektedir. Bu âfetlerin gelişi-güzel vukûa geldiğini, bir tesâdüfün neticesi olduğunu zannetmek, müthiş bir gaflet ve hüsrandır. Meçhul ufuklardan kopup gelen âfetlerin binlerce kişiyi ölüme ve yaralanmaya sürüklemesi, sayısız insanları bîçâre ve bîkes bırakması, hikmetsiz ve ibretsiz değildir. Aksi halde dünyâya geliş ve gidişin, ilâhî program ve hassasiyetin mantıkî mânâsını kabul ve îzâh etmek imkânsızlaşır. Bu âfetler, hiç şüphesiz aynı zamanda kâinatın hâlıkının azamet, kudret ve îkâz tecellîleridir.

Hazret-i Mevlânâ buyurur:

"İçinde bulunduğumuz cihân hududlu ve fânîdir. Aslolan ebedî ve sonsuz âhıret yurdudur. Aklını başına topla da bu cihanın soluk nakışlarını, bozulacak olan şekillerini ve eriyecek olan sûretlerini ebedî âleme karşı kalbinde bir perde hâline getirme!"

"Her ne kadar bu dünyâ, senin nazarında çok büyük ve nihayetsiz ise de bilesin ki, ilâhî kudret karşısında o bir zerre bile değildir. Gözünü aç da bir bak; bir zelzele, bir kasırga, bir sel felâketi dünyâyı ve içindekileri ne hâle getiriyor!"

İşte ülkemizde daha yeni yaşanan ve "mahşere küçük bir misâl olacak" dehşetengiz sahneler! İşte yerle bir olmuş mâmûreler! İşte Hazret-i Peygamber'in bir kıyâmet alâmeti olarak zikrettiği ânî ve toplu ölümler!..

Bütün bunlarda bizler için sayısız ders ve ibretler vardır. Dolayısıyla yaşanan âfetin zâhirî sebeplerden ziyâde mânevî bir perspektiften tahlîli ile ibret dolu büyük bir felâkete ilâhî takdîr yönünden bakmak ve onu materyalist bir dünyâ görüşü ile değil, îmânî ve İslâmî ölçülerle değerlendirmek hususunda hatâya düşülmemelidir.

Kâinât, mikro âlemden makro âleme, istikbaldeki normo âleme kadar ilâhî bir nizâm ve hassasiyet içinde programlanmıştır. Güneşin ve semâdaki birçok cesîm kütlelerin hareketinden ve bir atomun içindeki en minimum varlıkların deveranından esrârlı ışınlara kadar hepsi idrâk ve hayâl ötesi kudret akışları içinde seyreder. İlâhî irâdenin programına her şey tâbî durumdadır. Bir îmânsız dahî güneşin sür'atinin artması veya azalmasına, günün 24 saatin altına inmesi veya üstüne çıkmasına ihtimal vermez. Vicdanen ilâhî irâdenin gücünü takdir eder. Ancak nefsâniyeti îcâbı reddederek kâinatta nizâmın temel kanun ve kâidelerini "tabiat kanunları" tabiriyle kendinden müessir birer kuvvet ve kudret kaynağı şeklinde ifade gafletinde bulunur. Oysa bu kanun ve kaideler, kısaca "âdetullâh" veya "sünnetullâh" denilen hakîkatlerdir.

Hiç şüphesiz bu âlem, sebepler âlemidir. Sebeplerin müsebbibi olan Allâh -celle celâlühu-, her şeyin husule gelmesini diğer bir sebebe bağlamıştır. Zîrâ ilâhî irâde sebepsiz tecellî etmiş olsaydı, ne o tecellînin şiddetine tahammül olunabilir, ne de bu âlemin bir imtihan âlemi olma vasfı bâkî kalırdı. Dolayısıyla nur-i irfân sahipleri, sebeplere değil, müsebbib ve müessire bağlanırlar. İlâhî müşâhedeye nâil olmayanlar ise, sebepler içinde âvâre bir şekilde dolaşıp dururlar. Sadece fiziki sebeplere, yâni fay hatlarına takılı kalırlar.

Cenâb-ı Hakk, münkir ve zâlimleri cezâlandırmak için bazı tabiat hâdiselerini alışageldiğimiz ilâhî programın dışında, yâni maddî ve mânevî azaplara bağlı olarak tahakkuk ettirir. Yâni ateşin, suyun, rüzgârın ve diğer tabiî unsurların muhtevâsında müşâhede olunagelen yapıcı vasfı, ikinci plana iterek tahrip edici bir kuvvet hâline getirir. Dolayısıyla tabiatta meydana gelen hâdiselerin temelindeki murâd-ı ilâhîyi veya çoğu kere de izn-i ilâhîyi görmemek, kısır ve bazen de kör bir perspektife takılıp kalmak demektir. Bu gaflete düşenleri îkâz sadedinde Hazret-i Mevlânâ buyurur:

"Unutma ki bu dünyâ, ilâhî kudret önünde âdetâ bir saman çöpüne benzer. İlâhî irâde, bazen onu yükseltir, bazen alçaltır. Bazen sağlam, bazen kırık dökük bir halde bulundurur. Onu bazen sağa, bazen sola götürür. Bazen gül bahçesi hâline kor, bazen de diken hâline..."

