> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Diğer Yazılar > Ellinci yılındaki 60 İhtilali
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Ellinci yılındaki 60 İhtilali  (Okunma Sayısı 1026 defa)
27 Haziran 2012, 20:13:06
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 27 Haziran 2012, 20:13:06 »



Ellinci yılındaki 60 İhtilali
Naci BOSTANCI • 64. Sayı / DİĞER YAZILAR


27 Mayıs 1960 darbesinin ellinci yılındayız. Darbe dolayısıyla seksenlere kadar uzanan dönemde 27 Mayıs bayram olarak kutlanmış, törenler yapılmış, gösteriler düzenlenmişti. O yıllarda öğrenci olanlar bayrama ait söz repertuarını, meydanlarda dile getirilen görüşleri hatırlayacaklardır. Söylemin üzerinde yükseldiği sacayakları, meşruiyetini yitirmiş bir iktidar, buna karşı meşru hale gelmiş iktidara el koyma, böylelikle ülkenin ve halkın kurtarılması, şeklindeydi. 12 Eylül yönetimi 27 Mayıs’ın bayram olarak kutlanmasına son verdi, yıllarca meydanlarda çınlayan 27 Mayıs anlatısı da böylece nihayete ermiş oldu. İnsan şunu soruyor: Darbeyle gelen bir dil ve yine darbeyle giden bir dil. Kendi haklılığını ifade için ortak vicdana ve meşruiyete atıf yapma iddiasındaki bu dil yine bir emirle nasıl böyle ortadan kalkabiliyor, tüm söz düzeni kenara itiliveriyor? Resmî konuşmaları protokol gereği haline getiren, onu sahihlikten koparan arka plan muhakkak üzerinde özenle durulması gereken bir alan. Ancak şimdi konumuz o değil.

60 darbesi denilince bunun tarihimizde ilk olduğunu söylemek doğru olmaz. Daha öncesinde de ordu mensuplarının ellerindeki gücü kullanarak müdahaleye kalkışmalarının çeşitli örnekleri var. Osmanlı’nın son dönemindeki isyanlardan Bab-ı Âli baskınına, nihayet Cumhuriyetin başlangıç yıllarında Atatürk’e, siyaset yapmak isteyen üniformasını çıkartsın dedirtecek gelişmelere kadar bir dizi olay söz konusu. Her şeyden önce sorulması gereken şu: Siyasete halkın rızası dışında yapılan müdahalelerden bir hayır beklenebilir mi? Böyle bir iktidar biçimi toplumun dertlerini, problemlerini çözme kapasitesine sahip olabilir mi? Halkın iradesiyle, görevlendirmesiyle başa geçmiş iktidarlarla darbe kudreti arasında siyaset yapma, toplumsal çıkarları gerçekleştirme bakımından farklar nelerdir? Bu sorular önemlidir, çünkü bunca tecrübeye rağmen hâlâ bu ülkede olağandışı yollarla iktidara el koyma, halkın takdir etme kabiliyetinden mahrum olduğu “çıkarlarını” ona rağmen gerçekleştirmeye çalışma gibi özetleyebileceğimiz bir eğilim, gitgide gücünü yitirmekle birlikte hâlâ mevcut. Gizli veya açık, ya da şartlara bağlı olarak böylesi bir iktidar biçimini onaylamaya hazır çevreler her daim burada bekleyenlere nazaran biraz daha fazla. Bu da yapılacak tahlilin önemini artırıyor.
Kırk yıl önce Türkiye için azgelişmiş ülke denilirdi. Bu tür adlandırmaların bir durum tespiti yapmanın ötesinde ideolojik çağrışımları da olduğunu biliyoruz. Ancak şunu kabul etmek gerekir: Kırk yıl önceki Türkiye’de sermaye kıttı, müteşebbis sınıflar azdı, iletişim ve ulaşım zayıftı, iktidar ilişkileri de bugüne nispetle daha mahrem bir şekilde sürüyordu. Bu ülkenin herhangi bir şehrinde yaşı kemale ermiş her gencin işe ilişkin kaygıları daha derindi, etrafına bakındığında da teşvik edici olabilecek bir iklimi soluklama bakımından güçlüklerle dolu bir durum söz konusuydu. Böyle ortamlar, disipline edilmiş toplum özlemlerini artırır. İnsanlar, tüm ülkenin adeta bir çalışma kampına çevrilmesi, ortak çıkarlar için herkesin aşırı fedakârlıklara zorlanması, tüm sektörlerin planlı bir şekilde çalışması gibi akıl yürütmeler üzerinden siyasete ve toplumsal hayata bakmakta kendilerini daha mazur görürler. Nitekim o yılların politik atmosferini hatırlayanlar, sağda ya da solda en popüler görüşlerin güçlü devlet marifetiyle planlanmış toplum anlayışı üzerinden şekillendiğini bileceklerdir. Cumhuriyetin başlangıç yıllarındaki Kadro Dergisi etrafında toplanmış aydınlar kadar, sonradan onların uzantısı sayılabilecek YÖN hareketinin mensupları da benzer fikirlere sahiptiler. Yoksulluk, orta sınıfların zayıflığı, az sayıdaki üst sınıf mensuplarının gösterişçi tüketimleri “halkın iradesini” önemsizleştirme, “elitlerin demirden disiplini altında toplumu yönlendirme” üstelik bütün bunların toplumun ortak çıkarları adına yapılacağı ahlakî değerlendirmesini de buna ekleme hususunda “olumlu” bir rüzgâr doğurur. Türkiye’de de böyle bir rüzgâr vardı. Ancak yine de bu değerlendirmeler 60 İhtilâli dâhil darbeleri açıklamakta yeterli değil. Bu sosyal karakteristiklerin yanı sıra işin bir başka veçhesi daha var.

