๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 24 Temmuz 2012, 12:37:02



Konu Başlığı: Futbolun anlamı
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 24 Temmuz 2012, 12:37:02
Futbolun anlamı
Alper Çeker • 78. Sayı / DİĞER YAZILAR


Futbol, bir yarı oyundur çünkü kendisinin dışında amaçları vardır. Bu amaçlar kazanmak, berabere kalmak ve sonunda şampiyon olmak ya da kümede kalmaktır. Kendisinin dışında bir amaca sahip olması futbolu sanat olarak saymamızın önünde bir engeldir. Ama futbolun bir amacı daha vardır: Seyredenlere estetik haz vermek. Bazen şampiyon olan bir takımın teknik yöneticisi, seyircilere haz veren bir oyun oynatmadığı için kulüp yöneticileri tarafından kovulabilmektedir. Çünkü artık yüksek bütçeleri nedeniyle “endüstri” istiaresi ile anılan futbolun ayakta kalması, seyircilerin ilgisine dayanmaktadır. Seyircinin sahadaki oyun ile olan bağı, kurduğu özdeşleyim (einfühlung-emphaty) ilişkisidir. Seyirci, sahadaki oyuncu ile duygusal özdeşlik kurar. Futbolcuların hareketleri, tıpkı güzel bir şarkıya eşlik etmek gibi, seyircide benzer hareketleri yapma dürtüsüne, kaslarının çalışmasına neden olur. Bu sayede seyirci oyuna katılır, kazananlarla birlikte sevinir, kaybedenlerle birlikte üzülür.

Futbol birer anlama işaret eden göstergelere sahiptir. Futbol sahasının köşelerindeki gönderler, hakemlerin sarı ve kırmızı kartları, sahanın üzerine çizilmiş geometrik biçimler, hepsi birer anlama işaret eder. Bu anlamlar üzerinde hakemlerin, futbolcuların ve seyircinin bir uzlaşması vardır. Dahası anlamı üzerinde herkesin anlaştığı bu göstergeler, yine herkesin üzerinde uzlaştığı bir kurallar bütünü içinde anlamlıdır. Yani sahadaki bu oyunun bir dili vardır. Dilinin varlığı, o sahada bir anlamın üretilmesini beraberinde getirir.

Futbol dilinin göstergelerine birkaç örnek verelim: Hakem, havaya kaldırdığı ayak tabanı ile rakip oyuncuya darbe vuran futbolcuya kırmızı kart gösterir. Bu kart, oyuncunun oyundan atıldığını işaret eder. Yan hakem elindeki bayrak ile köşe gönderini işaret ettiğinde, sahadaki oyuncular ve tribündeki seyirciler köşe vuruşunun yapılacağını anlar. İki takımın formaları farklı renklerdedir, kalecilerin formaları diğer takım arkadaşlarından farklıdır, hakemlerin formaları ise sahadaki herkesten farklıdır. Formaların bu farklılığı, onları giyenlerin işlevlerinin farklılığını işaret eder, yani onları giyenlerin anlamını meydana getirir. İki takım oyuncuları rakip olduğu için formaları farklıdır. Aynı takımın oyuncuları uyumlu olması gereken bir birliğin parçası oldukları için aynı renkte forma giyerler. Kalecinin forması takım arkadaşlarından farklıdır çünkü diğer takım arkadaşlarından farklı olarak topa eliyle müdahale etme hakkına sahiptir. Saha hakemi ise kararları ile oyuna hükmeder ve sahanın hâkimidir, bu yüzden üzerinde numarası olmayan yani bir sıralama çağrışımı yapmayan, kendisini oradaki herkesten ayıran, kendisine oradaki herkesten başka bir anlam yükleyen bir forma giyer. Hakemin otoritesini sarsacak hareketler yapan oyuncular cezalandırılır. Fakat hakemin hükümlerinin, tıpkı oyuncuların hareketleri gibi futbolun dilini konuşan herkesin üzerinde uzlaştığı kurallara uygun olması gerekir. Böylece futbolun dili sürdürülebilir ve herkes birbiriyle anlaşabilir. Bu haliyle futbol, örneğin Amerikan güreşinden farklıdır. Roland Barthes, Amerikan güreşi için şunları yazar: “Halk, haklı olarak müsabakanın hileli olup olmamasına karşı tamamen ilgisizdir; gösterinin tüm nedenleri ve sonuçları ortadan kaldıracak olan öncelikli meziyetine kaptırır kendisini: mesele halkın ne düşündüğü değil ne gördüğüdür.”1