Zîrâ Cenâb-ı Hakk, bu âlemin bir imtihan âlemi olmasını murad etmiş, bu sebeple âlemde "kahır" ve "lutuf" gibi iki zıd keyfiyeti içiçe tecellî ettirmiştir.

Lutuf tecellîsi, kulların istihkaklarına bağlı olmamakla birlikte bazen samîmî duâ, niyaz, sadaka ve çeşitli amel-i sâlihler vesîlesiyle de tahakkuk eder.

Kahır tecellî ise, evleviyetle haram, zulüm ve kitlevî azgınlıklar sebebiyle gerçekleşir. Bununla beraber bazen de kulun sabır, tevekkül ve teslîmiyet imtihanını gerçekleştirmek ve bu sebeple onu yüceltmek maksadına bağlı olarak tecellî eyler. Böylece Cenâb-ı Hakk, kullarını zaman zaman muhtelif şekillerde imtihân etmektedir. Bunu âyet-i kerîmede şöyle beyân buyurur:

"Andolsun ki, sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile imtihan ederiz... (Ey Rasûlüm!) Sabredenleri müjdele!.." (el-Bakara, 155)

Gerçekten de son günlerde yaşadığımız ilâhî imtihan, âyette sayılanların hepsini muhtevî bir şekilde gerçekleşmiştir. Rabbimiz cümlemizi sabrile müjdelenenlerden eylesin!

Peygamberlerin dahî, masumiyetlerine rağmen çok büyük eziyetlerin çile çemberinden geçmeleri de bu hikmetlere mebnîdir. Eyyûb -aleyhisselâm-'ın bu husustaki imtihanı pek câlib-i dikkattir:

Cenâb-ı Hakk, bu şânı yüce peygamberini imtihan etmeyi murâd ile evvelâ mallarını elinden aldı. Bir sel ile koyunlarını, bir rüzgâr ile de ekinlerini mahvetti. Ardından büyük bir zelzele ile çocuklarını vefat ettirdi. Daha sonra da bütün bunlar karşısında telaşesiz, sükûnet ve büyük bir tevekkülle rızâ hâlini yaşayan Hazret-i Eyyûb'a da ağır bir hastalık verdi. Eyyûb -aleyhisselâm- bu hastalık hâlinde de şikâyet ve feryadda bulunmadı. Teslîmiyetini muhâfaza eyledi.

Onun bu dâsitânî sabrı ve teslîmiyeti neticesinde Allâh Teâlâ, kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdi ve ona âile efrâdını, ayrıca bunlarla birlikte eski hayatını misli ile iâde etti.

Bu misâl de gösteriyor ki, birtakım âfetlerde hükmen şehîd durumundaki masum çocukların, sâlih kimselerin ve bu iptilâ ile günâhları mağfiret olunması istenen kulların bulunması da tabiîdir. Bu husustaki hadîs-i şerîflerde buyurulur:

"Bir kul için Allâh kendi katında bir derece takdir etmiş de o kul o dereceye ameli ile erişememişse, Allâh, dünyâda onu bazı musîbetlerle müptelâ kılar. Sonra da kendisine o belâya karşı sabır ihsân eder, ki o dereceye erişebilsin!" (Ramûz)

"Kulun Allâh indinde bir mevkîi vardır ki, ona ibâdetle erişemez. O mevkîe erişinceye kadar Allâh, ona hoşuna gitmeyen şeyler (iptilâlar, musîbetler) verir." (Ramûz)

Hazret-i Mûsâ, Tûr-i Sînâ'ya giderken yolu üzerinde bir şahsa rastladı. O şahıs Hazret-i Musâ'ya:

"-Ey Kelîmullâh! Bir hâcetim var; ne olur, Tur-i Sînâ'da Rabbime niyaz eyle de kabul buyursun!.." dedi.

Hazret-i Musâ:

"-Hâcetin nedir? Söyle de ona göre duâ eyleyeyim_" deyince o kişi:

"-Ey Allâh'ın Peygamberi! Bu, benimle Rabbim arasında bir sırdır." dedi.

Vaktaki Mûsâ -aleyhisselâm- Tûr-i Sînâ'ya vardı, Rabbiyle konuştu ve o kişinin de hâceti için duâ eyledi. Cenâb-ı Hakk da bu duâyı kabul buyurduğunu kendisine bildirdi. Buna sevinen Hazret-i Mûsâ, bu müjdeyi vermek için dönüşte o kişiye rastladığı yere uğradı. Bir de baktı ki, canavarlar onu öldürüp parçalamış! Bu hâle son derece teaccüb etti ve:

"Yâ Rabb! Bu nasıl bir sırdır? Onun hâcetini kabul eylemiştin?" diye niyazda bulundu.

Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk, kendisine şöyle buyurdu:

"-Ey Mûsâ! O kulum benden öyle bir mânevî makam istedi ki, kendi gayret ve amelleriyle arzusuna nâil olması mümkün değildi. Bunun için ona görmüş olduğun iptilâyı verdim. Böylece onu,...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Havf ve Recâ
« Posted on: 19 Nisan 2024, 20:02:50 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Havf ve Recâ rüya tabiri,Havf ve Recâ mekke canlı, Havf ve Recâ kabe canlı yayın, Havf ve Recâ Üç boyutlu kuran oku Havf ve Recâ kuran ı kerim, Havf ve Recâ peygamber kıssaları,Havf ve Recâ ilitam ders soruları, Havf ve Recâönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes