๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 27 Temmuz 2012, 12:09:12



Konu Başlığı: Fuzulî’nin duası
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 27 Temmuz 2012, 12:09:12
Fuzulî’nin duası
Said YAVUZ • 80. Sayı / DİĞER YAZILAR


Ömrünü Divan Edebiyatı’nın öğretilmesine ve hak ettiği değerin insanlarca anlaşılmasına hasretmiş merhum Ali Nihat Tarlan’ın kuşkusuz en heyecan verici çalışması Fuzuli Divanı Şerhi’dir. Hoca, şerhin önsözünde Fuzuli’nin şairlik macerasına ve şiire dair çok çarpıcı bilgiler verdiği Farsça divanının mukaddimesinden alıntılar yapıyor. “Kolay anlaşılmaz bir üsluba ve mazmun inceliğine” karşı yaratılışında vazgeçilmez bir tutku bulunan Fuzuli, daha o vakitlerde kendisinin çetin bir ceviz olduğunu gösterişe düşmeden söyleyiveriyor. “Öyle ki onun zekâsı şiirlerinde öylesine gizli işliyor ki” diyor Tarlan, asırların bunun farkına varmadığını ve onu daima derin aşkının ateşleri içinde yanan samimi bir âşık olarak tanıdığını ifade ediyor. Şiirleri öylesine can alıcı ki, insanı sermest ediyor; lakin sözleri basit bir ilhamın başını döndürdüğü bir kalemden peydâ olmamış.

Fuzuli’nin mukaddimesindeki duasına bir göz attığımızda sözlerinin anlaşılması için gerekenlerin neler olduğu daha bir anlaşılabilir. “Yâ Rabbi” diyor Fuzulî, “kendi istikametim için rusvalık çamuru ve nedamet taşı ile meydana getirdiğim ve onu sıvamak ve süslemek için kanlar yuttuğum ve dağınık birkaç beyti, ‘Ehl-i beyt-i Nebevi’ masumları hürmetine, mânâlar üzerinde gündüzleri akşama kadar düşünmüş ve onları bir araya getirip bir manzume yazabilmek için gece sabahlara kadar uğraşmış insanlar görüp okusunlar. Zira onlar şairlik madeninden orijinal bir inci çıkarmak için ne kadar meşakkat çekmek lazım geldiğini bilirler.” Bu duaya âmin dedikten sonra lafız ve manadan anlamayan, inceliklere ulu orta itiraz eden, şiirlerini alay konusu yapmak isteyenlerin ayakları altında ezdirmemesini Allah’tan niyaz ediyor. Fuzulî’yi az çok bilenler bu dualarının Osmanlı dönemi içerisinde nasıl kabul olunduğunu anlayabilirler. Cumhuriyet sonrası medeniyet kırılması yaşayan toplumumuzda kimi aydınların alaycı değerlendirmelerinden maalesef Fuzulî de nasibini aldı. Fakat bu devran uzun sürmedi.

Fuzulî’nin duasını okuyunca şimdilerde iki ismi birden hatırladım. Sanki bu iki isim (elbette onun şiirine dair hakikati arayan diğer muhterem isimler de dâhil) onun duasının daima söylendiğini ve daima kabul edildiğini işaret ediyorlar. Sezai Karakoç, Fuzulî’nin Şikâyetname’sini şahsî bir sızlanma olarak algılayıp alaya alanları keskin ve ikna edici bir dille eleştiriyor ve çok sağlam delillerle bunun böyle olmadığını işaret ediyor. Osmanlılara bağlılığına halel getirmeden, uğradığı bir haksızlığı kendini feda ederek ifade etmişti o. Fuzulî yüce istiğnasından bir anda toplum adına sıyrılmış ve kavga meydanına atılmıştı. Eski düzenin bütün lakaytlığı, rüşvetçiliği, adaletsizliği şair tarafından dengeler gözetilerek dile getirilmişti.