Futbol ise bunun tam tersidir. Halk oyunun hileli olup olmamasına karşı son derece duyarlıdır. Eğer kuralların dışına çıkılırsa, üzerinde uzlaşılan dili ortadan kalkar ve futbolun anlamı kaybolur. Buna bir örnek verelim: 1 Ekim 2005 tarihinde oynanan Konyaspor-Fenerbahçe maçında Konyaspor 2-0 öndeyken, Fenerbahçeli oyuncu Anelka karşı takımın kalecisinin üzerine çıkarak eliyle topu kaleye göndermiştir. Hakem Özgüç Türkalp ise bu topu gol saymıştır. Hakemlerin gözünden kaçmasının mümkün olmadığı bu kural ihlalinin görmezden gelinmesi karşısında Konyaspor’un teknik yöneticisi Aykut Kocaman basına şu açıklamayı yapıp görevinden istifa etmiştir: “Bıktığım bu düzen ve bu sistem, düzelmek için bir kurban istiyor. Bu maçla futbol yaşantımı noktalıyorum.”

Aykut Kocaman, hakemin gol kararı ile ilgili olarak karşılaşma sonrasında şike iması içeren bir açıklama yapmıştır. Bu açıklamadaki şike imasını; kendisinin bıktığı, düzgün olmayan bir düzeni ve sistemi işaret etmek için futbol yaşantısına son vermesinden anlıyoruz. Şike, futbolun dilini ve dolayısıyla varlığını ortadan kaldırır. Şikeli bir oyunu artık “futbol” olarak adlandıramayız, çünkü bu oyunun kendisini Amerikan güreşinden ayıran farklılığı, yani anlamı yoktur artık. Şikeyi savunan ya da perdelemeye çalışan spor yazarları; şikeyi yapan hakemler, oyuncular ya da kulüp yöneticileri kadar onun parçasıdır. Ancak kanıtlanmadığı halde dile getirilmesi ağır hukuki sonuçlar doğurabileceği için şikenin açıkça ifade edilmesi çok zordur. Bu nedenle Aykut Kocaman’ın yukarıda alıntıladığımız basın açıklamasında olduğu gibi şike genellikle yalnızca ima edilir. İma etmek, korunma amacıyla kendi kendini sansürleme, daha doğrusu frenleme kurumudur. Fantastik edebiyat toplumsal tepkiden, tasavvufi şiir dili de devletten çekindiği için benzer anlatım teknikleri geliştirmişlerdir.

Futbol dilinin ortadan kalkması; onun yorumlanmasını yani anlaşılmasını, ondan estetik haz alınmasını, onunla özdeşleyim ilişkisi kurulmasını engeller. Futbolla ilgili tüm etkinlikler birer saçmalık olur. Konyaspor-Fenerbahçe karşılaşmasını izleyen günlerde spor yazarlarının büyük çoğunluğu, hakeme ve Anelka’ya tepki vermişler, yani futbolun ortak dilini savunmuşlar ve anlamını sürdürmeye çalışmışlardır. Gürcan Bilgiç ise Sabah gazetesindeki 2 Ekim 2005 tarihli yazısında “Maça asılan tek F.Bahçeli Anelka, topla her buluştuğunda üçlü sıkıştırmayla karşılaşıyordu. 72'de faulle karışık zorlaması golü getirdi. Anelka sadece yıldızlığın değil, "profesyonelliğin" de örneğini veriyordu.” diyerek futbolun karşısında yer almıştır. Aykut Kocaman da bu olaydan birkaç yıl sonra Fenerbahçe takımının teknik yöneticiliğine gelerek, “düzenin” ve “sistemin” imparatorunun Darth Vader’ı olmuştur.

1 Roland Barthes, Mythologies (2001), çev. Annette Lavers, s. 15