Yakın dönem Türkiye siyasetinin iktidar ilişkilerindeki en temel karakteristiklerinden birisi, muktedirliğin sandık ile bürokratik kurumlar arasında paylaşılması. Kısaca seçilmişler ve atanmışlar koalisyonu denilebilecek bu durumun arka planı ne? Siyaset ve nihayet ondan türeyen iktidar bir ülkedeki nihai şiddet kullanma tekeline, maddi ve manevi kaynakların dağılımına ilişkin olduğu için, bu alan üzerindeki söz hakkını bütünüyle halka bırakmak istemeyen, burada “demokrasinin vermediği izni” başka yollarla kullanmak isteyen bir elit zümre var. İktisadi olarak güçlenmiş, bürokrasi ile yakın bağları bulunan bu çevre, çeşitli “ideolojik” tezlerle iktidar ilişkilerindeki failliğini tahkim etme çabası içinde. Bu tezler, Türkiye’yi modernliğe taşımaktan tutun, irticaya engel olmaya kadar olumlu ve olumsuz sınırlar içinde çeşitli yaklaşımlara gönderme yapan bir repertuara yaslanıyor. Böylelikle iyiliği ve kötülüğü yedekleyen bir asabiye olarak kendilerini kuruyor. Bu kesimin iktidar üzerindeki etkisi, vesayeti sandık değil bürokrasi üzerinden gerçekleşiyor.

Şüphesiz sandık dışı yöntemlerle iktidar üzerinde etkili olma denildiğinde askeriyenin buradaki rolü önemli. Yakın dönemde 60, 71, 80 ve 97’de dört farklı askeri müdahale yaşandı. Bunların hepsini failleri ve yönelimleri itibariyle aynı kefeye koymak zor. 60 darbesi ordu içindeki bir kesimin, 71 ve 80, emir komuta zinciri içinde ordunun, 28 şubat ise yine bir bütünlük içinde ordunun girişimi olmakla birlikte “post-modern” diye adlandırmaları da hak edecek yöntem ve mahiyet farklılıklarına sahip. Türkiye’de ordunun müdahaleleri iktisadî nedenlerden ziyade değerlere ve elbette o değerlerle iç içe olan kesimlerin pozisyonuna ilişkin. Ordu, ulus devlet olarak teşekkül etmiş modern Türkiye’nin “merkez kaç” olarak addettiği çevreler tarafından açık bir meydan okuma ile karşı karşıya olduğunu, bunların kontrol altında tutulması gerektiğini, merkezî bir ideoloji olarak Atatürkçülük’ün kitlelerin altında toplanması gereken yegâne dünya görüşü olduğunu savunuyor. Bu toplum ve siyaset tasarımının herhangi bir şekilde tehdit altında olduğunu düşündüklerinde de doğrudan müdahale ile duruma vaziyet etmeyi tercih ediyorlar. Ancak ordu dâhil tematik tarzda da olsa batıcı ve modernleştirici bir okuma üzerinden ülkeye yön verme girişimleri, bir süre sonra kontrol edilebilirliği çok da mümkün olmayan gelişmeler doğuruyor, “demos” sandık dışında başkalarıyla paylaşmak istemediği bir iktidar etme anlayışıyla reşitliğini vurguluyor. Bu sadece zihnî, bilince dayalı bir iş değil. Ülkenin maddi şartlarına ilişkin değişim de “demos”un bu yaklaşımını destekleyici bir istikamette yürüyor. 2010 yılında artık her bakımdan yeni bir Türkiye’nin olduğunu, iktidar ilişkilerine dair kafa yoranların, şimdi burada izah etmeye imkân bulamayacağımız birçok nedenle “kural dışı yollara tevessül etmelerinin imkânsızlığına” dair gerçekçi bir okumayla davranmalarının hem kendileri hem de ülke için doğru olacağını görmek gerekir.