İkinci bir isimse yakın zamanda yayımlanan kitabıyla İhsan Fazlıoğlu. Işk imiş her ne var Alem’de / İlim bir kîl u kâl imiş ancak. Fuzulî Ne Demek İstedi eserinde Fazlıoğlu bu beytin anlamını derinlemesine irdeliyor, Türk-İslam düşüncesinin geniş havzasında akademik bir dili derviş sohbetlerine sararak konuşuyor. Konuşuyor diyoruz çünkü eser, Bilim ve Sanat Vakfı’nda 10 Aralık 2009’da verdiği seminerin Kanada/Montreal de “özel bir öbek” ile birlikte yapılan okumaların bir sonucu. Bu nedenle metin “sözlü ve yazılı kültürün bir terkibi” sayılabilir. Eser, başlı başına Fuzulî’nin bir beytinin anlam katmanlarını göstermesi bakımından dikkate değer. Bir beyite neler sığabilir diye soran varsa bu kitabı eline almadan bu soruyu cevaplamasın.

Fazlıoğlu’nun metine/şerhine bu eseriyle çağdaş bir yorum getirdiğini söylersek abartmış olmayız. Herhangi bir kavramı bir noktadan hareket ederek helezonik bir biçimde büyüyen dairelerle bütüne ya da bunun zıddına hareket ederek genişten içteki en küçük noktaya ulaşarak idrak etmek. Buna istinaden metinde ilim, ışk, âlem ve kîl u kâl kelimeleri bu yöntemle ele alınıyor. Eserin sohbet havasının yanında Fuzulî’nin gece sabahlara kadar uğraşmış olanların okumalarını istediği şiirini ele alırken Fazlıoğlu oldukça kavramsal bir dil kullanmış. Bu terimlere olan uzaklığımızı da kendi medeniyetimize olan uzaklığımıza bağlayan yazar, geçmişinden bile geri kalmış bir kültürün çocukları olarak bizleri o medeniyetle yüzleşmeye çağırıyor. Bu çağrı, kendi kelimelerini kaybetmiş bizler için öze, özgüvene, hakikate açılacak kapının anahtarı.

Nasıl olur da “İlim Çin’de bile olsa alınız” hadisini söyleyen Hz. Peygamber’in (s.a.v) dinine mensup, Türkçe divanının başında ilimsiz şiirin temelsiz bir bina gibi olacağını ifade eden, iyi bir medrese eğitimi almış bir şair Âlem’de her ne var ise aşk olduğunu ilmin ise kîl u kâl olduğunu söyler? Şairin, anlaşılması oldukça kolay şiirlerinde bile derinlemesine düşünüldüğünde insanı gülünç duruma düşüren bir uyanıklığı var. Fazlıoğlu, buradaki kıl u kal’in bahs ve fikri ifade ettiğini dolayısıyla aklı temsil ettiğini, bunun karşısında hâl’in bulunduğunu işaret ediyor. Yani keşf ve müşâhede. Kısaca aşk. Bütün bu bilgileri, Şirazi, Mevlana, İbn Arabi, Sühreverdi, Konevi gibi âlimlerin ortaya koyduğu hakikatleri süzerek ortaya koyuyor.

İlim ne dünyevi, ne de rûhî âlemde insana pâye kazandırmaz; tersine hem dünyevî hem de rûhî âlemde pâye, rütbe, mevki ilmin kazandırdığı makamât-ı kâl’i değil, aşkın kazandırdığı makamât- hâl’i kat etmekle olanaklıdır. Beytin anlamı son noktada bu şekilde açılıyor. Nereden mi çıkarıyoruz? Hani bir hoca tahtaya yazdığı bir beyti saatlerce anlatmış da bir talebe cüret edip soruvermiş: “Hocam, nereden çıkarıyorsunuz bu kadar mânâyı, şair bunların hepsini nasıl kastetmiş olabilir?” Hoca da ona cevaben demiş ya: “Evladım bu şiiri ben yazdım, oradan biliyorum.” Fazlıoğlu, Fuzulî’nin duasına mazhar olan ve bizim şiirimizin yaslandığı temelleri çok iyi kavramış bir ilim adamı olarak bu beyti yazmamış olsa da çok iyi okumuş.