Demokrasinin yerleşmesiyle birlikte tüm kesimlerin daha rahat fikirlerini kamusal müzakerenin konusu yapmalarına yönelik bir tedirginliği anlamak mümkün. Alışılmadık sözler, şaşırtıcı tezler, kışkırtıcı yaklaşımlar dile getirilebilir. Her yeni durum beraberinde yönünü düzene çevirmiş bir istikrarsızlığı taşır. Türkiye’de de bu mânâda bir geçiş döneminden bahsedilebilir. Ancak sorun şu: Toplumu vesayet altında tutarak sahte bir bütünlük sağlamak mı yoksa kamusal müzakereler marifetiyle sahih bir ortaklık kurmak mı daha doğru? Tarihin gösterdiği gibi birincisi geçici bir çözüm olabilir, ikincisi ise, tıpkı iktidarın kaynağı olarak meşruiyetin kazandığı süreklilik ve itibar gibi toplumun bütünlüğü bakımından sürekliliği olan bir ortamı inşa eder. Zorluklara rağmen tercih edilmesi gereken ikincisi. Her hâlükârda zor yoluyla toplumu, siyaseti şekillendirme işi gerçek sorunlara ve cevaplara dokunmayan, zor ile sağlanmış geçici bir istikrardan ötesini elde edemez. Gerçeklikle zora dayalı sahih olmayan durum arasındaki mesafeyi ise “toplum mühendisliği” ile kapatmaya çalışır. Altmış ihtilalini yapanlar, kendilerini meşru kılmak için iktidarı gayr-i meşru ilan etmişler, ona “yüzlerce üniversiteli genci kıyma makinelerinden geçirmekten tutun, hırsızlık, yolsuzluk gibi konulara kadar” birçok suçlama yöneltmişlerdi. Sonuçta görüldü ki bunlar gerçek değil. Altmış darbesini yapanların toplumun kendilerine vermediği meşruiyeti başka yollarla sağlama girişimleri iktidarlarının o çok zayıf temsiliyet durumunu ortaya koyar. Toplumla gerçek bağlar kurmamış, kuramamış her iktidar ise güce, maddi ve moral değerlere ilişkin tayin ediciliğinde “toplumsal akıldan” yoksun bir şekilde davranmak, nihayet yeni dengesizlikler üretmek tehlikesi ile karşı karşıya. Bu tür iktidarların sorunları anlayabilmesi, onları çözecek bir akıl geliştirebilmesi mümkün değildir. Darbelerin bir kötülüğü halkın seçtiklerini iş başından göndermeleri ise, bir diğeri toplumla iktidar arasındaki demokrasinin getirdiği bağları ilga etmeleridir.

Bugün üzerinden elli yıl geçmiş altmış ihtilalini yeniden düşünürken hâlâ ona “ilerici bir darbe” atfı yapanların, buradan geleceğe bir ima çıkartamasalar bile tuhaf bir tarih kazıcılığı ile alana çıkmaları ilginç bir bedbahtlık. Hâlihazırda ancak nostalji ya da regresyon ile anlaşılabilecek bu durumu, demokrasiyi daha iyi yorumlama ve takdir etme için bir vesile olarak görmek en doğrusu olmalı.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Ellinci yılındaki 60 İhtilali
« Posted on: 24 Nisan 2024, 23:59:48 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Ellinci yılındaki 60 İhtilali rüya tabiri,Ellinci yılındaki 60 İhtilali mekke canlı, Ellinci yılındaki 60 İhtilali kabe canlı yayın, Ellinci yılındaki 60 İhtilali Üç boyutlu kuran oku Ellinci yılındaki 60 İhtilali kuran ı kerim, Ellinci yılındaki 60 İhtilali peygamber kıssaları,Ellinci yılındaki 60 İhtilali ilitam ders soruları, Ellinci yılındaki 60 İhtilaliönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes